Emrah Serbes'in senaryosunda olmayan bölüm: Kusursuz aile!
Ayhan, Nilgün, Zeynep Özçelik, 16 gün önce feci kazada can verdi. Herkes onların ölümüne sebep olan Emrah Serbes'in senaryo gibi mektubunu konuştu. Habertürk, o ailenin hikâyesinin peşine düştü. HT Pazar'dan Serdar Yazıcı ve Ece Ulusum'un haberi...
Ayhan, Nilgün ve Zeynep Özçelik, arkalarından hızla gelen bir aracın çarpması sonucu korkunç bir trafik kazasında can verdi. Ama insanlar onların gerçek hikâyesini hâlâ bilmiyor, ölümlerine sebep olan kişiyi konuşup duruyor
16 gün önce... İzmir- Aydın otobanının virajsız, dümdüz bir noktasındaki feci kazada, kusursuz bir aile yok oldu. Korkunç olay Türkiye’nin gündemine ünlü bir yazarın itiraf mektubuyla oturdu. Trafik kazasında direksiyonda olduğunu söyleyen Kenan Doğru tutuklandı. Şimdi ailenin hayattaki tek ferdi ve yakınları şüphelenip savcılığa başvurdu. Kaza tespit tutanağına “araç sahibi” olarak giren senaristyazar Emrah Serbes’i ise medya atlamıştı. Kazadan 6 gün sonra Serbes’ten bir itiraf mektubu geldi: “22.09.2017 tarihinde meydana gelen kazanın sorumlusu benim...” Devamında olayı kendi senaryosuna göre anlatıyor; aracın arka farlarının silik olduğunu, frene bastığını, elinden geleni yaptığını, kendisi şokta olduğu için arkadaşının “Direksiyondaydım” dediğini, 112’yi aradıklarını savunuyordu. Hepsinin yanlış olduğu ortaya çıkarken Serbes davranışlarıyla ilgi odağıydı. Yaralı olmadıklarını belirtip alkol kontrolünün de yapılabileceği hastaneye gitmemişlerdi. Bu arada aileyi hemen herkes unuttu. Ailenin hikâyesini araştırdık, akrabaları ve dostlarıyla konuştuk. 22 Eylül’deki kazada yitip giden Özçelik Ailesi, bu toplumda birlikte yaşamın mayasını oluşturan örneklerden biriydi. Onları hepimiz kaybettik.
24 saat önce... Tuzla Kadastro Müdürlüğü’nden emekli 59 yaşındaki Ayhan Özçelik yaz sonuna doğru parasını ancak denkleştirmiş, nihayet ailesini Bodrum’a tatile götürebilecekti. Gerçi oğlu işi dolayısıyla gelemeyecekti ama, iş bu kolay bulunmuyor. Ne yapsın, o çalışacaktı. Bodrum’a ailenin emektarı, zar zor satın alınmış 2001 model otomobilleriyle gideceklerdi. Ayhan Bey dikkatli, tedbirli bir aile babasıydı. Komşusu İhsan Bulut, “Arabanın selektörünü, sileceklerini ve arka farlarını iyice kontrol etti. Ayhan Ağabey bu hazırlıkları yapmadan yola çıkmazdı. Yola çıkmadan her zamanki gibi bize ‘Bir isteğiniz var mı?’ diye sordu. Çok güzel bir aileydi” diye anlatıyor. Eşi Nilgün Hanım ve 16 yaşındaki kızları Zeynep eşyaları araca yerleştirdikten sonra, 22 Eylül günü 21.13’te Yakacık’taki evlerinden yola çıktılar.
Özçelik Ailesi’nden geriye sadece Ahmet Mert kaldı. Fotoğraf onun mezuniyet töreninden... Fotoğraftakiler solda sağa: Nilgün, Ahmet Mert, Ayhan ve Zeynep Özçelik.
‘ÖNCELİĞİ ÇOCUKLARIYDI’
Ayhan Bey ve Nilgün Hanım, Manisa Soma’da 30 sene kadar önce tanışıp evlenmişti. Bir süre Soma’da yaşadıktan sonra, geçim dünyası, yolları İstanbul’a düştü. Ayhan Bey Tuzla Kadastro Müdürlüğü’nde işe başladı. Uzun yıllar birlikte çalıştığı iş arkadaşlarının anlattığına göre yardımsever ve disiplinli bir adamdı. Esra Taş, “Her şeyini planlı programlı yapar, kimseyi kırmaz ve herkese yardım ederdi” diye anlatıyor onu. Bu arada ilk çocukları Ahmet Mert (23) sonra da küçük kızı Zeynep doğdu. Zeynep evin neşesi, çocukluğundan beri “Avukat olacağım” diyor, ağabeyi Ahmet daha sakin, babasının yanından ayrılmıyordu. Ayhan Bey’in çocuklarını okutabilmek için hep tasarruflu davrandığını söylüyor amca Mehmet Özçelik: “Ayhan pek borca girmezdi, ayağını yorganına göre uzatırdı. Önceliği çocuklarıydı...” Zeynep’i lise 2’ye kadar getirmişti. Ahmet üniversiteyi bitirdi. Emeklilik maaşı yetmediğinden, Ayhan Bey emekli olduktan sonra da Tuzla Lisanslı Harita Kadastro Bürosu’nda çalışmaya devam ediyordu.
‘YUVA YAPICI, ÇOK İYİ BİR KADINDI’
Nilgün Özçelik, ev hanımıydı... Komşularının dediğine göre çocuklarıyla çok ilgiliydi, bir dediklerini iki etmezdi. Amca Özçelik, “Yuva yapıcı, çok iyi bir kadındı” diyor. “Zeynep’e hiç kıyamaz, sürekli öğütler verirdi.” Komşularının kızı Yasemin Bulut ise “Nilgün teyzem çok sosyal biriydi. En çok da ailece gezmeyi severdi. Evlerine gittiğimizde bize her istediğimizi yapardı. Bana ve Zeynep’e hep ‘Ne olursa olsun bir şey olduğunda birbirinize tutunun ve mutlaka konuşun. Çok çalışın’ şeklinde tembihlerdi” diye anlatıyor.
Zeynep de hep öyle yapmıştı. Ortaokulu başarıyla bitirdikten sonra Türk Kızılayı Kartal Anadolu Lisesi’ni kazandı. Başarısı öğretmenlerinin dikkatini çekiyordu. Okulun müdürü İsmail Ermurat, Zeynep için “Sosyal etkinliklere katılan harika bir çocuktu. Çok sevdiğimiz bir öğrenciydi. Ders notları mükemmeldi, hep başarı belgesi alıyordu” diyor. En sevdiği ders matematikmiş. Okulda arkadaşlarıyla tiyatro yapar, çok okurmuş. “Ağabeyiyle paylaştığı ranzasının yanında bir kitaplık var. Kitaplar oradan taşar, Zeynep yeni kitaplar getirirdi” diye anlatıyor arkadaşı Yasemin. Zeynep’in birçok arkadaşı var, her biri onun için güzel şeyler söylüyor. Mesela okuldan yakın arkadaşı Cansu Doğan, “Zeynep benim en yakın arkadaşlarımdan biriydi” diyor. “Herkes tarafından sevilir, kimseye zarar gelmesini istemezdi. Hareketli, neşe saçan bir kızdı. Daha okulun ilk haftasında ders notu çıkarmaya bile başlamıştı.” Ama ağlamaklı, konuşmaya devam edemiyor. Yine de anlatılanlara bakılırsa onun en yakın arkadaşı, ağabeyi Ahmet Mert’ti. Ahmet Mert, Maltepe Üniversitesi’nde İktisat okumuş. Eve destek olabilmek için hemen bir işe girmiş. Halen bir emlak şirketinde çalışan Ahmet Mert’i de çevresi “Dürüst, iyi niyetli ve çalışkan” diye tarif ediyor. Amcalarından Erol Özçelik “İçten, ailesine çok bağlı bir çocuktur. Hep yanındayım şimdi” diyor telefonun ucunda. Çalıştığı için ailesiyle Bodrum’a gidemedi. O gece ailesini yolcu etti...
İKİ ARAÇ DA SAVRULDU
5 dakika önce... Özçelik Ailesi yaklaşık 7 saat yolculuktan sonra İzmir-Aydın otoyolunu yarılamış, Torbalı’ya varmıştı. Direksiyonun başındaki Ayhan Bey orta şeritte temkinli ilerliyordu. Arka koltukta kızı Zeynep, yanında da eşi Nilgün Hanım vardı. 04.15’te arkadan süratle gelen 34 NT 5005 plakalı spor otomobil sağ önden, Özçelik Ailesi’nin aracının sol arka kısmına çarptı. Çarpmanın etkisiyle her iki araç da yoldan çıktı, sağdaki toprak yamaç alana savruldu. 159 metre takla atan araçta Ayhan Özçelik sürücü koltuğunda, Zeynep otoyol kenarına savrularak can verdi. Nilgün Özçelik ağır yaralı olarak götürüldüğü Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde 11 gün komada kaldıktan sonra hayatını kaybetti.
Diğer araç Özçelik Ailesi’ne çarptıktan sonra 207 metre sürüklenip durduğundaysa, otomobildeki Kenan Doğru ve direksiyondaki Emrah Serbes sahneye çıktı.
BÜYÜK AMCA MEHMET ÖZÇELİK
“3 yeğenim gitti, bir ocak söndü. Ahmet’le konuştum sesi iyi değil, annesini toprağa koyarken çocuğu tutamadılar. Ona sahip çıkacağız ama ailesinin yerini tutmayacak. Ayhan içki, sigara içmezdi. Orta şeritten gidiyormuş. Hız yapan biri de değildi. Arabayı hep sakin kullanır, hızı 120’yi geçmezdi. Canından çok sevdiği kızı, eşi var yanında, nasıl hızlı gitsin!”
AİLENİN AVUKATI BURCU ECE GÜLER
“Tutanağa baktığımızda aracın Emrah’ın olduğunu fakat kullananın o olmadığını gördük. Bu bizde şüphe uyandırdı. Sadece tutanak üzerinden yola çıktık, savcıya da mantıklı geldi ve araştırmayı derinleştirdi. Bu delillerle Emrah’ın sürücü olduğu anlaşılacaktı ki itiraf geldi. Emrah’ın elinde bir takipçi listesi var, yazdığı her söz takipçilerine ulaşıyor, bunu kullandı...”
ARTIRILMIŞ DRAM
Senarist ve yazar Emrah Serbes suçunu “dramatik” bir mektup yazıp sosyal medyada açıkladı. Senaryo gibi itirafla kafalar karıştı. Bu da Serbes’in bir araca arkadan çarparak gerçekte nasıl bir acıya sebep olduğunun görülmesine, dolayısıyla bunun yaratabileceği vicdani tepkiye mâni oldu. Belki onun hedefi de buydu. O halde Serbes bu dramatik kandırmacanın tek tarafı değil. Birileri de kanmaya hazır olmalı. Peki kim onlar ve neden böyleler?
Bir gece vakti, iki kardeş arabayla yolda giderken hararetle tartışıyordu. Bu tartışma esnasında aracın önüne aniden çıkan adamı fark etmeyip çarptılar. Adamın öldüğünü anlayınca panikleyip uzun süre ne yapacaklarını tartıştılar. Ancak şokun etkisiyle arabayı kullanan kardeş suçu üstlenmek istemedi, “başarısız”lığıyla tanınan kardeşini suçu üstlenmesi için ikna etti...
Tabii bunlar aslında yaşanmadı; bir dönemin çok konuşulan Kuzey- Güney dizisinin konusu böyle başlıyordu. Ancak geçenlerde, buna benzer bir olay gerçekten yaşandı. Emrah Serbes bir ailenin bulunduğu araca çarptı, suçu yanındaki kardeşten yakın arkadaşı Kenan Doğru üstlendi. Tabii bu senaryo gerçek hayata tam uymayınca Serbes 6 gün sonra Twitter’dan itiraf dilekçesi yayınladı ve olaylar gelişti.
Anında sosyal medya karıştı. Kimi Serbes’in yeni kitabının çıkacağını sandı, kimi yaptığını “vicdanlı” bulup destek oldu, kimi de “suçu dramatize ettiğini” söyleyip itirafı adeta avukat eşliğinde en küçük detayına kadar hesaplı yazılmış bir savunma metni diye okuyarak kızdı. Serbes olayı bir senaryo gibi kaleme almış, olayın kahramanı gibi bir son sözle de yazısını bitirmişti: “Suçun cezasından kaçabilirsin ama vicdanının azabından kaçamazsın.” Aslında başarılı da oldu. Zira teknik olarak kaza anında alkollü olup olmadığı artık tespit edilemeyecek Serbes’in “dramatik senaryosu” gündemi meşgul ederken, ölüp giden Ayhan, Nilgün, Zeynep Özçelik Ailesi’nin “acı sonu” ve yakınlarının “dramı”ndan herkes uzaklaştı. Bu da Serbes’in bir araca arkadan çarparak ne boyutta bir acıya sebep olduğunun görülmesine, dolayısıyla medyanın büyük bölümü ve kamuoyunda bunun yaratabileceği vicdani tepkiye mâni oldu. O halde bu dramatik kandırmacanın tek tarafı Serbes değil. Bir de kandırılanlar var ve onlar da kandırılmaya hazır, hatta bu tür senaryolara alışkınlar sanki. Peki gerçek ile kurgu arasındaki çizgiyi giderek belirsizleştiren prodüksiyonlar ve “eğlence medyası”nın bu durumdaki payı ne olabilir?
Emrah Serbes
İZLEYİCİLER GERÇEKLERİ YOK SAYDI
Evvela şunu söyleyelim. “Dram” ve “drama”, belki de bile isteye çok karıştırılan iki kavram. Kabaca ilki “acı olay”, ikincisiyse “sahnelenen olay” gibi tarif edilebilir. Buradan hareketle, suç hikâyelerine kurgunun dahil oluşu konusu aslında 1950’lerin sonunda, The Last Resort Mahkemesi’yle başladı. Yapımcılar başta insanların haksız mahkûmiyetini araştıran bir belgesel çekmeyi düşündü; ancak gerçek insanların “dramı”nı anlatan belgesel sıkıcı bulununca içine kurgu kattılar. Hatta belgesel, gerçek kişiler yerine profesyonel oyuncularla çekildi ve oldu size “drama”. İzleyici de gerçeklerden uzaklaşmış, bu bir nevi “artırılmış dram” olayını çok beğendi. Woodbury Üniversitesi’nin geçen yıl yayınladığı bir makale, bu programın adaletsizliği anlatmada hiç işe yaramadığını, insanların aslında belgesele konu olan olayların gerçekten yaşandığına inanmadığını ortaya koydu, ama ne fayda. Yapımcılar da o vakit işlerin bu kadar büyüyeceğini tahmin edemezdi. 2000’lerde sinema, televizyon, hasılı eğlence sektöründe pik yapan bu tür işler ve “reality” programlar her yanı sardı.
Discovery kanalı da 2009’da, aşktan işe pek çok alanda gerçek hikâyelerden yola çıkarak çekilen suç dramalarına karşı küresel bir iştah olduğunu keşfetti ve tematik bir kanal açtı. Şimdi sadece Investigation Discovery, yılda 700 saatten fazla program üretiyor. Suç programları yayınlayan tematik kanallar dünyada muazzam bir yükselişte. Bugün benim orta halli uydu televizyonumda bile 3 kanal var. Artık televizyonlardaki sabah programları bile suç temalı. Ne kadarı gerçek, ne kadarı kurgu belli değil. Nebraska Üniversitesi’nde medyada suç ve yargı araştırmaları yapan sosyoloji profesörü Lisa Kort-Butler, bu ilginin ardında iyi ve kötü arasındaki klasik mücadele olduğunu söylüyor.
İNSANLAR SUÇ PROGRAMLARI BAĞIMLISI
Netflix’teki “Making of Murderer” gibi programlarda, olay yeri, kanlı cinayet silahları gösterilirken ekranın rengi biraz solup nostaljik bir tona bürünüyor, arkada dramatik bir fon müziği çalıyor, anlatıcı olayı yumuşak bir ses tonuyla aktarıyor. Sözde gerçek olaylar izliyorsunuz ama bu yayın tarzı bile sert, koyu bir kahve kıvamındaki gerçekleri cappuccino’ya çevirmeye yeter. Öyle ki sanki uykudan önce masal dinliyorsunuz.
Gerçek hayatta yaşanan korkunç olayları senaryolaştırma trendi, onları eğlenceli ve seyirlik yapan sanal bir dünya yaratıyor. Acımasız bir katil bu dünyada kahraman, star bile olabiliyor. Bir süre hapiste yatıp çıksa bile eski karısı ve arkadaşını vahşice öldüren O. J. Simpson gibiler elde ettikleri popülaritenin yıllarca adeta sefasını sürüyor. Kimi de gerçek ile sanalı ayırt edemeyip bu suçluların hayranı haline geliyor. Doğru ve yanlış olanı ayırt etmekse zorlaşıyor.
Bu gibi birçok örnek var etrafınızda. Sadece meşhur Narcos dizisinin Escobar’ı değil, Jeffrey Dahmer, Ted Bundy, John Wayne Gacy, Richard Ramirez ya da David Berkowitz gibi katiller artık popüler kültür efsaneleri haline geldi. İnsanlar kurgusal gerçek hikâyeleri izleye izleye öyle bir kafaya büründü ki LiveLeak gibi video paylaşım sitelerinde tümüyle gerçek cinayet, kaza ve çeşitli ölüm videolarını da eğlence için seyrediyorlar. Arama motoruna suç videoları yazınca milyonlarca sonuç çıkıyor. Bir terör saldırısında sosyal medyaya anında yayılan katledilmiş insanların fotoğraf ve videoları da bunun bir başka açık örneği. Drew Üniversitesi Kriminoloji Profesörü Scott Bonn, “Why We Love Serial Killers” (Seri Katilleri Neden Seviyoruz) kitabında şöyle diyor: “Kamunun onların hayatını izleme hayranlığı, şiddet ve felaket üzerine daha genel bağımlılığının özel bir tezahürü. İnsanlar suçlunun korkunç olaylarına tanıklık etmeyi bir ödül olarak görür. Bu adrenalin salgılamasına neden olur. Bu da bağımlılık yapar...” Tevekkeli değil, Fransız filozof Rousseau, D’Alembert’e Mektup’unda, zar zor kurulan toplumların gündelik hayatından “drama”yı ısrarla uzak tutmak lazım demişti.
‘ŞÜKÜR BİZİM SUÇ PROGRAMLARIMIZ VAR’
Zira bu tarz programların etkileri arasında, insanları riyakârlaştırmak, etik değerleri ve eşit bireyler olma halini aşındırıp suç işlemeyi kolay hatta meşru göstermek bile var. Michael Moore’un “Benim Cici Silahım” belgeselinden bir detay: Amerika ve Kanada’yı kıyaslıyor. Kanada’da da silah alım satımı çok olmasına rağmen cinayet ve suç oranı çok düşük. Moore nedenini araştırdığında karşısına acayip bir sonuç çıkıyor. Kanada’da medya ve televizyonda suç hikâyeleri ABD kadar dönmüyor. Ve Moore şöyle diyor: “Fazla sıkıcı! Şükür bizim suç programlarımız var.” Geçen hafta ABD’de 58 kişinin ölümüne neden olan korkunç saldırıyı düşünün. Caninin bunu neden yaptığını belki hiç bilemeyeceğiz. Ama yaptığını korkunç bulmadığı, kendini adeta bir filmin içinde gördüğü şu ana kadar elde edilen bulgulara göre gayet açık değil mi?
UZMANLAR NE DİYOR?
Uzman Psikolog İpek Özaktaç (Medical Park Gaziosmanpaşa Hastanesi): Silahlanmaya yönlendiriyor
“Toplum açısından uygun bulunmayan davranış ve tutumların geniş kitlelerce onaylanıyor ve alkışlanıyor olması bir risk yaratır. Şiddet içerikli tutumların normalleştiriliyor olmasının insanların gerçeklik algılarını değiştirdiğini görebiliyoruz. Şiddet içerikli diziler ve programlar bireyleri daha fazla fiziksel şiddet kullanmaya ve hatta silahlanmaya yönlendiriyor.”
Psikiyatr Doç. Dr. Hakan Atalay (Okan Üniversitesi Hastanesi):Empatinin körelmesine neden olabilir
“Yaşanmış kötü olayların dramatize edilerek izleyenlere sunulması, insan doğasında eskiden beri mevcut olan karşıdakine acıma, üzülme, merhamet gibi duyguların, empati yetisinin körelmesine neden olabilir. Olayların kanıksanması ve acıma, korku gibi duyguların tekrarlarla köreltilmesiyle insanları bir arada tutan, “prososyal” denen duygular gücünü yitirebilir. İnsanlar birbirine kayıtsızlaşabilir. Bu da ortak yaşamın giderek daha zor hale gelmesine neden olabilir.”
Psikiyatr Yrd. Doç. Dr. Alper Evrensel (Üsküdar Üniversitesi NP Etiler Tıp Merkezi):Suçtan etkilenen kişiler yalnızlaşır
“Gerçek olayları dramatize etmek toplumsal reflekslerin zayıflamasına neden olur. Zarar gören biri karşısında tepkisiz kalmaya başlanır. Suçtan etkilenen kişilerin yalnızlaşmasına ve suçluların daha pervasız olmasına yol açabilir. Uzun bir zaman sonra ise suç oranlarının arttığı ancak bunun normal görüldüğü bir topluma doğru yavaş yavaş gelinmiş olur.”
Ruh ve Sinir Hastalıkları Uzmanı Dr. Murat Gürbüz (Medicana International İstanbul Hastanesi):Şiddeti meşrulaştırır
“Bu gibi şeyler gerçekle başa çıkamayınca zararlı boyutlara gelir. Dramatize edilirken olayın nasıl dönüştürüldüğü önem taşır. İnsanlar hikâyenin dönüştüğünün farkına varmayabilir ki bu gibi durumlar toplumsal ilişkilere de yansır. Çünkü bu şiddeti meşrulaştırmaktır. Kötü unsurları kahramanlaştırmak doğru değildir. İnsanlar onları rol model alabilir.