Feminist aktivist Berrin Sönmez Habertürk'e konuştu
Pazartesi Sohbeti'nin bu haftaki konuğu olan Feminist aktivist Berrin Sönmez çarpıcı açıklamalarda bulundu
Balçiçek İLTER/GAZETE HABERTÜRK
Pazartesi Sohbeti’nin bu haftaki konuğu eski Başkent Kadın Platformu Başkanı, kadın hakları aktivisti Berrin Sönmez...
-Muhafazakâr kesimde “tesettürde yozlaşma’’ tartışması yaşanıyor bir süredir...
Evet çünkü toplumun modernleşmesi kadının görünür olmasına eş tutuluyor. 19’uncu yüzyıldan beri dünyadaki bir durum bu. Kadının toplum hayatına katılması ama nasıl? Belirli ölçülerde. Cumhuriyet dönemine bakarsak kadına yön çizilmesi, had bildirilmesi... Bu her zaman modern toplumun parçası olarak sunulmuş olsa dahi bize aslında ataerkil zihniyetin yansıması sadece.
-Cumhuriyet döneminde kadına verilen rol “toplum hayatına katılması’’ değil mi?
Evet ama belli kıyafetlerle. Mesela başörtüsü olmayacak, Batı normlarında giyinecek. Ve erkeğin biraz arkasında kalmayı tercih edecek, eş rolüne sahip olacak.
-İyi ama o dönem, kadını çok daha fazla kuvvetlendiren dönem değil mi? Örneğin “seçme, seçilme hakkı’’ birçok ülkeden önce bizde kabul edildi.
Ben sizin gibi düşünmüyorum. Cumhuriyet döneminde kadınların talepleriyle ortaya çıkmalarına izin verilmedi. Osmanlı’dan başlayan bir kadın hareketi vardır. Cumhuriyet dönemi, kadı- nın bu hak arama çabasını köstekledi aslında...
-Haklarını vererek mi?
Kadının kendi taleplerini dile getirmesini engelleyerek. Kadın hareketinin uzun zamandır tartıştığı bir konu bu. Osmanlı’da 1909’da yazılmış bir makale var. Kadınlar, Anayasa değişikliği yapıldığı zaman birtakım siyasi haklar talep ediyor. Ama olmuyor. İsmet Hakkı Hanım, “Anayasa kadınlara haklarını tanımadığı zaman çarpışma ihtiyacı’’ başlıklı zehir zemberek bir makale yazıyor. 1912-1913’te kadın gardiyanların merkeze gönderilmiş dilekçelerinde eşit ücret talebi gözüküyor. Ve bu hareket 1’inci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı mücadelesiyle Halide Edip’in deyimiyle “Ülkemiz yangın yerine dönmüşken biz kadın haklarını savunamayız’’ şekline dönüşüyor. Kadın kendini feda ediyor. Geri çekilmeyip kendi haklarını savunan kadınlar da var. Nezihe Muhittin gibi, Kadın Cumhuriyet Fırkası’nı kuruyor. Cumhuriyet’i benimseyen Batılı seküler kadınlar bunlar. Ve eşitlik istiyorlar, askerlik de dahil. Parti kurmak istiyorlar ama hiçbir şeye izin verilmiyor ve Nezihe Muhittin maalesef çok zor şartlarda yaşamını sürdürüyor.
-Cumhuriyet’in ilanından sonra haklarına kavuşuyorlar...
Devlet susturuyor, bastırıyor, varlıklarına engel oluyor ve sonra kendiliğinden büyük bir ihsan sunar gibi siyasal hakları veriyor. Günümüzde de durum aynı. Uzun zaman başörtüsü mücadelesi verdik. Başörtülü vekillerin seçilmesi için biz mücadele ederken, muhafazakâr kesim ve iktidar yakışıksız buldu bunu. Sonra kendiliğinden verdiler, yine ihsan edermiş gibi. Modernliğin ya da dindarlığın ölçütü olarak kadını gösteren erkeğe ‘etkisiz eleman’ diyorum. Erkeğe hiçbir şey yapışmıyor, teflon mübarek. Kadına “Bunu yaparsan dindar, yapmazsan yoz olacağız” diyor.
-“Herkes mümin kadına yön vermek niyetinde olduğuna göre mümin erkek bulma ümidi kalmamıştır’’ sizin tweet’iniz...
Kesinlikle. Dindarlık ülkemizde kadın üzerinden görünürlük kazanıyor. Erkeklerin böyle bir hükümlülüğü yok. 28 Şubat sürecinde başörtülü kadınlar işten, üniversiteden atılırken, erkekler sakalını kesip devam etmişti, şimdi de öyle. Sanki tesettürün yükü kadına ait gibi... Oysa İslam’da erkeğin de kadının da tesettürü vardır. Modernleşmeye de engel değildir. Ama öte yandan bakıyoruz, erkekler son derece Batılı kıyafetlerle, daracık kotlarla ortalarda... Üstelik bu kıyafetlerle namaza da camiye de gidebiliyorlar, hiç sakıncası yok. Bize dönüp Peygamber dönemindeki kadınlar gibi giyinmemizi isterken, kendileri Peygamber gibi giyinmeyi hiç düşünmüyorlar. Ve kadına had bildiriyorlar.
-Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan’ın “muhafazakâr moda haftası”nı eleştiren bir yazısı vardı. Siz bu tür bir moda anlayışından rahatsız oluyor musunuz?
Kapitalizmin sonucu. Tüketimi beslemek için. İslami alanda, muhafazakâr kesimin bunu yapıyor olmasını kapitalizmin ve piyasanın sonucu olarak görüyorum. Tesettürü yozlaştıran bir unsur olarak görülmesini kabul etmiyorum.
-“Moda teşhire dönüştürüyor. Örtü kadının dişiliğinin değil kişiliğinin aynasıdır’’ diyor.
İslami tesettür kadını giyimiyle birlikte daha görünür kılıyor. Kıyafet karakterin ölçüsü olamaz. İslami ölçülerde kadının şık olmasına engel yok. Sorun, dindarın muhafazakâr politikaları tercih etmesinde. Dindar kesim siyasal alanda söz sahibi olmaya başladı. Dinin bir ideolojinin içine hapsedilmesi zaten sorun. O ideolojiye girmeyen dindarları dinden iskat etmeye kadar gidebiliyor.
-Asıl sorun politik muhafazakârlık yani...
Evet. İlkelere değil, faydalara bağılıdır çünkü... Her şeyi dava olarak görür. Bu davanın yararına olacak işleri yapmayı tercih eder. Sadece evrensel ilkelerden değil dayandığı dinin ilkelerinden de sapabiliyor. Kültürel alanda da bunun yansıması var. Yusuf Kaplan, dini prensipleri öne sürmek yerine kendi ideolojisine göre insanların yaşamasını istiyor. Dinin güçlü olduğu belli bir döneme hapsolmuş bu tür insanların çoğaldığını görüyoruz. Ve böylece düşünce gelişmiyor, bilim, sanat, kültür gelişmiyor. Ve dini dar bir alana hapsederek insanların o alanda bugünün şartlarında yaşamasını istiyorlar.
-Ve kadının alanı daha da darlaşıyor...
Onlar o insanların içine kadını sokmuyor zaten. Cipe binen kadının eleştirilmesi bu yüzden. Kimse erkeği eleştirmiyor. Hz. Peygamber döneminde kadınlara verilen değeri bugün onlar veriyor olsalar, hiç itirazım olmaz zaten. Peygamber’in ölümünden sonra Hz. Ömer’in oğlu sabah namazında karısını camiye yollamıyor. Hz. Ömer “Hz. Peygamber’in kadınlara bu hakkı tanıdığını bilmiyor musun?’’ diye soruyor oğluna, “Biliyorum’’ diyor ama yollamıyor. Yani bugün aslında cahiliye âdetleriyle kadını köşeye sıkıştırıp kendilerine amade tutmaya çalışıyorlar. Yusuf Kaplan’a bunu söylemek gerekiyor, “Cahiliye âdetlerini din olarak sunmaya çalışıyorsunuz’’!
'AMAN BÖYLE SÖYLEMEYİN FEMİNİST ZANNEDERLER'
-Siz feminist misiniz?
Evet feministim.
-Muhafazakâr kesim bu cevabınıza kızmıyor mu?
Geçenlerde bir sendika görüşmesindeydik, yönetici “Aman Berrin Hanım böyle söylemeyin, sizi feminist zannederler sonra” dedi. “Feministim zaten” deyince “Estağfurullah” dedi. (Gülüyor.) Durumum budur. Kuran’dan önceki dini kitaplarda da felsefi eserlerde de kadın hakları yok ama Kuran’da kadın hakları var. Peygamber’imiz “Kadınların hakları size emanettir” demiş ama “Kadınlar size emanettir!” şeklinde anlamak işlerine gelmiş.
-Seküler kesimin en büyük “gerici” eleştirisi 4 kadınla nikâh örneğin, neresi hakkı korumak?
Çok sayıda evlilik ve hukuki formatı olmayan evlilikler cahiliye dönemi. Önce 4 ile sınırlandırıyor, “3 daha iyidir, 2 ondan iyidir, en hayırlısı 1’dir” diyor. Nikâh kurumunda kadının rızası çok önemlidir. Nikâh bir hukuki sözleşmedir. Bugün “İmam nikâhlı eşim” diye bahsettikleri şeyler gerçekte “dindar zamparalık”tan başka bir şey değil. İlan edilmesi gerekir. Dine hiç uygun olmayan muta da yaygın maalesef. Cinsel hazza dayalı bir din anlayışı getirilmeye çalışılıyor. Fuhuş dinde yasaktır. Meşrulaştırmaya çalışıyorlar. Asıl yozlaşma bu. Genelevde bile “Muta kılınsın” istekleri kulağımıza geliyor.
O KOMİSYON HİÇ KURULMAMALIYDI
-Gelelim boşanmalara...
TÜİK araştırmalarına göre boşanmalar artmıyor, öyle paniğe kapılacak bir durum yok. Aile kurumuna dönük çözülmeler var. Kurulan komisyonun adı da ilginç...
-Aile Bütünlüğünü Olumsuz Etkileyen Unsurlar, Boşanma Olayının Araştırılması, Aile Kurumunun Güçlendirilmesi Araştırma Komisyonu...
“Boşanmaları önleme komisyonu’’ dedim ben ilk duyduğumda, rapor çıktıktan sonra bir arkadaşım, “Ne olursa olsun boşanma komisyonu!” diye yazdı, haklı. Muhafazakâr kesimde “Aile kurumu dağılıyor, eyvah öldük bittik!” diye bir panik var. Oysa kadına şiddete baktığımızda öldürülen kadınların yüzde 95’i boşanmak istediği için hayatını kaybediyor. Bu ortamda boşanma sebeplerinin araştırılması başından yanlış.
-Hiç kurulmamalıydı yani...
Evet. Boşanmayı kötü göstermenin erkek şiddetini körüklediğini düşünüyorum. Raporun aslını göremedik ama Ayşe Keşir tarafından bize gönderilen ve sosyal medyada yaygınlaştırılan taslak üzerine yorum yapabilirim. Bu arada İslam boşanmayı da bir hak olarak vermiştir. Müslümanların boşanmaktan bu kadar çok korkması anlamlı değil.
-“Tecavüzcüsüyle evlenme” maddesi...
Seküler feministlerin büyük bir kısmı ülkemizde KADER dahil olmak üzere, sosyalist ve radikal feminist ekollerin yansıması şeklinde ortaya çıkıyor. Onların AK Parti ve Erdoğan karşıtlığı da var. “Hükümet ne yaparsa kötüdür” önyargısıyla hareket ediyorlar. Feminizm dili sivridir ve köşeli konuşarak dikkat çeker ama niyet okumayı abarttılar...
-Sizin gibi düşünmüyorum, o maddenin feminizmle ilgisi yok, fecaat, rahatsız olmadınız mı?
Eleştirilecek çok şey var ama tecavüzcüsüyle evlendirme hükmü yok.
-Nasıl yok? 5 yıl sorunsuz giderse evlilik...
Orada büyük problem var, evet. Aslında bu olayın parlamentoda hiç konuşulmaması gerekiyor. 18 yaş altı evlilikle ilgili çalışma yapar konuşursan, Medeni Kanun’u bir tarafa koyup bunu meşrulaştırıyorsun demektir. Bu komisyon madem kuruldu, bari aileyi boşanmaya götüren aile şiddetini konuşsaydınız. 3 bin kadın mağdurmuş, doğru. Ama o aileleri cezalandır önce, sonra mağdur çiftlere bakalım. “Bilmem kaç yıl geçtikten sonra evlilik sorunsuzsa cinsel saldırı kapsamından çıkarılsın’’ demek facia, kabul edilemez.
-Nafaka meselesi?
Boşanmalardan sonra kadının nafakasına göz dikiliyor bu maddeyle, olacak iş değil. Zaten kadınlar önlerine engel çıkarılarak güçsüz kalıyor. Eğitimleri, çalışmaları engellenmiş ve evlilik hayatı boyunca baskı görüyor ve bütün bunlara rağmen cesaret ediyor boşanmaya... Çünkü bir nefes alabilmek için hayatını feda edecek duruma geliyor kadın. Sistematik şiddet korkunç bir işkence. Evinde şiddet uygulayan erkek üstelik sadakatsiz. “Nafaka kadınların güçlenmesini önlüyor” gibi saçma bir hüküm getirilmiş. Nafaka kadının hakkıdır.
-6284 sayılı kanunun uygulanmasına yönelik de bir madde var raporda...
En çok rahatsız olduğum bölüm. “Aileyi korumayı” diye başlayan bir kanun var. Şiddeti aile içinde koruma altına alıyorlar resmen. Şiddet kınanmıyor. Sadece erkeklere öfke kontrolü eğitiminden bahsediliyor. Erkek şiddeti ülkemizde bir anlık öfkelenme değil ki... Erkek şiddeti kadına yön verme, haddini bildirme, kadını yönetme politikası.
-İstanbul Sözleşmesi, 6284... Fena kanunlarımız yok aslında...
Eksiklik var ama fena değil. 6284 başka ülkelerle kıyaslandığında en iyi kanunlardan bir tanesi ama iyi uygulanmıyor. İyi uygulanan tek tarafı varken ona da bu rapor “Uygulanmasın” demiş. “Yargı hüküm verirken koruma tedbir kararlarına ilişkin en üst sınırdan veriyor. bu yanlış!’” demiş. Tam olarak zaten verilmiyor. Kadınlar bunları alabilmek için aile mahkemesi ve mülki amir arasında gidip gelirken öldürülüyorlar, siz bunu nasıl önerirsiniz?
-Komisyondan nasıl böyle bir rapor çıkar? Hiç mi bilmiyorlar bu anlattıklarınızı?
Bu komisyonun kuruluşunda etkin olan bazı zihniyetleri biliyoruz. 6284 sayılı yasadan rahatsız olanları da. İstanbul Sözleşmesi’nden imzamızı çekmemiz gerektiğini düşünenler var. İslami camiada geniş bir kesimden bahsediyorum ve şu anda AK Parti kadrolarının düşünce dünyasında etkili bir kesim bu.
-AKP’li kadınlar niye dik duramıyor? İktidara onlar getirdi partilerini...
Onlara sormak lazım. Parti politikalarının tek kişiler tarafından değiştirilmeyecek kadar güçlü bir kanunla koruma altına alınmış olmasını isterdim. Orada o kadınlar da zannettiğimiz kadar güçlü değil, inanın.