Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Ali Bardakoğlu: Din adamları yaşadığımız çağın sorunlarının farkına varmalı

        İslam Işığında Müslümanlığımızla Yüzleşme’ adında çarpıcı bir kitap yazan eski Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Bardakoğlu ile 21. yüzyılda İslam dünyasının yaşadığı sorunları konuştuk...

        Kitabınızın adını neden “Müslüman­lığımızla Yüzleşme” koydunuz?

        İslam ile Müslümanlık aynı şey değildir. Müslümanlar 14 asırdır tarih sahnesindeler ve farklı coğrafyalarda farklı Müslümanlık tarzları ortaya çıktı. Kendi kavgalarımızın, zaaflarımızın, tarihi ve sosyal şartların yol açtığı sıkıntılar vardır. Bu yüzden Müslü­manlığımızın sürekli İslam ışığında gözden geçirmek ve yüzleşmek zorundayız.

        Bugün İslam dünyası denildiğine bir Batılının aklına terör, savaş, geri kalmış­lık, kadınların aşağılanması, otoriterlik, bilim sanatta geri kalmışlık ve körfez ülke­lerindeki abartılı lüks tüketimi geliyor. Neden böyle bir manzara ortaya çıktı?

        Batılıların da bizim de görme biçimi­mizde biraz yanlılık var. İslam tarihinde bilimde, teknolojide, bilgi üretiminde başarılı olunan altın dönemler var. Ama bugün İslam dünyasında şiddetin, terö­rün, nefretin olduğu doğrudur. Bununla yüzleşmemiz gerekiyor. Kadın hakları, kız çocuklarına ayrımcılık, eğitim, sağ­lık, çevre gibi temel açılardan gerideyiz. Mesela milli gelirlerin İslam ülkelerindeki dağılımı ve sosyal adalet konusu... İslam adaletten çok söz eder, fakirin yanında olmaya teşvik eder ama bugün İslam dün­yasında insan değeri çok aşağılarda.

        İslam dünyası niye bu noktaya geldi?

        İslam dünyasının geri kalmışlığını sadece dinle ilişkili olarak açıklayama­yız. “Dinimizi yanlış anladığımız için bu noktaya gedik” diyemeyiz çünkü din tek başına toplumların kalkınmasının ya da geri kalmasının amiri değildir. İslam’ın ilk dönemlerinde büyük bir medeniyet kur­duk ama bunu sadece dini iyi anladığımız için kurmadık. Din bir motivasyondu ama dünyayı iyi anladık, gerçeklerle yüzleştik, çalıştık, çabaladık... Ama son yüzyıllarda geri kaldık. Müslümanlık tarzımız kadar, iktisat biliminin, bilimsel düşüncenin, kal­kınmanın, refahın, mutluluğun sağlanması lazım. İyi dindar olduğumuz vakit sağlıklı olur muyuz? Olmayabiliriz. Zengin olur muyuz? Olmayabiliriz. Onların kendilerine has kuralları vardır. Din ile dünya haya­tında önem verdiğimiz şeylerin arasında sıkı bir bağ kurmamız yanlış olur.

        ‘ZEMİN ÇOK KÖTÜYSE DİNİN YAPACAĞI KATKI SINIRLIDIR’

        Toplumun sosyal, ekonomik ve siyasal hayatında çok büyük çatlaklar, zaaf nok­taları varsa ve fırsat eşitliği yoksa, insan­lar tüm sorunlarını dini alana taşıyıp, öfke ve kavgalarını din üze­rine yapabiliyor­lar. Bir toplumda milli gelir, yer altı kaynak­ları yöneticile­rin tekelinde oluyor da hal­kın % 95’i fakir­lik sınırının altında yaşıyorsa ve o insanların ortak değeri Müs­lümanlıksa elbette bu insanlar tepkisini din üzerinden ifade edecektir. Sorunlar giderilmeden “İslam barış dini­dir” demeniz karın doyurmaz. Zemin çok kötüyse dinin yapacağı katkı sınırlıdır.”

        ‘DİN, AYRINTILI BİR HAYAT REÇETESİ DEĞİLDİR’

        “İnsanlar kendi mesleklerine, evli­liklerine, kaç çocukları olacağına kendi karar verir. Din sadece işin kıvamını, ahlaki ve insani tarafını hatırlatır. Biz dini çok ayrıntılı bir hayat reçetesi olarak görüyoruz. Sabahtan akşama kadar tüm davranışlarımızı din belir­lemiş diye kabul ediyoruz. Öyle değil. Din sadece yaşadığınız hayatta ahlakiliği sağlı­yor. İlk geldiği dönemde de o ahlakiliği sağladı. Bugün de iyi anlarsak o ahlakiliği sağlayabiliriz.”

        ‘İSLAM ÂLİMLERİ ÖFKELİ VE HIRÇIN, DİN DİLİ İDEOLOJİK VE AYRIŞTIRICI OLDU’

        Peki, Müslüman ülkelerin çoğunda otoriter yönetimlerin ve toleranssız top­lumların olması tesadüf mü? Hak ve özgürlükler meselesinin bu kadar aşağıda olmasının sebebi nedir?

        Müslüman ülkelerdeki sorunlar İslam’ın özünden kaynaklanmı­yor. Her birinin kendi tarihle­riyle ilgili sebepleri var. Ama haklı olduğunuz bir nokta var; İslam bu otoriter­liği, adil olmayan yönetim biçimlerini düzeltmede çok fazla role sahip değil. Din bu noktada neden çok etkili olamıyor? Bu da ulemanın sorunu. Yani dinin değil, din algısının ve ulemanın sorunu... Din adamları çok arkaik kaldı. Tarihe takıl­dılar. 21. Yüzyıla girdik ama hâlâ hicri 3. ve 4. asırdaki yorumları bize gerçek din olarak sunma yanlışını sürdürüyorlar. Halbuki din bil­ginlerinin toplumun önünü açması, toplumun sorunlarının giderilmesinde iyileştirici unsur olarak işe yaraması gerekiyordu.

        Bir ilahiyatçı olarak diyorum ki; ulema, din ve İslam bilginleri bu konuda engel olmaktan vazgeçsinler. Siyasetçiler, kadın ve kız çocuk­larının hakları konusunda adım atmak istiyor­lar ve ulema da “Bu dinimizde zinhar doğru değildir” diyorsa, bu büyük vebaldir. Ulema­nın ilk görevi, çağdaş dünyanın gereği ola­rak insanımızın daha özgür ve insani bir hayat standardına doğru yürümesiyse, “Eski kitap­larda böyle okuduk” diyerek engel olmaktan vazgeçip, hayatın akışını anlamaları, teş­vik edici olmaları lazım. Bir gözü Kur’an’da ve Sünnette bir gözü de toplumda olacak. Söylediği şeyin insanları ne kadar mağdur edip etmeyeceğini görecek. Örneğin küçük çocukların evliliğini din adına elbette savu­namazsınız. Kitap böyle yazıyor diyerek ola­yın geçiştirilmesi savunulmaz. Bu duruma ilk onların karşı çıkması gerekir. Fakat bazen önde yürümek yerine, önde yürüyenlere mani olup, din adına karşı çıkabiliyorlar. İslam âlimleri öfkeli ve hırçın. Din dili ideolojik ve ayrıştırıcı oldu. Anlattığımız dinin toplumda karşılığının olmadığını gördükçe hırçınlaşı­yoruz. Hâlbuki Allah bu dini bütün insanlığa gönderdi. Bizim Allah’ın kitabını, Peygam­ber’imizin sünnetini bu insanlara güncelle­yerek ve insanların gönül dünyalarına hitap ederek anlatmamız gerekiyor.

        ‘İSLAM’IN SİYASALLAŞMASI VE İDEOLOJİK HALE GELMESİ DİNE BÜYÜK ZARAR VERDİ’

        İslam üzerinden siyaset yapılması, İslam’ın ideolojik bir düzleme çekilmesi, İslam’ın kendisine zarar verdi mi?

        Büyük zarar verdi. Gençlik yıllarımızda kapita­lizm ve sosyalizmin alternatifi olarak İslam’ı koyu­yorduk. Yeni nesillerin hoşuna gidiyordu. Oysa İslam bir ideoloji değildir. Demokrasiyle yarıştırıla­cak bir siyasal tercih değildir. İslam’ı ancak Yahu­dilik ya da Hıristiyanlıkla mukayese edebilirsiniz. Siyaset ve İslam’ın iç içe olması İslam’a büyük haksızlıktır. İnsanlar artık siyasete olan ilişkilerine göre dinle ilişkilerini ayarlıyorlar. Siyasete kızan dine de kızmaya başlıyor. Siyasetin yanlışı dine ait olmaya başlıyor.

        İslam’ın yaşatılması adına İslami yönetimlerin kurulması kötü bir şey mi?

        İslam’ın bir siyaset modeli önerip, önermediği çok tartışıldı. İslam evrensel bir dindir. Afrika’daki bir kabile Müslüman olduğunda kabile hayatını bırakıp, demokrasiye mi geçmesi gerekiyor? Kuran-ı Kerim’de bolca krallıklardan söz edilir. İslamiyet’te sizi kimin yönettiği önemli değildir. İslam için adaletin sağlaması ve hakka hukuka riayet edilmesi önemlidir.

        Peki ya İslam’ın ulu’l emr’e itaat yani siyasilere itaat argümanı?

        İslam Abbasi döneminde oluşmuştur. Yönetim Abbasi Halifesi ve vezirlerindedir. Kitaplar bu veri üzerine oturur. Özgürlük temasından çok adaletten bahsedilir. Yani bu sözler kendi konjonktürü içinde anlaşılamadı. Abbasi dönemindeki bu telkinler o dönem için anlamlıydı. İki de bir halifeye başkaldırı olursa toplumda huzur olmazdı. İslam bilginleri “Haklı olan kılıca sarılmasın. Huzur içinde yaşamayı öğrenelim” dedi. Her ihtilal kaos ve binlerce insanın ölmesi demektir.

        İslam ve otoriterlik arasında bir ilişki var mı sizce?

        14 asırlık İslam tarihinde krallık ve halifelik var. Otoriter örnek fazladır. Bu dinle değil tarihle alakalıdır. Tarihi realiteyi dinin kendisi sayamayız.

        Peki, Batı tipi demokrasiler neden İslam dünyasında pek tutunamıyor?

        Mevcut klasik din anlayışını koruduğu­muz sürece Batı tipi özgürlük anlayışının yer­leşmesi çok zor. Abbasi döneminde olmuşmuş biat kültürü varken günümüzdeki vatandaş­lık, insan hakkı ve özgürlük kavramlarını yeşert­mek zor. Müslümanlar çevre sorunlarına uzun süre yabancı kaldı, kadın haklarını çok zor kabul­lendi, temel hak ve özgürlükler ve ötekinin dini inancı konusunda hala tereddüt yaşıyor. Bütün hakları konuşmamız gerekiyor. Kimi İslam ülke­lerinde nüfusun % 90’ı açlık sınırında yaşarken, kimileri parayı nereye harcayacaklarını bilemiyor. İslam dünyası bunları konuşmaya başladığı vakit canı acıyacak ve sorumluluklar gelecek. Paylaş­mayı öğrenecek. Fakat sorumluluktan kaçmak için bunlarla yüzleşmiyor.

        ‘KUR'AN O GÜNKÜ TARİHSEL ARKA PLAN VE SOSYAL GERÇEKLER DÜŞÜNÜLMEDEN ANLAŞILAMAZ'

        ‘İşlerine gelen ayeti ya da hadisi seçip, insanların dindarlıklarını sömürüyorlar'

        Kuran’da o günkü güncel olaylara ilişkin ayetleri bugün nasıl yorumlamalıyız? 14 asır önce inmiş bir kutsal kitap ve hadisler 21. yüzyılın gerçekleriyle nasıl örtüşecek?

        Bu harika bir soru. İşte bu noktada din bil­ginlerinin elini taşın altına koyması ve “Allah Kuran’da kime ne dedi? Biz bugüne nasıl akta­racağız?” sorusunu ciddiye alması gerekiyor. Kuran-ı Kerim ve Peygamber Efendimiz ‘in 23 yıllık hayatı önümüzde sabit bir gerçek olarak duruyor. Peki, biz bunu nasıl anlayacağız? Allah bu dini sadece 3. ve 4. yüzyıldaki Abbasi toplum­larına göndermedi. İnsanların yaşam şekillerini değiştirerek hayatlarını sürdüreceğini bildiğine göre Müslümanlara düşen toplumların ihtiyaçla­rına göre ana metinleri ve olayları yorumlamaktır.

        IŞİD gibi terör örgütleri Kuran’daki “Kâfirleri gördüğünüz yerde öldürün” ayetini referans aldıklarını söylüyorlar. Bunun dinle çelişen tarafı nedir?

        Hristiyan ve Yahudilerin olduğu ayetlerin bir kısmı ilişkilerin daha iyi olduğu dönemde bir kısmı da gerilimli dönemlerde inmiştir. Her bir ayetin o günkü tarihsel arka planı, sosyal gerçek­lerle örtüşmesi vardır. Onları tarihinden koparıp bugüne metin olarak taşırsanız, doğru anlaşıl­maz. İşlerine ne geliyorsa onu seçip, kendilerine kalkan edip insanların dindarlıklarını sömürüyor­lar. Bu olmaz. Arapça bilmekle Kuran’ı anlamış olsaydık, bir tercüme birimine verip Kuran’ı anla­yabilirdik. En sığ ve yanlış anlayış budur.

        ‘KURAL OLARAK YILBAŞI KUTLAMAK GÜNAH DEĞİLDİR AMA DİYANETİN SUÇLANMASINI DA DOĞRU BULMUYORUM’

        Bu sene yılbaşı gecesi bir eğlence mekanına yapılan terör saldırısı Türkiye’deki yılbaşı kutlama tartışmalarını yeniden alevlendirdi. Saldırının öncesinde ve sonrasında Diyanet’in iki açıklaması oldu. Siz yılbaşı meselesine nasıl bakıyorsunuz?

        Reina’daki katliam tam bir vah­şettir. Bunu yapan hangi dine men­sup olursa olsun tasvip edilecek tarafı olmadığı gibi milletin yeni yıla girme umutlarını da havaya uçurdu. Hayatını kaybedenlere Allah’ın rahmetini dili­yorum. Diyanetin hutbesinin suçlan­masını haklı bulmuyorum. Hutbenin yılbaşını kutlayanlara yönelik eleştiri olarak hazırlandığını düşünmüyorum. Belli haramları hatırlatan bir hutbeydi. Diyanet İşleri Başkanımızın “Mabet ile eğlence mekanına yapılan vahşet aynıdır” cümlesine katılıyorum. İki olay yan yana gelince algı yönetimi sorunu oldu. Bu katliam olmasaydı hiçbirimiz o hutbeyi konuşmayacaktık.

        Siz yılbaşı meselesine nasıl bakıyorsunuz? Yılbaşı kutlamak günah mıdır?

        Kutlama günah olmaz. Yılbaşını, hicri yılı ya da miladi yılı kutlamak da günah değildir. Hatta güzel bir davra­nıştır. İnsanların yeni yılı kutlamasına diyanet ve din bir şey demez. Diyane­tin ve din hocalarının demesi gereken şey “Kutlamana haram bulaştırma. Kutlamana içkiyi, kumarı karıştırma” olmalıdır. Bizim tarihimizde nice güzel eğlenceler, sanat, musiki var. 14 asırı ağlayarak, başımız önde geçirmedik. Asıl suratlı dindar profili oluşturuldu. Sorun eğlence değildir. Eğlenenleri kınayarak kutuplaştırmaya yol açmak yanlıştır. Toplumsal sinirlerimiz gev­şedi. En küçük şeyde alev alacak gibi­yiz. Siyasetçilerin, din ve üniversite hocalarının, aydınların, gazetecile­rin sözlerine dikkat etmesi gerekiyor. Kutuplaşmayı besleyecek gibi görü­nen masum cümlelerden dahi kaçın­mamız gerekiyor.

        SATRANÇ YORUMU: ‘KİMSENİN GÜNAH ÜRETME HAKKI YOKTUR’

        ‘Satranç günahtır’ tartışmasına ne diyorsunuz?

        Allah’ın haram dediği haramdır. Haram demediği helaldir. Kimsenin günah ve haram üretme hakkı yoktur. Maalesef din adamları “Benim yorumum” demiyor da “İslam’a göre”, “Allah’a göre” diyor. Bunu dinleyen gariban vatandaş birden fazla İslam’la karşı karşıya kalıyor. Birinin başında fes diğerinin yüzünde sakal var. Kılık kıyafetine mi bakacaksın? Dediğine mi bakacaksın? Allah’ın haram kıldıkları bellidir. Bunu anlayabilselerdi yaşam tarzlarına müdahale etmezlerdi, farklı görüşlere tahammül ederlerdi.

        ‘MEZHEPLER TEK HAKİKATÇİ VE TAHAMMÜLSÜZ’

        Ya mezhep tartışması?

        Devletlerin belli mezheplere sahip çıkmasının kaoslara ve şiddete yol açtığını görüyoruz. Orta­doğu’da olanlar da bunu bize anlattı. Din dili hoş­görülü ve mütevazı karakterini kaybetti. Mesela günümüzde Selefiliğin öne çıkan tezi “Kur’an ve Sünnet’e dönmek” ise de bu söylem slogandan öteye gitmez. Asıl sorun onların din adına tek haki ­katçı ve tahammülsüz tutumudur. Şia dünyası da hiyerarşi içinde bir din söylemi geliştirdi. Din uleması adeta bir ruhban sınıfına dönüştü. Sünni kesimde de dini bilgide tek hakikatçılığın benimsendiğini görü­yoruz. Gerek Şii gerekse Sünni kesimin sivil ve çoğulcu söylemler yerine siyasal ve ideolojik bir din i söyleme ağırlık vermesi dine zarar veriyor

        ‘LAİKLER DE DİNDARLAR DA KADINI ŞEKLEN ÖNE ÇIKARDI­LAR’

        “Alnı secdeden kalk­mayan Müslümanlar dün­yevileşmeye meydan okuyarak dünyevileşiyor. Şekli bir dindarlıkla yetine­rek hızla dünyevileşiyoruz” demişsiniz. Şekli dindarlık­tan kastınız nedir?

        Günümüzde dindarlık şekil yönüyle arttıkça içi boşalmaya başladı. İbadete yoğun­laşan bir dindarlık anlayışımız var. Namaz kılıyo­ruz, sık sık Umre’ye gidiyoruz, Kuran-ı Kerim’i okuyoruz, gözümüz­den yaş­lar akıyor. Bir diyeceğim yok, yapalım ama o seccadeden başımızı kaldırıp, ticarete başladığı­mızda, trafikte, ilişkilerimizde başka bir insan oluyoruz. Biraz önce Allah’la buluşan, insan gidiyor, acımasız ve kibirli bir insan geliyor.

        Türkiye’de ötekine karşı hoşgörüsüzlük ve toplumsal kutuplaşma yaşanmasında dindar kesi­min hataları oldu mu?

        Herkesin hatası oldu. Laik­lik ve modernleşme adına büyük yanlışlar yapıldı. Modernleşme kadın üze­rinden yapıldığı için bunun rövanşı da kadın üzerinden alınıyor. Erkekler kurulu ata­erkil düzenlerini değiştirmek­sizin sürekli kadının şeklen batılılaşmasını öne çıkardı­lar. Bu durumun muhafazakâr kesimle uyuşmayan tarafları vardı. Dindar kesim de ataer­kil yapıdan taviz vermeksizin kadın üzerinden dindarlaş­mayı sağlamaya çalışıyor. İki durum da kötü...

        İslam laikliğe karşı mıdır?

        Laiklik tartışmaları İslam dünyasına hoyratça ve dışarıdan dayatma ile girdi. Katı Batıcıların emri vakisi ve stratejik hatalar da olunca muhafazakâr kesimde değişmez bir önyargı oluştu. Laik kesimde de dindarlık ve din hakkında olumsuz bir yargı oluştu. Yobaz çizgide bir din eğitimi verirseniz adam onu dinin gereği zanneder. Çocuğunu da döver insanlara da sataşır. Tarihimizde farklı yaşam tarzlarına devlet eliyle sistematik bir müdahale yoktur. Ama son dönemde din siyasal ve ideolojik bir tavır haline gelmeye başladı. Dinin neye izin verip, neye vermediği konuşulmaya başlandı. Din adına konuşma Allah’a ve peygambere aittir. Din bilginlerinin din adına konuşması son derece yanlış ve tehlikelidir.

        ‘21. YÜZYIL MÜSLÜMANLIĞINI İNŞA ETMEK GEREKİYOR’

        Müslüman modern olabilir mi? Modernite ve İslam arasında çelişki var mıdır?

        Modernizm ve moderniteyi birbirinden ayırıyorum. Modernite içinde yaşadığımız gerçekliklerdir. Hem dindar hem modern dünyanın gereklerine cevap veren insan olabilir. Biz 21. yüzyılı yaşamak üzere Allah tarafından gönderildik. Bu yüzyılın dayattığı her şey doğru olmayabilir ama gerçekleri var. Modernitenin esiri olmadan 21. yüzyıl Müslümanlığını inşa etmek gerekiyor. Bu yüzyılda yaşadığımızın farkında olarak hesaplaşmak, alt etmek, kabullenmek, onarmak gerekiyor.

        ‘İLAHİYAT FAKÜLTELERİNDE ANTROPOLOJİ VE KÜLTÜR TARİHİ OKUTULMALI’

        İslam, kadının kocasına hizmet eden, kocasının çizdiği sınırlar içinde yaşayan, işleriyle ve çocuk bakımıyla ilgilenen, mahreme bulaşmamak için iş hayatına fazla katılmayan bir kadın modeli mi istiyor?

        Kültür tarihimizin kitapları böyle bir kadın çiziyor. Kuran’dan bahsetmiyorum. Eski alimlerin kadın tasavvuru böyledir. Hani bu din kıyamete kadar var olacaktı? Bu dinin anlaşılmasını 2. asırdaki alimlere bırakırsanız, onların anladıklarına İslam derseniz, bizim dediklerimize reform derseniz olmaz! Bu antropoloji ve kültürdür. Konuşmamız gereken de bugünkü Müslümanlıktır. İlahiyat fakültelerinde antropoloji ve kültür tarihi eksiktir. Din ilimlerinin okutulma biçiminde yanlış yok ama eksiklik var. Dini tarihten, toplumdan koparamayız. Antropolojiyi, kültür tarihini, medeniyet tarihini göz ardı ederek anlayamayız. Kuran’ı Kerim’deki bir hüküm hiç yoktan mı geldi yoksa tarihi bir arka planı var mı? Dini kültür tarihinden bağımsız tuttuğunuz zaman anlamsızlaşıyor. Kuran’ı Kerim’i anlama başlı başına önemli bir iş. İslam uleması dini anlama üzerine çok konuşmalı.

        Ya “Niye kadına çok evlilik verilmiyor da erkeğe veriliyor?” “İçkiyi yasaklıyor da cariyeliği neden yasaklamıyor?” gibi tartışmalar?

        Allah dini 21. yüzyıl İstanbul’una gönderecek olsaydı. Kolay olurdu. Ama öyle bir din ki ilkel kabilesi var, büyüye inananı var, tarım toplumu var. Çok geniş bir perspektif olduğu için birçok gevşek bırakıldı. O günkü toplumda bunu yasaklamak kolay bir şey değildi.

        Röportaj: Kübra Par

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ