Saffet Sancaklı: Evliliğimiz boyunca hiç kavga etmedik
Eski futbolcu MHP milletvekili Saffet Sancaklı, eşinin intiharından sonra ilk kez Gazete Habertürk'ten Kübra Par'a konuştu
Saffet Sancaklı çok genç yaşta başladığı futbol kariyerinde hızla yükselmiş, üç büyük takımda oynamış, sayısız kez milli takım formasını giymiş, son dönemde ise MHP milletvekili olarak siyasette de başarıyı tatmış bir isim ama şu hayatta bir insanın başına gelebilecek en acı olaylardan birini yaşadı. İlkokuldan beri birlikte olduğu sevgilisi, 28 yıllık eşi Hülya Sancaklı geçtiğimiz şubat ayında İstanbul’daki evlerinde intihar ederek yaşamına son verdi. Geride sadece çocuklarına kısa bir not bıraktı: “Duygu’m, Mert’im beni affedin. Tükendim. Tüm sevdiklerimden özür dilerim”...
Saffet Bey o günden sonra yaşananlara dair hiç konuşmadı. Ne aileiçi şiddet iddialarına ne de siyasi fikir ayrılığı dedikodularına cevap verdi.
Geçtiğimiz hafta, milli takımdan ayrılan Arda Turan için Meclis’te yaptığı sert konuşmayla tekrar dikkatleri üzerine çeken Sancaklı ile Ankara’da buluştum ve Hülya Hanım’ın ölümünün ardındaki sır perdesini, Türk futboluna yönelik eleştirilerini ve MHP’deki serüvenini sordum...
‘O EVE BİR DAHA HİÇ GİRMEDİK’
Sizin için zor bir yıldı; eşiniz Hülya Hanım’ı kaybettiniz. Hayat nasıl? Kendinizi toparlayabildiniz mi?
Toparlayamadık. Hülya Hanım ilkokul arkadaşımdı, mahallenin kızıydı. Dünyada da bu işi yapacak (intiharı) en son insandı. Öyle bir şey yaşadık ki, kurtulmamız çok zor. Ama ben de Saffet Sancaklı’yım, çocuklara, sülaleye, topluma karşı dik durmak zorundayım. Başka sorumluluklarım var; milletvekiliyim. Türkiye zor günler geçiriyor. Partide de görevim var. Ama önceliği çocuklara verdim.
Çocuklarınız Duygu ve Mert nasıl?
Aslında üçümüz de birkaç aydır birbirimize rol yapıyoruz; ben onlara rol yapıyorum, onlar da babaları üzülmesin diye öyle davranıyorlar. Toparladılar biraz ama her şey bize Hülya Hanım’ı hatırlatıyor. Bir çorba içsek, “Annem de bu çorbayı çok iyi yapardı, çok severdi” diyorlar. O eve bir daha hiç girmedik. Çocuklara daha az hatırlatması için hemen başka bir ev alıp eşyalarına kadar her şeyini yeniden yaptım. İlk birkaç ay zor geçti. Çocuklar da olgunlar, şu anda Hülya Hanım’la ilgili yapabileceğimiz iki şey var; dua ediyoruz ve hayır işleri yapıyoruz. Duygu, “81 İlde 365 Kütüphane” adlı bir projenin başına geçti. Bir de Allah kısmet ederse Hülya Hanım’ın adına bir okul yaptıracağım.
Mert annesinin intihara kalkışacağını fark etmiş, engellemeye çalışmış. Neler yaşandı o gün?
Anayasa görüşmeleri için Ankara’daydım. Mert de Meclis’te yanımdaydı. Sayın Genel Başkan’la yemek yiyorduk. Mert’e bir veda mesajı geldi. Telefonda annesiyle epey bir konuştu ve durumu anladı. Ben de hemen ambulansı ve güvenlikleri eve yönlendirdim. Ama aklıma silah gelmedi, ilaç içeceğini düşündüm.
Sizin silahınız mıydı?
Evet, benim silahımdı. O da evde ortada durmuyordu.
Beklediğiniz bir şey miydi?
Hayır, beklediğim bir şey değildi. Ben milletvekili seçildim, bir iki ay sonra da kızım Duygu evlendi. Dizi seyrederken bile aynı koltukta oturan, birbiriyle iyi anlaşan bir aileydik. Bir anda 4 kişinin 2’si evden uzaklaştı. Böyle olunca eşimin psikolojisi biraz bozuldu. İlk birkaç ay fark etmemiştim, çünkü metanetli bir kadındı, morali bozulsa bile belli etmezdi. Sonra kendisi anlattı. “Sıkılıyorum. Anneme gidiyorum oturamıyorum, alışveriş merkezine, kafeye gidiyorum duramıyorum” dedi. “Ne oldu da böyle hissediyorsun?” diye sordum, “Bilmiyorum” dedi.
Neden sizinle Ankara’ya taşınmadı?
Mert’in lisesi vardı. İyi bir okulda okuyordu, 2 senesi kalmıştı.
Aranızda gerginlik, küskünlük var mıydı?
Yoktu ya... Hülya Hanım bana hiç küsmezdi ki. Çocukluk arkadaşıydık.
‘İLKOKULDAN BERİ BİRLİKTEYDİK, BERABER BÜYÜDÜK’
Bunu sormak zorundayım; evde şiddet var mıydı Saffet Bey?
O soruyu bizi tanıyan aileleri bulup onlara sorun. Şiddet olur mu hiç! Hayatım boyunca aklıma bile gelmedi. Bizim evde kavga gürültüyü bırakın, yüksek sesle konuşulmazdı. Çocuklar da öyle büyüdü. Hülya Hanım’la aynı mahalledendik, ilkokul, ortaokul, lise boyunca aynı okulda okuduk. O benden iki sınıf alttaydı. O, liseyi bitirince de nişanlandık. Biz birlikte büyüdük. O benim sadece eşim değildi, en yakın arkadaşımdı, sırdaşımdı. Ben bugünlere gelirken beraber geldik. O hep arka planda kaldı, çünkü öyle bir yapısı vardı. Televizyona çıkmak, görünmek istemezdi.
Açıkçası sert bir mizacınız olduğunu düşünenler “Bu adam kim bilir evde kadına neler yapıyordu ki bu noktaya sürüklendi” demişler...
Yok, biz hayatımız boyunca Hülya Hanım ile kavga etmedik. Bir gün çocuklarımla karşılaşırsanız bunu onlara da sorabilirsiniz...
Peki, kendinizi sorumlu hissediyor musunuz, suçluluk duygusu var mı?
Suçluluk duygusu yok. Çocuklara da onu söyledim. Duygu, “O gün anneme gitseydim, onunla yemeğe çıkardım” diyor. Mert de, “Ankara’ya gelmeseydim, belki orada olurdum” diyor. Onlara, “Bizim suçluluk duyacak bir şeyimiz yok” dedim.
Peki, onu bu noktaya ne sürüklemiş olabilir? Bunaldığını söylemiş...
Bana anlattığı zaman, “Doktordan yardım alalım” dedim. “Doktora ne diyeceğim? “Kocanla aran nasıl?” diye soracak. “İyi”. “Çocuklarla aran nasıl?” “İyi”. “Maddi problemin var mı?” “Yok”. “O var mı?” “Yok” “Bu var mı? “Yok”... “Ne anlatacağım ki ben doktora” dedi. “Yine de git, belki bir faydası olur” dedim. İki üç ay daha direndi, sonra gitti. Çok şiddetli olmayan anti-depresanlar kullanmaya başladı. Onları kullanmaya başladıktan 1 ay sonra her şey normale döndü. Neşeliydi. Duygu ile geziyorlardı. O hafta da hep beraber Bosna’ya gitmiştik. Çok iyi geçti. Kıştı, dağlarda karların içerisindeydik. Havaalanına geldik, baktım, kar yağışı nedeniyle İstanbul’dan uçak kalkamıyor ve çoluk çocuk herkes perişan bekliyor. Ulaştırma Bakanı’nı aradım, durumu izah ettim. Bizi bir şekilde oradan aldırmasını rica ettim. “Tamam, küçük bir uçak var mı bakayım” dedi. 150-200 kişinin beklediğini söyleyince, sağ olsun başka bir şehirden uçak gönderdi. Millet arkadan bana dua etti. Hatta Hülya Hanım da, “Ne kadar büyük sevap işledik” dedi. Keyfi yerindeydi. Ne oldu da o noktaya geldi anlayamadık.
‘SPOR BAKANI OLMAK İSTİYORUM’
Neden milletvekili oldunuz? Eski ünlü bir futbolcu olarak vitrinde görünmek için mi? Yoksa hakikaten siyaset adına, futbol adına yapmak istediğiniz net şeyler var mı?
Milletvekili olmadan önceki hayatım her anlamda daha iyiydi. İşi gücü olan, dünyanın birkaç ülkesinde ofisi olan, ticaret yapan, hiç kimseye hesap vermeyen bir adamdım. Fakat Devlet Bey, Ekim 2010’da beni arayıp “Alana inmeniz lazım. Toplumda karşılığınız var. Gençlerin idolüsünüz” dedi. Bir amacım olduğu için siyasetteyim. Sayın Genel Başkan’la da paylaştım. MHP’nin iktidar olduğu ya da iktidara ortak olduğu bir yerde, Allah kısmet ederse Spor Bakanlığı yapmak istiyorum. Birikimimle, bu ülke gençlerinin önünü 50 sene açabilirim.
Spor Bakanı olursanız neyi değiştirecekseniz?
Federasyonlardaki bütün sistemi olması gerektiği gibi kuracağım. Türkiye’de özellikle Milli Eğitim Bakanlığı ile birlikte üç beş proje yaptığınız an, spor yapan, sanatla uğraşan, entelektüelliği yüksek yeni nesil yetişecek. 6 yaşındaki bu çocukları bunlara başlatırsan liseyi bitirdiğinde 12 sene boyunca spor yapmış ve sanatla uğraşmış olur. 5 sene de üniversite dersek, 17 sene devamlı spor yapan, sanatla uğraşan parlak bir nesil yetişmiş oluyor. Bu arada da bunların içerisindeki yetenekli olanlar da milli takımlara gidiyor zaten, sporcu problemi kalmıyor. Ayrıca 23 senenin 17 yılında sporla uğraşmış, biri sonraki hayatında da spora devam eder. Sağlık Bakanlığı, Türkiye’de bütçenin en çok harcandığı ikinci yerdir. Peki, spor yapan nesil bu kadar hastalanır mı, hastalanmaz. Sağlığa bu kadar para harcanır mı, harcanmaz.
‘ÜLKEYİ KURTARALIM SONRA AKP İLE YİNE KAPIŞIRIZ’
Siyasete neden MHP çatısı altında katıldınız?
Sancak doğumluyum, eski Yugoslavya. Dedelerim Osmanlı zamanında Balkanlar’a gönderilmiş. MHP’nin de kuruluş tüzüğünde vatan, bayrak ve ezanı savunan, başka hiçbir yere sapmayan bir parti olduğunu görüyoruz. Çocukluğumda da Ülkü Ocakları’nda bulundum. İyi bir ülkücü olduğum bilinir.
MHP’nin son dönemde AK Parti ile siyasi işbirliği ülkücüler içinde tartışma yarattı. Siz ne düşüyorsunuz?
Türkiye’de 15 Temmuz’dan sonra çok şey değişti. İnsanlar haklı olarak, “Geçen seneye kadar Devlet Bey, Tayyip Bey’e neler söylüyordu” diyor. Devlet Bey de Türkiye’nin küresel güçler tarafından kaosa sürüklenmek istediğini gördüğü için, iktidarda kim olursa olsun devletten yana olacağımızı söylüyor. AKP’nin yaptığı yanlışlara karşı eleştiri hakkımız orada duruyor. Şu anda ülke zor durumda, önce onu kurtaralım sonra yine kapışırız.
Meral Akşener, Ümit Özdağ gibi isimlerin yeni parti hazırlığı içinde olduğu konuşuluyor. Nasıl bakıyorsunuz?
Bu konuyla ilgili yorum yapmayacağım. Bu isimler eskiden beri tanıdığım, geçmişte de fikir birlikteliği yaptığımız arkadaşlardır. Şu anda Türkiye’de kim ne yapıyorsa, yapacağı şeyin ülkeye faydalı mı zararlı mı olacağına bakması gerekiyor. Faydalıysa kim ne yapıyorsa yapsın. Ama ne olur kimse ülkeye zarar verecek bir şey yapmasın.
‘MİLLİ TAKIM KABADAYILIK YAPILACAK YER DEĞİLDİR’
Saffet Bey, siz üç takımda da oynamış ender futbolculardan birisiniz. Hangisi en çok iz bıraktı?
Üç takımda da oynamış ilk futbolcuyum. O kadar değerli camialar ki üçünün de ayrı güzelliği var. Beşiktaş’a transfer olduğumda daha 20 yaşındaydım. O zaman Süleyman Seba başkandı. Beşiktaş Kulübü bir aile gibiydi; Süleyman Abi bizim babamız, biz de adeta onun çocuklarıydık. Metin-Ali-Feyyaz’ların dönemiydi. Oradan çok memnun ayrılmıştım. Daha sonra 1994 senesinde Galatasaray’a transfer oldum. Galatasaray’a gittiğim dönemde de Avrupa’da Şampiyonlar Ligi başlamıştı ve Türkiye’den de bir tek Galatasaray oynuyordu. Galatarasay’da da çok güzel zaman geçirdim. Fenerbahçe’nin de şaşaalı döneminde oynadım. Bir sene Ali Şen başkanlığında, bir sene de Aziz Yıldırım döneminde çalıştım. Oynadığım kulüpler açısından gerçekten çok şanslıydım.
O günler Türkiye’de futbol açısından daha iyi günler miydi?
Bizim jenerasyon çok parlak bir jenerasyondu. 1996’da Avrupa şampiyonası’na ilk kez katıldığımız, 2000’de Galatasaray’ın UEFA Kupası’nı ve Süper Kupa’yı aldığı, 2002’de Dünya Üçüncüsü olduğumuz bir dönemdi. Şu anda 35-40 yaş üstü insanlara, “En sevdiğin 10 futbolcuyu say” derseniz 9’u bizim dönemden olacaktır.
Ne oldu da sonrasında o parlaklık devam edemedi?
2002’de Dünya Üçüncüsü olduk. Ama biz o zaman dünya futbolunda üçüncü değildik, organizasyon olarak maalesef sınıfta kalmıştık. Yöneticiler, “Bak biz ne kadar iyi yönetiyoruz” demeye başlamışlardı. Aslında kötü yönetiyorlardı. Dünyada gelişmiş ülkelerin futbol sistemi nasılsa, aynısının uygulanması gerekiyordu ama bizde her köşede bir krallık kuruluyor ve o devam ediyor. Son 10-15 yıldır Türk futbolunda yaşanan kaos, atamalarla gelen yakınlar, ahbap-çavuş ilişkileri, ülke futbolunu uçurumdan aşağı düşürdü. Avrupa şampiyonalarındaki elemelerden önce kuralar çekilir. 4 torba vardır. Şu an Türkiye 4. torbada bulunuyor. Ama televizyona çıkıp bir anlatıyorlar; Almanya Futbol Federasyonu Başkanı konuşuyor zannedersiniz. Tabii bizim gibi futbolun içinde olan insanlara komik geliyor.
Son dönemde Türk futbolunun kavgacı-gürültücü olmasında sizce hocaların payı var mı?
Anne babanın devamlı kavga ettiği, üç çocuklu bir ev düşünün. Sizce o çocuklar sakin mi yetişir, kavgacı mı yetişir? Sistemsizlik sistemi kurmuş. Yönetici kendi kafasına göre takılıyor, kimse de hesap soramıyor. Teknik direktör de kendi istediğini yapıyor. Oyuncular çok akıllıdır. Biz hep fakir ailelerden geliriz. Çocuk kendini kurtarmak için bu kadar zorluğa katlanıp da milli takım seviyesine yükselir. Aptal adam oraya gelemez. Belki eğitim seviyesi düşük olabilir ama zekâ seviyesi yüksektir. Oyuncu da yöneticileri görünce kendi kafasına göre takılıyor.
Milli Takım ve Galatasaray’da yıllarca psikolojik danışmanlık yapan Prof. Dr. Acar Baltaş, Hürriyet’ten İpek Özbey’e verdiği röportajda “Sorun hocalar. Çoğu cahil ve genç yaşta ellerine düşen bu çocukların psikolojilerini yönetemiyorlar” dedi. Katılır mısınız?
Katılırım. Bir adam Türkiye’de futbol kariyerinde ne yaşayabilecekse yaşadım. Beni 12 yaş grubuna antrenman yaptırmak için götürün, beceremem. O ayrı uzmanlık isteyen bir alandır. Ama beni Barcelona A takımının antrenmanı yaptırmaya götürün, kimse antrenör olmadığımı anlayamaz, çünkü ne yapılacağını biliyorum. Bunlar ayrı uzmanlık alanlarıdır ama Türkiye’de öyle olmuyor. Herhangi bir takımın başkanına, “Başkanım bizim eski futbolcu Saffet biraz zor durumda, alkole de düşmüş. Altyapıda çalışsın da biraz kazansın” diyorlar. O da, “Aa olsun, bizim de ona bir iyilik yapmamız lazım” diyor ve getirip antrenörlük yaptırıyorlar. Adamın kendine hayrı kalmamış ki çocuklara faydası dokunsun.
Gazeteci Bilal Meşe’ye saldırmasının ardından Arda Turan için “Sen kimsin ki Milli Takımı bırakıyorsun” demeniz tartışma yarattı...
Arda bizim gururumuz. Ama değil Arda, kim olursa olsun, Milli Takım bir hobi değildir. O milli bir görevdir; çağırıldığın zaman oynamak zorundasındır. Ben de doğal olarak Arda’ya, “Sen kimsin?” dedim. Ama konuşmanın tamamını dinlerseniz, Arda’yı kendine getirmek, ona yardım etmek için yapıldığını anlarsınız. Ben onun abisiyim. Kötülüğünü nasıl isteyebilirim. Aynı gün o konuşmayı yapsa sinirli olmasına bağlayıp anlayış gösteririm. Ertesi gün bunu yapması saçma geliyor. “Seni kamptan kovuyorlar, alttan alma” diye etrafından onu doldurduklarını düşünüyorum. Ama Milli Takım kabadayılık yapılacak yer değildir.
Kimileri de Arda’yı haklı gördü. Onu o noktaya getiren ne olabilir?
Yine o konuşmada, “Bu olaya iyi bakmak lazım, Arda mı bu noktaya geldi yoksa birileri mi bu hale getirdi?” diye de soruyorum. Geçen sene, Avrupa Şampiyonası’ndan sonra benzer bir kriz çıktı. O zaman Fatih Terim, “Milli Takım’da şerefiyle, haysiyetiyle oynamak istemeyenler oynamayacak. Bu arkadaşlar Türk halkından özür dileyip, bir daha da Milli Takım’ın yüzünü göremeyecek” dedi. İçlerinde Arda’nın da olduğu dört beş kişiden bahsetti. Bir müddet sonra Arda’yı tekrar Milli Takım’a aldı. “İçime sinmeden alıyorum” dedi. Fatih Hoca’nın bu şekilde konuşması biraz tribüne oynamaktır.
Olayların bu hale gelmesinde Terim’in hatalarının payı var mı?
Tabii ki var. O yönetiyor. Türkiye tarihinin en kariyerli hocasıdır, çok tecrübeli bir isimdir. Tecrübesiyle bu olayları önlemesi gerekirdi.
Federasyonu neden eleştiriyorsunuz?
Süper Lig’de 18 tane takım var, Türk futbolunu 1000 kişi yönetiyor. İçlerinde bir tane milli futbolcu yok. Siyaset, güç, iktidar her şey var. Türk futbolu 4. torbaya düşmüş ve istifa mekanizması diye bir şey yok. İşadamları, devletle işi olanlar Futbol Federasyonu’nda yöneticilik yapmayacak. Yıldırım Bey’in (Yıldırım Demirören) holdingi, gazeteleri var ve devletle iş yapıyor. Şimdi Ankara’dan bir talimat gelse, yapar mı yapmaz mı? Yapmak zorunda. O zaman da futbol sadece görüntüde kalıyor. Hayatlarında hiç oynamamışlar. Bunlar çok başarılı adamlar ama kendi branşlarında devam etsinler.
Çözüm ne peki?
Gönlümden şu geçiyor: Dünya futbolunu yöneten sistem zaten kurulmuş. Onu alıp Türkiye’ye getireceksin ve buraya uyarlayacaksın. Yöneticilerden en az beş altı tanesi milli futbolcu olmalı; milli takımları onlar götürmeli, teknik direktörü onlar belirlemeli. Geçenlerde, Avrupa şampiyonasında Hırvatistan maçına davet edildim. Futbol Federasyonu yöneticilerinin de olduğu masada oturuyoruz. “Fatih Terim’i kim denetliyor?” diye sordum. “Fatih Hoca’yı nasıl denetleyelim, biz onun kadar bilmiyoruz ki” dediler. İşte sorun tam da bu! Milli takım yönetim kurulunda 3 tane daha Fatih Terim olsa, Fatih Hoca 14 tane yabancıyı çıkarttırabilir mi? Türk futbolunu kurtarma projesi diye yabancıları doldurdular, 4 büyük kulübün toplam borcu 6,5 milyar. İnsanlar kişisel bir problemim var veya birini federasyon başkanlığına getirmek istiyorum sanıyorlar.
Aklınızda bir isim var mı?
Hayır, yok. Benim kafamda model var; yıllarca milli takımda oynamış, toplumun kabul ettiği, mümkünse siyasi olmayan, organizasyon yeteneği olan biri gelmeli.
Size teklif gelse kabul eder misiniz?
Ben milletvekiliyim. Milletvekili olduğunu zaman zaten bir şey yapamazsınız.
Federasyon Başkanlığı için Rıdvan Dilmen’in adı geçiyor, ona nasıl bakıyorsunuz?
Şahıslarla ilgili konuşmak istemiyorum ama iş oraya gelirse aday olmak isteyen arkadaşları toplumun önüne çıkarırız. Televizyonda ne yapmak istediklerini anlatırlar, toplum kimi en çok istiyorsa o olur.
‘RIDVAN’IN İZMİR MARŞI ÇIKIŞINA BOZULDUM’
Son dönemde Rıdvan Dilmen’e kızanlar olduğu gibi sempatiyle bakanlar da var. Siz hangi tarafa daha yakınsınız?
Rıdvan benim çok eski arkadaşım. Kendisini çok severim ama geçenlerde, “İzmir Marşı’nı statta neden okuyorlar, okumasınlar” açıklamasına bozuldum. Karşılaştığımız zaman onun siyasi bir marş olmadığını söyleyeceğim.
‘SPORCULAR SİYASETTEN UZAK DURMALI’
Sporcuların siyasi görüş açıklamasına nasıl bakıyorsunuz?
Mümkün olduğu kadar uzak durmaları gerekiyor. Futbolu bıraktığım güne kadar ağzımdan bir tane siyasi söylem çıkmamıştır. Milli formayı giyip 80 milyonu temsil ederken, siyasi bir görüş bildirirsen ayrışmalar olacaktır. Uzak durmalarında fayda var.
‘ŞİKEYE HİÇ ŞAHİT OLMADIM’
Yıllardır şike meselesini konuşuyoruz. Futbol hayatınızda hiç şikeye şahit oldunuz mu?
Hayır, hiç şahit olmadım. Futbol hayatım boyunca biri gelip de bana, “Al şu parayı, yenil” demedi. Zaten derse başına ne geleceğini biliyor ama böyle bir şeye şahit de olmadım. Bir kulüp başkanı veya teknik direktör, içeride 20 tane Saffet Sancaklı oturan bir soyunma odasına girip, “Beyler bu maçı veriyoruz” diyebilir mi? Öyle bir dayak yer ki orada onu hastaneler kurtaramaz. Eğer bu anlatılanın yüzde 10’u varsa, biz kapıya kilit vuralım. Her şeyi şikeye bağlıyorlar.
Peki sizce şike davası tamamen kumpas mıydı?
Her şeyi Aziz Bey’in üstüne yüklediler. Eğer Türkiye’de böyle bir şey varsa olaya daha geniş çaplı bakılmalı. Ama zaman geçtikçe bakıyorum da o yapılan şike operasyonu değilmiş gibi geliyor.
‘KILIÇDAROĞLU’NUN YÜRÜYÜŞÜ SAĞLIK AÇISINDAN İYİ DEĞİL’
Kılıçdaroğlu’nun Adalet Yürüyüşü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Aşağı yukarı son 2-3 yıldır, Türkiye’de sokaklar çok tehlikeli olmaya başladı. Çok korkuyorum.Bu provokasyona çok açık bir eylem. Hadi bir iki gün tamam, ama yaklaşık 35-40 gün sürecek bir yürüyüşten bahsediyoruz. Milletin sokaktan çekilmesinden yanayım. Ayrıca eski bir sporcu olarak, o yaştaki adamların her gün 20 km yürümelerinin sağlıklarına iyi gelmeyeceğini düşünüyorum. Aydın milletvekili Hüseyin Yıldız, benim de çok yakın arkadaşım, kalp krizi geçirmiş. Bir gün yürüyüp, iki gün dinlenseler problem yok. Ama o yaştaki insanların her gün 20 km yürümeleri fizik kurallarına ve sağlıklarına aykırıdır.
Peki, Türkiye’de bir adalet sorununun olduğunu düşünüyor musunuz?
Tabii ki var. Onu sağırlar biliyor, körler görüyor. Türkiye’deki adalet sisteminin ne hale geldiğini herkes görüyor. Ama bunlar yürüyerek düzelecek mi? Adam “Enis Berberoğlu vatan hainliği yaptı. Başka bir ülkeye ajanlık yaptı” diyor. Vatan hainliğini, ajanlığı kim yapmış olursa olsun, cezasını çekmeli. Ama yapmadıysa da yaptı diye içeri atılmamalı. Ben adaletten yanayım. Hepimizin de adaletten yana olması gerekiyor.