Prof. Zafer Toprak: Seküler bilim çevresi Şerif Mardin'e haksızlık etti
Prof. Zafer Toprak, geçtiğimiz günlerde hayatını kaybeden sosyolog Prof. Dr. Şerif Mardin'in entelektüel hayatı içindeki yerini Gazete Habertürk'ten Kübra Par'a anlattı
Sosyolog ve siyaset bilimci Prof. Dr. Şerif Mardin, geçtiğimiz gün hayatını kaybetti. Vefatı hem sağ hem sol çevrelerde büyük üzüntüyle karşılandı. Mardin’in Türkiye’nin en önemli sosyologlarından biri sayılmasının arkasında, hemen her dönem akademi ve siyaset dünyasındaki hâkim görüşlere itiraz edip yeni kavramlar yaratması yatıyordu. 60’lı ve 70’li yıllarda, Kemalizm’e ve Marksizm’e yönelik eleştirileri, kültür ve din sosyolojisi alanındaki çalışmaları ezber bozmuştu. 2007 yılında literatüre kazandırdığı “mahalle baskısı” kavramı da büyük gündem yaratmıştı. Onu sevenler kadar kızanlar da çoktu. Prof. Mardin’in Türkiye entelektüel hayatı içindeki yerini, Mardin’in Mülkiye’den öğrencisi, benimse Boğaziçi Üniversitesi’nden hocam Prof. Zafer Toprak ile konuştum.
- Şerif Mardin’i Türkiye’deki diğer sosyal bilimcilerden farklı kılan neydi?
Ben Şerif Hoca’nın Mülkiye’den öğrencisiyim. Bundan 50 yıl önce, gündemde devrim vardı. Biz 68 nesliydik. Şerif Hoca da Siyasal Düşünce dersine gelirdi. Bizim okuduklarımız o yıllarda büyük ölçüde Marksizan bir literatürdü. Politzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri’ni, Nitikin’in Ekonomi Politik’ini, bir de üzerlerine Lenin’in Kapitalizmin En Son Evresi Emperyalizm kitabını hatmettiniz mi, zihninizde çözemeyeceğiniz sorun kalmazdı. Üçüncü Dünya’cı bir anlayış hâkimdi ders programlarında... Türkiye’nin az gelişmişliği ana sorunsaldı. İktisadi Düşünce dersinde Türkçe’ye yeni çevrilmiş olan Kapital’i okurduk. İşte böyle bir ortamda Şerif Hoca Makyavelli’nin Prens’ini ya da Mercimek Ahmet’in Kâbusname’sini okuturdu. O günlerde biz öğrenciler buna bir türlü anlam veremezdik. Ama bu ders sayesinde kafa yorduğumuz sorunsalların tek boyutlu olmadığını görme fırsatı bulduk. Kalıpların dışına çıkmayı öğrendik. Mülkiye’de Şerif Mardin’in çok farklı bir konumu vardı. Ders içeriği de o gün için “muhalif” bir nitelik taşıyordu.
- “Ders içeriği o gün için muhalif bir nitelik taşıyordu” dediniz. Kendisini de muhalif bir aydın olarak tanımlamak mümkün mü?
Bana sorarsan, Şerif Mardin Marksizan çizgiden uzak, ama özünde çağdaş normlarla sol bir kimlikti. Her zaman muhalifti. Muhalefet solun temel göstergesi olsa gerek... İlk muhalefeti Demokrat Parti’ye karşıydı. Güncel siyasete başkaldırışı, 1956 yılında SBF Dekanı Turhan Feyzioğlu, Aydın Yalçın, Muammer Aksoy, Münci Kapani ve Coşkun Kırca ile birlikte Demokrat Parti’nin özgürlükleri kısıtlayıcı tavrına karşı koyarak üniversiteden istifa etmişti. Grubun içerisinde en kıdemsizleri Şerif Mardin ve Coşkun Kırca’ydı. Şerif Mardin, Amerika’dan gelmiş, 1954 yılında Mülkiye’de Siyasi İlimler asistanı olmuştu. İstifa ettiği sırada doktorası bile yoktu.
- “Özünde sol bir kimlikti” diyorsunuz ama sağ-muhafazakâr kesim de onu çok sahipleniyor. Cenazesinde eski Başbakan Davutoğlu ön saflardaydı. Şerif Mardin gerçekten solcu muydu?
Sol kavramı aslında Fransız Devrimi ile çok yakından bağlantılı, Assemblée Nationale dedikleri yerde kimin sağda kimin solda oturduğuyla alakalı bir şeydir. Solu, muhalif olma kavramı olarak ele alıyorum. Bugün sol, sadece Marksizm demek değildir; çevrecilik de toplumsal cinsiyet sorunlarına bakmak da hatta hayvan haklarını savunmak da soldur. Sol, bir nevi var olan düzeni sorgulamaktır. Şerif Hoca’nın iktidar ile yıldızı hiç barışmamıştır.
‘SİYASETTE ŞANSI YAVER GİTMEDİ’
- Kimi dönemler güncel siyasete de yaklaşmıştı ama onu hiç aktif politikacı olarak görmedik...
Evet, Şerif Hoca zaman zaman siyasete atılmayı düşündü ama bir anlamda şansı yaver gitmedi. En azından üç kez bu tür yakın temastan söz etmek mümkün. Bunlardan ilki Mülkiye’den ayrılarak Hürriyet Partisi kurucuları arasında yer alması, bir süre partinin genel sekreterliğini yapması ve 1957 seçimlerinde Hürriyet Partisi’nden aday olması. İkincisi 1970’li yıllarda Ecevit’in iktidara yöneldiği dönemde Deniz Baykal, Ahmet Yücekök, Gündüz Ökçün gibi isimlerle CHP’yi sosyal demokrat çizgiye çekme çabası... Üçüncüsü ise 1994’te işadamı Cem Boyer’in öncülüğünde liberal değerleri savunan Yeni Demokrasi Hareketi’nin kurucuları arasında yer alması... Siyasetle arasındaki bu gelgitler her seferinde onun düşünce kurgusunu bir sonraki aşamaya taşımış, ama kısa sürede kendi bilim dünyasına dönmeyi bilmişti.
Prof. Zafer Toprak, Boğaziçi Üniversitesi Atatürk Enstitüsü’nden emekli oldu. Şimdi Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi.
‘ONU ANLAYAMADILAR’
- Prof. Mardin’in özellikle din sosyolojisi alanındaki çalışmalarının AK Parti’nin yükselişine önayak olduğunu söyleyenler var. Böyle bir etkisi oldu mu sahiden?
Düşünce insanları her zaman siyaset çevrelerinde “kullanılır”. Şerif Mardin, Türkiye’de din sosyolojisini başlatan kişidir. Türkiye’de sosyoloji görece dinle mesafeliydi. Bu da bir ölçüde Cumhuriyet Türkiye’sinin sorunsallarıyla çok yakından bağlantılıydı. O yüzden, 1970’lerde akademik camiada din ile uğraşmak aslında cesaret işiydi. Şerif bunu yaptı.
- Peki, bu yüzden akademik camiada baskı görmüş müydü?
Şerif’in söyledikleriyle uğraşmak biraz zordu, her zaman farklı bir konumdaydı. Gerçi uğraşanlar da oldu. Epey muhalifi vardı. Mesela, din çalışmaları nedeniyle Bilimler Akademisi’ne alınmadı. Bilimler Akademisi 90’larda kurulduğu zaman çok daha seküler bir çizgideydi. Hatta AK Parti döneminde devlet bir şekilde din sosyolojisine yakın insanlara mesafeli duruşu nedeniyle TÜBA’nın özerkliğine müdahale etti. Seçkin bir bilim kesimi TÜBA’dan ayrılıp Avrupa Bilimler Akademisi’nin bünyesinde yer alan bir akademiye dahil oldu. Şerif, o akademiye de çağrılmadı.
- Seküler akademik çevre tarafından haksızlık yapıldığını söyleyebilir miyiz yani?
Tabii, Şerif gibi dünya çapında bir bilim insanının görüşleri nedeniyle Bilim Akademisi’nin dışında tutulması, çok büyük bir haksızlıktı. Bilimler Akademisi içerisinde Şerif’in üyeliği için çaba gösteren çok insan vardı, onlara rağmen olmadı.
- Peki, ona kızanların din sosyolojisi dışında tepki gösterdikleri konular var mıydı?
Şerif Mardin’e kızan çok oldu. Daha doğrusu, anlaşılamadığı için kızan çok oldu. Çok derin konuşan bir kişiydi, çok farklı yerlere çekilebiliyordu. Dinsel çevreden de eleştirenler çok oldu. Tarikatlarla uğraşmış olsa bile hiçbir şekilde tarikatçı olmayan, seküler yaşamı olan, bu konularda duyarlı bir insandı.
- “Akademik camiada dinle uğraşmak aslında cesaret işiydi” dediniz. Şerif Mardin ne diyordu bu konuda tam olarak?
Cumhuriyet felsefesi birey ile devlet arasındaki ara kademeleri, özellikle de tarikatları bir ölçüde yok saydı. Oysa bunların toplumda işlevsel bir boyutu da vardı. Özellikle Cumhuriyet’in ilk evrelerinde tarikatlar rejime karşı tavır alan, bireyin iradesine müdahalede bulunan kurumlar olarak görüldü ve kapatıldı. Oysa tarikatların artıları da eksileri de vardı. Abartmak istemiyorum ama sivil toplum kuruluşu gibi algılanabileceğine dair görüşler vardı. Türkiye’de çok seçkin din adamları var, bunları göz ardı etmemek gerekiyordu. Şerif Bey bunları gündeme getirdi. Profesörlük tezi, din ve ideoloji üzerineydi.
‘MAHALLE BASKISI KAVRAMI FETÖ OLAYININ İLK BİLİMSEL ÖNGÖRÜSÜYDÜ’
- Aynı Şerif Mardin, 2007 yılında “mahalle baskısı” diye bir kavram ortaya attı. Tam da aslında AK Parti çevrelerinin yanındaymış gibi algılanırken, o ezberi bozan bir çıkış yaptı...
Şerif Mardin. derinliği olan bir sosyologdu ve Türkiye’deki kentlileşmenin ne denli sorunlar yarattığını gördü. O yüzden, Türk literatürüne “mahalle” kavramını getirdi. Mahalle denen kavram Batı kentleşmesinde tali bir unsurdur. Oysa Türkiye’de mahallenin beraberinde getirdiği bir kontrol mekanizması oluştu. Bu, bireysel özgürlükleri kısıtlayan temel unsurlardan biriydi. Mahallenin dışında başı açık gezen bir insan, mahalleye girerken başını kapamak zorunda kalıyordu. Şerif Bey buna dikkat çekti. Aslında bence bu Fethullah olayının ilk bilimsel öngörüleri de bu mahalle baskısı olayıdır.
- Eşiniz Prof. Binnaz Toprak, 2007-2008 yıllarında bu konuyla ilgili bir saha araştırması yapmıştı.
Evet, hatta mahalle baskısı kavramının geri planında bir anlamda FETÖ örgütsel yapısı gizliydi. Nitekim Binnaz ve ekibi araştırmalarında, Anadolu’nun değişik kentlerinde “abi”leri, “abla”ları ele almıştı. 10 yıl sonra yazdıkları doğru çıktı. Kanımca günümüz Türkiye’sinde “mahalle baskısı” siyasetin ana eksenini oluşturmakta ve yeterince kentlileşemedikçe bu süreç böyle devam edecek...
- Peki, Kemalizm’i neden eleştiriyordu?
Kemalizm ile başlangıç aşamasında daha sıcak bir diyaloğu vardı. İki savaş arası dönemde Türkiye komşularındaki diktatoryal yapılara doğru yönelmedi ama otoriter bir yapısı vardı. Biz uzun yıllar bunu söylemekten çekindik. Sonra tarihe daha serinkanlı bakma gereği duyduk. Bu bağlamda artılarıyla, eksileriyle değerlendirme yönüne gittik. Şerif Mardin de Kemalist evredeki tavırları daha farklı yorumlama gereği duydu. Türk modernleşmesinin kaçınılmazlığını vurgulayan, ulusalcı bir çizgi izleyerek modernleşeceği görüşünü savunan aşırı indirgemeci bilim anlayışına karşı çıktı. Bunu Kemalizm’in entelektüel kalıntısı olarak yorumlamıştı. Bu süreçte 19. yüzyıldan miras iki öğenin, “ulusun önceliği” ve bilimcilik anlayışının hâkim konumunu da eleştirdi. Maurice Barres’den esinlenen Kemalizm’in “milli irade” kavramının ulus inşa sürecindeki zorunluluğunu sorguluyordu. Bir anlamda Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının Rousseau’ya olan bağlılığının sakıncalarına çekiyordu.
- Rousseau’ya bağlılığının sakıncası neydi?
Mustafa Kemal, Cumhuriyet’i kurarken büyük ölçüde Rousseau’dan esinlenmişti. “Milli irade” tanımı Rousseau’nun “halkın iradesi” nden kaynaklanıyordu. Mustafa Kemal daha 1921’deki bir söylevinde bunu açıkça ifade ediyordu. Ona göre imparatorluğu çökerten etmenlerden biri Montesquieu’nün “kuvvetler ayrılığı” anlayışıydı. O nedenle Cumhuriyet’te “hâkimiyet-i milliyye” anahtar sözcük oldu. Ama Rousseau’nun görüşleri bir yandan Fransız Devrimi’ni tetiklerken, öte yandan otoriter yapılanmalara da yol açabiliyordu. Rousseau’dan Lenin’e varılabiliyordu. İşte bu açmazı ilk görenlerden biri Şerif Mardin oldu. Belki bugünlerde de benzer bir sorunsalla karşı karşıyayız. Başkanlık sistemi “milli irade”ye dayandırılıyor.
- Popülaritesinin ardında din sosyolojisi kadar “merkez-çevre” teorisinin de yattığını söyleyebilir miyiz?
Tabii, Şerif Mardin sosyolojisinden bugüne kalan en önemli iki kuramsal kurumsal olgu 70’li yılların başında “sivil toplum” ve “merkez-çevre” ilişkisiydi. Daha Batı’da bile rüşeym halinde olan “sivil toplum” kavramını Şerif Mardin akademik gündeme taşımıştı. Aynı tarihlerde sosyal bilimler yazınımıza getirdiği bir başka “yenilik” “merkez- çevre” ilişkisiydi. Politik iktisat ve iktisat tarihi alanlarında birçok genç Immanuel Wallerstein’in izinde Türkiye’nin geri kalmışlığını irdelerken, Şerif Mardin’in merkez-çevre anlayışı Türkiye’de tarihsel ve günlük siyasetin açmazlarına yeni bir kapı aralamıştı. “Center-Periphery as a Concept for the Study of Social Transformation” klasikleşmiş bir makale olarak literatürde yer aldı. Şerif Mardin, merkez-çevre ilişkisini elit yaratan bir mobilizasyon süreci olarak görüyordu.
MARKSİZM’E NEDEN MESAFELİYDİ?
“ŞERİF Mardin yaşamı boyunca Marks’a mesafeli duracak; ekonomiden çok kültürü, daha doğrusu kültür kodlarını vurgulayacaktı. Bu anlayış bir ölçüde entelektüel kimliğinin gereği akıntıya karşı kürek çekmekle de bağlantılıydı. Özellikle 60’lı yıllarda Türkiye’de Marks entelektüel çevrelerde egemen bir konum elde etmişti. Şerif Mardin, Marks’a Weber’le karşı çıkmayı uygun görmüştü.”
‘TEK TİP MODERNİTEYE KARŞIYDI’
“ŞERİF Mardin Türkiye’de sosyal bilim pratiğine üç konuda alternatif yaklaşım geliştirmişti. Türk sosyal ve siyasal tarihinin Marksizan yorumuna karşı çıkmıştı. İnancı dışlayan pozitivist görüşleri eleştirmişti. Batı’yla ilişkileri basitleştiren, ‘bilim’in çizdiği yoldan gidildiğinde Türkiye’nin son kertede Batılılaşacağı kanısını pekiştiren ‘naif Kemalizm’e de karşı çıkmıştı. Aydınlanma’nın tek tip ‘modernite’ sorunsalına eleştirel açıdan yaklaşan Şerif Mardin, giderek ‘modernite’nin çoğulculuğuna yönelmişti. Tek tip evrim katmanlarının olmadığına, bugünkü Türkiye’yi anlamak için dünün Avrupa’sını bilmek gerektiğine dikkat çekerek, ‘taklit toplum bilimi’ kavramını geliştirmişti.”