"Sızdırmaya takılmayalım süreci devam ettirelim"
Kutlu Esendemir, terör konusunda çözümün anahtarı olarak görülen yeni Anayasa'yı Burhan Kuzu ile konuştu...

KUTLU ESENDEMİR / GAZETE HABERTÜRK
Türkiye, terör sorununun çözümüne yönelik tarihi adımlar atarken, toplumda filizlenen umutlar, ilk kez bu kadar yeşermiş durumda. Başbakan Erdoğan'ın "çözüm süreci" olarak nitelediği atmosfer, Abdullah Öcalan'ın İmralı'da kendisiyle görüşen 2. BDP Heyeti'ne verdiği mektuplara örgütün vereceği yanıtla daha netlik kazanacak. Tabii bu arada, BDP Heyeti'yle Öcalan'ın görüşmesine yönelik tutanakların medyaya sızmasıyla, yeni bir güven bunalımı doğmuş da olsa, hem Ankara'dan gelen mesajlar, hem de tutanakların içeriği, sorunun çözümünün anahtarını yeni Anayasa olarak gösteriyor. Prof. Dr. Burhan Kuzu Meclis Anayasa Komisyonu Başkanı ve yeni Anayasa denince ilk akla gelen isimlerden. Prof. Dr. Kuzu ile hem çözüm sürecini, hem de yaşanan gelişmeleri konuştuk.
Terörün çözümünde artık sona mı yaklaşılıyor?
Millet bu meseleden artık gerçekten bıktı. 40 bin insan ölmüş, 10 binden fazla şehit var. Milletin enerjisini boşuna harcayan bir tablo var ortada. Anlamsız. Karşılığı da yok. Elle tutulur bir durum da yok. ‘80 öncesi yapılan bir takım işkence, hapishanedeki kötü muameleler. 17 binden fazla faili meçhul dosya var. Bütün bu köy boşaltmalar, bütün bunlar kötü anılar. Ama 10 yıldır sorunu Türkiye'nin birinci kronik sorunu olarak gören ve bunu çözmeye yönelik somut bir tedbir alan bir hükümet var. Şimdi benim anlamadığım bu.
Nedir?
Güneydoğu'da bu tablodan dolayı dağa çıkan bu insanlar, bunun gerekçesi olarak kötü muamele, tanınmama, adam yerine konmamayı gösteriyorsa, 10 yıldan bu tarafa yapılan en az 10 kalem sorunun çözümüne yönelik adım var. TRT Şeş'den tutun, okul açma, üniversite, kurulan araştırma enstitüleri... En son çıkan anadille alakalı savunma kolaylığı. Duyarlı bir hükümet var. "Yetmez ama evet denecek" bir tablo var Türkiye'de buradan baktığında. Bu tablo içerisinde siz hala olaylara, öldürmeye, kin ve gareze devam ederseniz, Hükümet'e karşı, fevkalade bir gerilim içerisinde olursanız ben o zaman başka bir şey ararım.
"Yetmez ama evet"in yetmeyen kısmında ne var?
Onlar açısından, "Yetmez ama evet" diyorum. Kafasında başka bir şey olabilir onun. Ne bileyim özerklik yapılanması, eyalet düşünüyordur. O düşünüyordur, ben düşünmüyorum bunları. Benim buradaki derdim, örgütün arka planındaki çamaşırlarını ortaya dökmek. Bu süreçte sabotajlar, olaylar oluyor. Bu son olay da bunun bir örneği.
Tutanakları kim sızdırmış olabilir?
Nasıl sızdı, kim verdi; bilemiyorum. Bunu MİT yapmaz. Bir iş için bu kadar gayret eden insan niye yapsın. BDP içinden olabilir mi; bilemiyorum.
Bu durum BDP'nin işine gelir mi?
Bilemiyorum. Tabii BDP'nin eğer, "Barış sürecinden sonra bizim halimiz ne olacak?" gibi bir telaş varsa bazılarında olabilir. Konum kavgası anlamında söylüyorum. Tabii partinin tamamı kastedilmez ama belki bazıları olabilir. Bu da bir bilgiye dayanmıyor, kimsenin günahını almak istemem. Ama konuşmanın metnine bakılınca uyduruk değil, doğal bir konuşmanın yansıması gibi görünüyor. Bana sorarsan böylesine önemli bir süreci buraya takıp bırakmamak lazım. Durmak yok yola devam...
Bu sızdırma partinizi güç durumda bırakmak için yapılmış olabilir mi?
Belli oranda öyle. AK Parti'yi, Başbakan'ı güç duruma sokmak istemiş olabilir. Kamuoyunda yüzde 70'lerde destek var bu meseleye. Yapılan araştırmalarda bu görünüyor. Dolayısıyla kamuoyunu desteğini aşağıya çekmeye yönelik olabilir. Süreci götüren, aradaki BDP, AB kanadı, Öcalan arasında güvensizliği sağlamaya yönelik olabilir.
Tutanakların bütününü okuduğunuzda sizde nasıl bir izlenim oluştu?
Çok hoş bir konuşma değil. Biz bunları yapıyoruz ama sonuç çıkmazsa çok daha beter olur mesajı veren bir tablo. Ama bunun başka bir boyutu da olabilir. O görüşmeleri yapanların, "Bu süreci yapıyoruz ama bu süreçten de bir şeyler alacağız" mesajı da vermiş olabilir. "Bu işi hiçbir şey almadan da vermeyiz" anlamı olabilir. Ama kendilerine göre bazı doğruları da var ama geneli hoş değil.
Öcalan'ın partinize yönelik sözleri de var.
Kabullenmek mümkün değildir. Özellikle, "Darbeleri önledim, AKP'yi kurtardık, Başbakan'ı kurtardık" gibi laflar bana sorarsan ayağı yere basan laflar değil. Biz o süreçte ne yaşadık, neler çektik, ne mücadele verdik; kendimiz biliyoruz.
Yeni Anayasa'daki vatandaşlık tanımında İmralı'daki hakim görüş, "Özgür iradesiyle bağlılığını ifade eden her birey Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır" biçiminde.
Öcalan'ın dediği tanımdan hareket edemem ama kendi çerçevemden şunu söylerim: Bu vatandaşlık tanımı Anayasa'da problem çıkmaması gereken en kolay alan. Çünkü bunun bir tek çözümü var. Öncelikle vatandaşlığın ne olduğunu bilmek lazım. Kavga bu bilinmediği için çıkıyor. Vatandaşlığın içerisinde ırk, dil, din, bölge yoktur. O devletin bir milleti, o milletin bir adı vardır. O devletin de bir adı vardır. Bunu koyduğun zaman orada artık bir etnik tanıma gerek yoktur. Ben de diyorum ki, "Türkiye Cumhuriyeti Devletine vatandaşlık bağıyla bağlı" diye başlayan - başı nasıl gelir bilmem ama - cümlenin sonu, "Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır" diye biterse bu iş olur. Önüne bir şeyler yazarsın bunun. Nitekim BDP'nin sunduğu tanımda da buna benzer bir ifade var. Bizim sunduğumuzda da buna benzer bir ifade var. Uzlaşmamanın bir nedeni yok.
İmralı'daki bir görüş de ABD tarzı başkanlık sistemi.
Başkanlık modeli malum benim 30 yıldır savunduğum bir model. Türkiye'nin kurtuluşunu da burada görüyorum. Başkanlık modeline Öcalan'ın sahip çıkması, -şimdi bana 330 lazım referandum için- o manada iyi. Ama sahip çıkan Öcalan olunca soru işareti bu sefer. Onun gerekçesi ayrı. Benim gerekçelerim çok ayrı. Biz federal yapılanmaya, özerk yapılanmaya, eyalet yapısına sıcak bakmayız. Zira Başbakan'ın tek millet, tek devlet, tek ülke, tek bayrak derken vurguladığı bu aslında. Bu manada uzlaşma söz konusu olamaz.
Çözüm arayışında partinize kimi eleştiriler de var.
AK Parti kadar bu işe eğilen, bu işe canını koyan bir parti. "Gerekirse zehir içerim" diyen bir Başbakan gördün mü bu güne kadar? Bundan öncekilerin hepsi günü gün ederek gittiler. Bu konuda haksızlık yapıyorlar, açık söylüyorum. Bu yaklaşım doğru bir yaklaşım değil. Daha Bismillah, Allahuekber; yeni adım attık. AK Parti sürece iyi niyetle girdi, bundan bir barış çıksın diye.
OLAY ÇOK KRONİK ZAKKUM KESMİYOR
Anadolu'yu iyi bilirsiniz. Baldıran, nasıl bir zehirdir?
Anadolu'da zakkumdan yapılan zıkkım vardır. 9-10 çocuk var zamanında. Yemeğe gelmeyene, "Zıkkımın kökünü ye" derler. Anında öldürür. Bu da herhalde onun gibi bir şey. Duydum ama hikayesini bilmiyorum. Olay çok kronik, zakkum kesmiyor herhalde. Başbakan siyasi anlamda fedakarlık yapıyor, bitsin istiyor artık. Mesele bu dönemde çözülmezsse gelecek nesil çözemez. Gelecek neslin bu meseledeki bilgisi daha az. Bu nesil dayak yemiş dayak atmış, çile çekmiş, birikimli, okumuş. Çözerse bu nesil çözer. Demirel'in her lafı doğru değil ama birkaç doğru lafı var. "Türkiye AB kıyaslamasında. Avrupa'da cambaz ipe çıktı mı halk başlar ha geçti ha geçecek. Türkiye de ise ha düştü ha düşecek" der. Bu böyle olmamalı.
Demirel bir de “Türkiye’yi yönetemezsiniz, ancak idare edersiniz” diyor.
O ne anlama geliyor bilmiyorum. Her lafa cevap vermeyelim, bazen anlamıyoruz ne dediğini. Ama sözün özü buradan devam edelim, herkes bu sürece yardımcı olsun: 400 milyar dolar masraf olmuş. Binlerce Güneydoğu inşa edebilirsiniz. IRA, İngiltere ile görüşerek bu işi çözdü, ETA, İspanya ile görüşerek bu işi çözdü. Metot olarak... Bu konuların müzakere dışında çözüm yolu yok. Kim ne kadar öldürdü, sayı hesabı bir şey getirmez.
"Hakan Fidan'la ilgili süreçte hedef Başbakan'dı"
Öcalan, süreç başarısızlığa uğradığı taktirde çok daha kanlı bir süreçten söz ediyor.
Bunun bir karşılığı olmamalı, doğru bir laf değil. Bu neyi çözecek? Bu bir tür iç savaş demek. Bizim de zaten korktuğumuz o. Bu neyi halledecek? Bu yöntemlerle, bu yollarla dünyada ne alınmış, ne olmuş? Bugünün esası müzakere bana sorarsanız.
Öcalan'ın bir iddiası da, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrıldığı sürecin, aslında Başbakan Erdoğan'ın tutuklanmasına dek uzayacağı...
Onu bilmem de Hakan Fidan'la alakalı sürecin asıl hedefinin Başbakan olduğu kesin. Bu konuda bir sorun yok. Onun nedenini tam olarak bilemem ama Oslo görüşmelerini açığa çıkararak devletin istihbarat örgütünün başına, yapması gereken bir işten dolayı dünyanın hiçbir yerinde dava açılmaz. Ne zaman açılır? Devletin istihbarat örgütleri devletin gücünü kendi şahsi çıkarı için kullanmış ise, birini öldürmeye kalkmış, birine baskı yapmışsa...Bunlar olmadıkça bence dava açılamaz. Biz ne yaptık, konuyu daha açık hale getirerek, soruşturmayı izne tabi tuttuk. Böylece orta yolu bulduk.
Ne olabilir perde arkasında?
Çok karanlık bir tablo orada. Niye böyle yapıldı; bilemiyorum. Normal şartlarda savcı böylesine önemli bir davada bakanla görüşebilir. Buna bir engel yok hukuken. Çünkü malum hakim katiyyen görüşemez ama idare olduğu için ilgili bakanla, ilgili müsteşarla, idari olarak pekala savcı görüşebilir. Hiçbir engel yok. Müzakere edebilir; "Böyle bir durum var" gibi. Oysa pat diye dava açarak Türkiye kamuoyuna bomba gibi düştü. Demek ki arka planda bir proje vardı. Muhalefet bu değişikliği Anayasa Mahkemesi'ne götürdü. Anayasa Mahkemesi talebi reddetti. O açıdan Öcalan orada ne yapmış da bunu engellemiş; bu konuda bir bilgim yok.