Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Gündem Medya Hoşgeldin Elif Şafak

        Karımın mutsuz olduğunu hissedebiliyorum ama aslında ben ondan daha

        mutsuzum ve bunu ona söyleyemiyorum. Soğuk bir adamım ben. İşime dört elle sarılıyorum. Bir gün gelecek, artık beni sevmeyecek. Bundan neredeyse eminim. Günün birinde bana olan aşkı sona erecek. Tek temennim –ve tesellim- bir başkasına aşık olmaması.”

        Adam uzun zamandır evli. Evleneli o kadar çok sene olmuş ki evli olmadığı dönemleri hatırlamakta zorlanıyor artık. Sahiden o muydu o heyecanlı, hevesli, biraz da hayta delikanlı? Sahiden o muydu tüm dünyaya meydan okumak isteyen o tıfıl yürek? Ne zaman yitirdi o genç adamı? Bir daha görememecesine.

        BERABER BÜYÜDÜLER

        Evlilik düzeni öyle bildiği anladığı bir şey değildi. Hoş karısı da bu konuda en az onun kadar acemiydi ya. Beraber büyüdüler aslında. Beraber yaşlandılar. Biraz da acele. Adamın mutlu ve hafif olduğu eski günlerde su gibi akardı zaman. Yetişilmezdi hızına. Sonra zaman geçmez oldu. Esnedi, ağırlaştı,

        pelteleşti, macun kıvamını aldı. Adamın üzerine yapıştı kaldı. Artık hep geçmişinden kaçarak, gözünü yukarılara odaklayarak, habire yapılmamışı yapmaya çalışarak, fani oluşuyla inatlaşarak ve geleceğe sığınarak yaşıyor. Yaşayamadığı bir tek zaman dilimi var: İşte şu an. Öyle günler oluyor ki, sabah

        kalktığında yüreği sıkışıyor. Fırlarcasına çıkıyor evden. İki lokma yemeden atıveriyor kendini kapıdan dışarı. Uzaklaşmak istiyor. Karısından, çocuklarından, ocakta dumanı tüten yemeğin kokusundan... Ama en çok da

        kendisinden uzaklaşmaya çalışıyor. Çalışkan biri. Çok da yetenekli ve zeki. İşini iyi yapıyor. Etrafında saygı görüyor. Seveni de çok, gıpta edeni de. Halbuki o bazen çocuk olmak istiyor. Hayata yeniden başlayabilmek. Silebilmek kendini... Elinde bir silgi, rüyalarında habire kendini siliyor.

        YA O VAZGEÇERSE

        Adam nicedir tek bir şey istiyor: Değişmek! Ama aynı zamanda değişimden ödü patlıyor. Ya gelen gün, giden günden kötü olursa? İstiyor ki o değişsin ama onun dışında her şey tıpatıp aynı kalsın. Çocukları gene aynı, maddi

        imkânları gene bu düzeyde ve karısı gene ona hayran. Bir tek o değişsin istiyor. Onun dışındaki her şey perinin sopası değmiş gibi yüzyıllık bir uykuya dalsın, hep aynı kalsın. Sonra bir korku alıyor yüreğini. Ya onun yapamadığını karısı yaparsa? Ondan önce davranırsa? Ya karısı bir gün onu sevmekten

        vazgeçerse? Adam ne zaman bu korkunç ihtimali getirse aklına, hep aynı sonuca varıyor. Bunun acısına katlanabilir. Ne kadar zor olsa da bunu atlatabilir. Yeter ki karısı bir başkasına aşık olmasın! Çünkü o öyle bir adam. Sevdiği kadını, içinde bir zerre bile tutku ya da heyecan kalmamış halde görmeye tahammül edebilir. Suyu çekilmiş, pörsümüş bir meyve gibi. Karısını içi kupkuru, yüreği boş, bakışları donuk vaziyette görmek bile sarsmaz adamı. Yeter ki bir başkasına aşkla bakarken görmesin!

        Adam dünya edebiyatının gelmiş geçmiş en büyük isimlerinden biri: Leo Tolstoy. 8 Ocak 1863 tarihli notlarında karısının bir gün kendisine aşık olmaması ihtimalini yazıyor. Dizindeki yarayı koparmadan duramayan bir oğlan çocuğu gibi. Oturduğu yerde kanatıyor kendini ve bundan haz alıyor. Ama hikâyeyi daha da çapraşık hale getiren bir boyut var. Tolstoy’un yazdığı notları gene karısı temize çekip düzenli olarak defterlere kaydediyor. Seneler

        boyunca her gün hiç sektirmeden. Yani adam karısının okuyacağını bile bile yazıyor bu satırları. “Karımın mutsuz olduğunu hissedebiliyorum ama aslında ben ondan daha mutsuzum ve bunu ona söyleyemiyorum.”

        Adam bir satranç ustası. Evlilikleri bir satranç tahtası. Adam karısının hamlelerini henüz onun aklına gelmeden tahmin ediyor. Ve ona göre kuruyor tüm oyununu. Adam kadından daha zeki, onaltı yaş daha yaşlı, daha tecrübeli, daha eğitimli, daha cesur ve hep daha... Bunu ikisi de biliyor.

        EN MUTSUZ EVLİLİK

        Akşam kadın oturuyor yazı masasına. Kocasının sekreterliğini yapmak üzere. Sofiya Tolstoy 13 çocuk annesi, hayatını kocasına adamış, ona hayran, ona tutkun ama asla sevdiği kadar sevilmeyen, hep eksik sevilen, hep canı yanan, canı yandıkça kişiliği sirkeleşen, katılaşan ve vaktinden evvel yaşlanan bu kadın oturuyor masanın başına, özenle temize çekiyor kocasının kelimelerini. Oysa o da yazar olmak istiyor. Kendi kelimelerini yazmak istiyor. Erteliyor bu hevesi. Her zamanki gibi. Sorumluluklarını hatırlıyor. Değil bir başkasına aşık olmak artık “aşk” kelimesine bile inanmıyor! Evlilikleri bundan yüz sene sonra

        araştırmacılar tarafından “edebiyat tarihinin gelmiş geçmiş en mutsuz evliliği” olarak nitelendiriliyor.

        1910 senesinde çetin bir kış günü sekseniki yaşındaki Leo Tolstoy evinden, ailesinden, servetinden ve sahip olduğu her şeyden kaçarcasına atıyor kendini dışarı. Ünlü yazar, aksi ihtiyar delirmiş gibi homurdana homurdana karda bata çıka yürüyor. Bulduklarında soğuktan parmak uçları hissiz,

        dudakları mosmor. Birkaç gün sonra zatürreden ölüyor. Hayatı hep kaçma arzusuyla şekillenen bir dahi yazarın ölümü de gene kaçmaktan – ve kaçamamaktan- oluyor.

        esafak@htgazete.com.tr

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ