Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar Portakalda vitamin olsam
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Uzun süredir ‘Kuvvetli Bir Alkış’ kadar karanlık bir komedi seyrettiğimi hatırlamıyorum. Kara komedi diyenlere çok itiraz edemem ama Berkun Oya’nın yazıp yönettiği 6 bölümlük dizi, kara komediden ziyade karanlık, karamsar bir komedi.

        Kuvvetli Bir Alkış’, benim için absürt komedi tanımına giren bir iş değil. İlle etiket gerekiyorsa ‘gerçeküstü’nü tercih ederim. Gerçeküstücülük, dizi boyunca olup biten her tür anormalliği içeren bir ‘çatı terim’ olabilir. Ama kara komedi, sürrealizm veya absürt gibi etiketlerin ‘Kuvvetli Bir Alkış’ı çözümleme ve anlama sürecinde çok faydası olacağını sanmam. Biçim ve anlatım için de aynısını söyleyebilirim. Çünkü önemli olan dizinin temelindeki duygular… Özellikle de dizinin her yanından kendini gösteren korku ve kaygı…

        Zeynep (Aslıhan Gürbüz) ve Mehmet (Fatih Artman), dizinin ilk bölümünde çocuk sahibi olmak isteyen iki ana karakter olarak sivriliyor. Altı bölümün sonunda ise her şeyin merkezinde en başından beri Zeynep’in ve onun annelikle ilgili zihninde beliren soruların olduğunu görüyoruz. ‘Kuvvetli Bir Alkış’ın bütününde, Zeynep’in bastırmaya ve dışarıya göstermemeye çalıştığı korku, kaygı veya nevrozlarını seyrettiğimizi düşünüyorum. Ayrıca, Berkun Oya’nın ‘Mutsuz çiftlerin çocuk yapmasının ne kadar doğru olup olmadığı?’ sorusunu ortaya attığı kesin. ‘Böylesi bir dünyada çocuk sahibi olmak ne kadar doğru olabilir?’ endişesi de dizinin her yanında dolaşıyor.

        Dizi, bebek yapmadan önce alışveriş çılgınlığına kapılan Zeynep ile Mehmet’in şaşkınlıklarını gösteren ilk sahnesinden itibaren, gerçekçi drama gibi gelişmiyor. Ana karnından ‘komşu pencere muhabbeti’ yapan yetişkin görünümlü iki ceninin diyalogları dahil birçok sahnede yazar olarak Berkun Oya’nın varlığını hissediyoruz. Söz konusu sahne, seyirciler için diziye devam edip etmemek konusunda bir eşiği işaret ediyor.

        Son bölümlerde Metin’in (Cihat Süvarioğlu) set dekoru içinde dolaşırken dahi karakterin içinde kalması, birkaç sahnede kameralara saldırması, sadece anlatıcı Berkun Oya’nın varlığını hatırlatma işlevini taşımıyor. Söz konusu sahnelerde, her şeyin kurmaca, sahte olduğu bir dünyada Metin’in kendi gerçekliğine inanarak diziyi çekenlere isyan etmesi, ‘Kuvvetli Bir Alkış’ın karamsarlığını yüzümüze çarpıyor. Böylelikle, Berkun Oya, dizideki en gerçek duyguya, yani Metin’in isyanına dikkatimizi çekmek istiyor. O yüzden sadece karamsar değil, öfkeli bir komedi seyrediyoruz. Öte yandan, Zeynep ve Mehmet’in kurmacanın içinde olduklarını fark etmelerine rağmen anlatıcıya isyan etmediklerini bir yere not etmek gerek.

        Zeynep ile Mehmet’in endişelerinin temelinde çocuklarının hayata tutunamayacak, yalnız ve mutsuz bir insan olma ihtimali var. Metin, ana karnından başlayarak söz konusu ihtimalin somutlaşmış hali aslında. Onu anne karnında gördüğümüz ilk sahnede dünyaya gelmek istemediği çok açık. Çünkü Zeynep’in tüm menfi duygularını sünger gibi içine çektiği ve öyle bir annenin çocuğu olmak istemediği belli.

        Mehmet ve oğlu Metin, kendilerini en baştan itibaren iyi ifade eden karakterler. Zeynep içinse aynısını söylemek zor. Uzun süre kapalı kutu gibi... Ancak son iki bölümde dile gelip kalbini açmaya başlıyor. Asıl önemlisi, Zeynep kendini baskı altında tutuyor. Korkularından kurtulmaya çalıştıkça hayatını daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Dizi ilerledikçe, Mehmet’le yalnız kalma korkusuyla evlendiğini anlıyoruz. Çocuk yapmak da benzer korkuların sonucu… Anne olarak evliliğini ve kendini kurtaracağını düşünüyor. Ne var ki, psikolojik olarak anneliğe hazır olmadığı belli.

        İlk bölümde, Zeynep ile Mehmet’in evlerinde yatıya kalan arkadaşlarına (Zeynep Ocak ve Uraz Kaygılaroğlu) ebeveynlik yapmak zorunda kaldıkları sahne, evlat sahibi olmakla ilgili korkularının yansıması… Ama Metin onların tahmin ettiği gibi benmerkezci, sürekli kendini eğlendirmeye çalışan, sosyal medyada yaşayan, ergen argosuyla konuşan, şımarık, aşırı özgüvenli ve sığ bir 21. Yüzyıl genci olmuyor. Tam aksine, melankolik, aşırı duyarlı, düşünceli, dili çok iyi kullanan, depresif ve derin bir 20. Yüzyıl entelektüeli olup çıkıyor. Kimseye benzemediği için de yalnız kalıyor. Hayata tutunamıyor. Birçok anne babanın çocukları için hayal ettiği ‘vize alarak Hür Dünya’ya açılan genç’ senaryosuna da uymuyor.

        Ana karnındaki efkârlı, bunalımlı Metin, annenin dışarıya yansıtmadığı, içine attığı tüm korkularını taşıyor. Daha doğmadan acıların çocuğu olmuş durumda. Çünkü ne istediğini bilmeyen ve anneye dönüşerek hayatına anlam katmaya çalışan birinin oğlu olarak dünyaya geleceğinin farkında. Metin’in anne karnında o kadar umutsuz olmasının asıl sebebi elbette Zeynep’in hep içine attığı acılar.

        Doğduktan sonra da annesinin mutsuzluklarını içinde hissettiği belli. Ama asıl sorun, annesinin beklentileri ve bu beklentilerin üstünde yarattığı baskı... Başarısız ve yalnız olması nedeniyle annesinin içten içe kendini suçlaması, Metin’in üzerinde galiba daha ağır bir yük. İroninin şahane şekilde kullanıldığı panel sahnesinde yükü açık şekilde hissediyoruz. Annesi ve babası için hayal kırıklığı olduğunu bilmek, Metin’e belki en zor gelen şey. Stüdyodaki dekorun içinden geçerken ikisinin aralarındaki konuşmalarını duyduğu sahnede kendini ne kadar kötü hissettiğini unutmamak gerek.

        Zeynep, mutsuz anne olmasının oğlu üzerinde yaratacağı baskının ne denli yıkıcı olabileceğinin farkında değil. Her koşulda onu destekleyerek savunarak, annelik görevini yerine getirdiğini düşünüyor ama yanılıyor. Mutsuzluğunu ve gerçek duygularını Metin’den saklayamadığını ise galiba hiç keşfedemiyor.

        Anne babasının arasındaki iletişimsizlik, uyumsuzluk, başından itibaren Metin’in en önemli sorunlarından biri. Mehmet’in, salonda meditasyon yapan Zeynep’i, onunla bağ kurmak isteyen bir yüz ifadesiyle seyretmesi, evliliklerini yansıtan resim olarak defalarca karşımıza geliyor. Zeynep ile Mehmet’in film boyunca gerçek anlamda iletişim kurdukları iki sahnenin ikisinin de gerçeküstü niteliğini unutmayalım: İlkinde, Zeynep, yanındaki gerçek Mehmet’ten izin alarak hayalindeki duyarlı, düşünceli Mehmet’le telefonda konuşuyor. İkincisinde ise Mehmet uyurken onun bilinçdışıyla iletişime geçiyor.

        Dizinin gerçeküstü alana taşındığı tüm sahnelerin Zeynep’in bilinçdışını yansıttığı öne sürülebilir. Metin’in daha bebekken başlayan anne karnında kalma özlemi, Zeynep’in zihnindeki endişelerin simgesi sanki… Hatta Metin’in bütün hayatının Zeynep’in korku senaryoları üzerinden şekillendiği dahi söylenebilir. Metin’in çocukken aşk acısı çekip melankolik olması, arkadaşsızlığı, hiç bitmeyen yalnızlığı, ergenlik öfkesi, matematikteki öğrenme güçlüğü, hayata bir türlü tutunamadığı yetişkinlik dönemi, gerçek bir hikâyeden ziyade Zeynep’in gördüğü upuzun bir kâbusu andırıyor.

        Metin büyüdükçe Zeynep ve Mehmet yaşlanıyor ama memlekette değişen bir şey olmuyor. 30 yıl büyük ihtimalle sadece Zeynep’in zihninde geçiyor. Yani, bugünün Türkiye’sindeyiz hep. Gerçi günümüze çok az referans var ama ikisi de anlamlı. İlkinde, Zeynep karnı burnunda olmasına rağmen seçimlerde oy kullanmaya gidiyor. İkincisinde ise Metin, protesto gösterilerinde gaza maruz kalıyor. Zeynep’in endişelerinin kökeninde memleket sorunları olduğunu tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok. Ama Metin’in öncelikli derdi, memleket sorunlarından ziyade kendisini dünyaya getiren annesi ve babasıyla… Seçim gününde sohbet ettiği ‘dava adamı’ cenin Kudret’le (Cengiz Bozkurt) yıllar sonra gaza maruz kaldıkları protesto sırasında karşılaşmaları rastlantı değil. O sahnede Metin’in insan sevmezliğinin altında yatan en az iki neden daha netleşiyor: Samimiyetsizlik ve kibir. Ama kendisi de kibirli. Yetişkin Ahu’yu da kibir yüzünden kaybediyor.

        Metin’in ‘anne karnına dönme, hatta daha geriye gidip portakalda vitamin olma’ arzusu dizi boyunca hiç dinmiyor. Öyle güçlü bir arzu ki portakal renginden vazgeçemiyor. Ama finale baktığımda, Metin’in değil de sanki Zeynep’in gizli arzusunun gerçekleştiğini görüyorum. Zeynep’in başını okşadığı yılanın kendine verilen görevi yaptığını, bir çeşit ‘ters kordon’a dönüştüğünü akılda tutmak gerek.

        ‘Kuvvetli Bir Alkış’ı altı bölüm boyunca hep aynı ilgi ve heyecanla seyrettiğimi iddia edemem. Mizah duygusunu, diyaloglarını sevmediğim; uzatıldığını düşündüğüm sahnelerin sayısı az değildi. Buna karşılık, yetişkin kılığındaki ceninlerin muhabbetinden başlayarak dizi boyunca sevdiğim birçok sahne oldu. Metin’in bacak kadarken melankolik bir entelektüele dönüştüğü üçüncü bölümün mizahı, şok edici finali hariç açıkçası bana çok hitap etmedi. Ama aynı bölümde Metin’in kendini terk eden sevgilisi Ahu ile apartman girişinde yaptığı sohbetin önemini inkâr edemem. Metin’in ömrü boyunca yalnız kalmasıyla ilgili en çok ipucu galiba burada verildi. Karakter, bu sahnede yerine oturdu. Özellikle eski sevgilisi Ahu’nun ‘O boşluk sadece senin değil hepimizin içinde var. Kibri bırak aramıza katıl, gel bizle oyna’ anlamına gelen şeyler söylemesi, dizinin belki en hoş ve anlamlı diyaloglarından biriydi. Berkun Oya’nın ergenlerin bile seviyesini aşan bu kritik konuşmayı çocukluk dönemine yerleştirme fikrine pek bayılmadım. Sonuçta, mizah 1 dakika içinde kaybolup gidiyor. Genç oyuncular ellerinden geleni yapsalar da sahne okuma provası tadı vermeye başlıyor.

        Metin’in öfkeli ergenliği üzerine kurulu ‘66’ adlı bölümü daha çok sevdim. Metin’in, babasının kendisine ‘ayran gönüllü’ demesine gösterdiği tepkinin, öfkesini ebeveynlerden çıkaran yeni nesil ergenlerin ruhunu yakaladığını düşünüyorum. Metin’in reenkarnasyon üzerine söyledikleri karakterinin özeti gibi... İkinci bölümdeki doktor muayene sahnesini ve Metin’e kuvvetli bir alkış isteyerek dizinin adını koyan bilge hemşirenin tiradını da sevdim. O sahnedeki sürrealizm dokusu, ana karnına dönmek isteyen bebek fikri üzerinden dizinin ruhunu yansıtıyor.

        ‘Kuvvetli Bir Alkış’, herkesin sevebileceği dizilerden değil. Ancak mizah duygusu sizi yakalarsa iyi vakit geçirebilirsiniz. Berkun Oya’nın Netflix’teki önceki işleri kadar beğendiğimi söyleyemem. İnandırıcı karakterlerin olmadığı, karakterlerin değişim değil sadece sıkıntı yaşadığı, her şeyin adeta Berkun Oya’nın zihninde geçtiği bir dizi bu… Nerdeyse her sahnesinde, hayal gücünü özgür bırakan bir yazarın varlığını hissediyorsunuz. Başta Aslıhan Gürbüz, Fatih Artman ve Cihat Süvarioğlu olmak üzere tüm oyuncu kadrosu, kısa süreli rollere çıkan usta oyuncular ve gençler dahil herkes çok iyi.

        7/10