Yahudi gemisini Türkler mi batırdı?
Karadeniz sularına gömülen tarihi olay aydınlanıyor...
1941'de Nazilerden kaçan 769 Yahudi mülteciyi taşıyan Struma adlı gemiyi Karadeniz sahilinde kim batırdı?
KUTLU ESENDEMİR / HT GAZETE - ÖZEL RÖPORTAJ
Savaşlar, yıkıcılığı olduğu kadar sarsıcı felaketleri de beraberinde getiriyor. Geçen hafta, kanlı Ortadoğu coğrafyasından kaçan Suriye, Filistin ve Irak uyruklu 61 kaçak, Avrupa’ya ulaşmak isterken İzmir’in Menderes İlçesi sahilindeki bir teknede boğularak can vermişti. Savaştan kaçanların ve mültecilerin hikâyeleri bu felaketle başlamıyor elbette.
Bundan tam 70 yıl önce, 2. Dünya Savaşı döneminde Türkiye sahillerinde yine büyük bir yıkım yaşanmıştı. 1940’ların başında Romanyalı Yahudiler Avrupa ülkelerinin hemen hepsinde olduğu gibi yükselen Nazi dehşetinin tehdidi altındaydı. 46 metre uzunluğundaki yük gemisi Struma, 12 Aralık 1941’de, bu tehditten kaçan 769 Yahudi yolcusu ve mürettebatıyla Köstence’den yola çıktı, İstanbul Sarayburnu’na ulaştı. Baskılara direnemeyen Türkiye, gemiyi Karadeniz’e uluslararası sulara çekti. Sonrasında da Karadeniz sahilinde bir torpidoyla batırıldı. 72 gün süren trajedi korkunç bir katliama dönüştü. İçlerinden sadece 10 kişi kurtulurken 759 kişi de öldü. Yazar Dr. Halit Kakınç, 9 yıl boyunca Struma faciasını araştırıp kitaplaştırdı. Dr. Kakınç, yarın okurlarıyla buluşacak “Struma” kitabı öncesi ilk röportajını gazetemize verdi.
- Struma’yı kaleme almadan önce buna benzer hikâyelerle karşılaşmış mıydınız?
Tarih, ne yazık ki buna benzer trajedilerle dolu. Her biri birbirinden beter... İnsanlık dramları. Yarım kalan yolculukların hepsini saymaya kalkışsak, gerçekten de ciltler yetmez. Struma trajedisi bu zincirin halkalarından biri oldu. Bunlar, sadece 2. Dünya Savaşı yıllarında Yahudi göçmenlerin başlarına gelenlerin bir bölümü. Yanlış anlaşılmasın. Bu tür örnekler elbette zamanında Yahudilerin yaşadıklarıyla sınırlı değil. Ben sadece Struma’yla bağlantılı örnekler vermek istedim. Eğer felaketler coğrafyasını tüm yerküreyi baz alarak sıralayacak olursak, say say bitmez.
- Struma faciası nasıl dikkatinizi çekti?
Olay bambaşka bir şekilde başladı. Sanırım 9-10 yıl kadar oldu. İlginç bir öneri geldi. Yönetmen Veli Çelik, 2. Dünya Savaşı sırasında İstanbul’da cereyan eden bir casusluk serüvenini işleyecek bir senaryo yazmamı istedi. Konuya girdim de, bir süre sonra işler karışıverdi. O sıralarda İstanbul’da Sarayburnu açıklarında demirlemiş Struma diye bir gemi ile karşılaştım. Bir süre için İstanbul’da Sarayburnu önlerinde yattığından başka bir bilgim yoktu. Okumaya, incelemeye, araştırmaya başladım... Ayrıntı giderek, ana temayı örttü. Kafamda Struma ön plana yerleşti.
- Sonra?
Struma’ya odaklandım. Struma, battığı derinliklerden çıktı. Sarayburnu’nda çekildiği noktada sanki yeniden cisimlendi.
ÇARESİZLİK
- 9 yıllık uğraşınızda, ne tür yeni bilgi ve belgelere ulaştınız?
Bu son derece önemli bir soru. Birincisi, Struma’yı kimin batırdığı konusu... Yıllar yılı, “Türkler mi, Almanlar mı, İngilizler mi?” diye tartışılmış. Sonunda gayet somut verilerle failin bir Sovyet denizaltısı olduğu ortaya çıktı. Stalin, Karadeniz’e giren tüm yabancı bandıralı gemilerin batırılması emrini vermiş. Struma da bu emrin kurbanı olmuş. Denizaltı belli komutanı belli. Belgeler, kayıtlar belli. İkincisi, Türkiye’nin o günlerde uyguladığı çekingen politikanın belgeleri etkileyici oldu. Günlük gazetelerde Nazi yanlısı yayınlar çıkıyor. Nazizan dernekler kuruluyor. Varlık Vergisi öncesi, “Amele Taburları” gibi toplama kamplarının öncülü olacakmış izlenimi veren uygulamalar yapılıyor. Bunların çoğunu bilmiyoruz. Örtüyoruz.
- Peki neler olmuş gemide? Bilinmeyenler ne?
Üst üste 800’e yakın insan. Çalışan tek tuvalet. Açlık, susuzluk, pislik, hastalıklar, çaresizlikler... Aklını oynatanlar... Umutlarını her şeye rağmen kaybetmeyenler. Sevgililer. Ağlayanlar, dua edenler...
- Türkiye gemiden sadece birkaç kişinin çıkışına izin vermiş. Kimdir bu kişiler?
Birincisi Segal Ailesi. Martin Segal, eşi Elvira ve oğulları Alexander. Bir de 4 aylık hamile Medea var. Kanama geçiriyor. İstanbul’daki Or Ahaim Hastanesi’ne kaldırılıyor. David Frenck, İsrael Frenck, Tivia Frenck, Emanuel Gefner ve Theodor Bretschneider de pasaport ve vizeleri geçerli olduğu için gemiden ayrılıyor. Yani toplam 9 kişi.
- Bu kişilerin çıkışlarına izin verilmesi politik olarak nasıl açıklanabilir?
Politik yönden üzerinde durulabilir olay, Segal Ailesi ile ilgili olan. Martin Segal, Standart Oil Company’nin Romanya Genel Müdürü. Bağlantıları kuvvetli. Burada Vehbi Koç’un oynadığı önemli bir rol var. Malum, Türkiye; krom madeninin en zengin olduğu ülkelerden biri. O günlerin Koç Şirketi de Türkiye’nin en önemli krom ihracatçısı. Elbette Vehbi Bey, Nazi eğilimli filan değil. Fakat en ciddi krom müşterisi Almanya. Çünkü Almanya, kromu silah endüstrisinde kullanıyor. Durum böyle olunca, ABD ve İngiltere gibi ülkeler Koç Şirketi’ni kara listeye alıyor. Araya Segal’in dostları ve yakınları giriyor. Vehbi Bey’in politik düzeyde ağırlığını kullanarak Segal Ailesi’ni tahliye ettirdiği takdirde, bu kara listenin olumlu yönde düzeltileceği vaat ediliyor. Vehbi Bey, elinden geleni yapıyor. Segal Ailesi, tahliye ediliyor. Koç Şirketi, kara listeden çıkarılıyor. Vehbi Bey, anılarında bu olaydan son derece açık bir şekilde söz ediyor.
ALATON AİLESİ
- İshak Alaton ve ailesi de bu acıdan nasibini alıyor.
Elbette. Kendisi o sıralar 15 yaşlarında. Babası Hayim Alaton, gemi için el altından yiyecekiçecek ve ilaç temini için faaliyet gösteren aktif kişiler arasında. İshak Bey de, yaşı elverdiği kadar bu faaliyetlerde yer alıyor. Dr. Halit Kakınç’ın 9 yıllık araştırma sonucu kaleme aldığı son kitabı Struma, 70 yıl önce Romanya’dan yola çıkan ve Şile’de biten Yahudilerin dramını anlatıyor.
TEK KİŞİ KURTULUYOR
- Son noktada facia nasıl yaşanıyor?
24 Şubat 1942 tarihinde Sovyet Denizaltısı ShCh-213, Şile açıklarına çekilmiş olan zincirsiz ve motorsuz Struma’yı bir torpil göndererek batırıyor.
- Kurtulan olmuyor mu?
Tahliye edilenler dışında tek bir kişi: David Stoliar.
TÜRKİYE'DEN NE ŞİŞ YANSIN NE KEBAP POLİTİKASI
- Struma faciasında sorumluluk olarak Türkiye’nin payına düşen ne?
Doğrusunu isterseniz, hangi adı vermek daha kolay olur, bilemiyorum. İhmal mi, gaflet mi, korkaklık mı, oturmamış kişiliksiz bir dış politika mı? Suçlamak işin en kolay yanı. Savaşın nasıl bir yön izleyeceği belli değil. O dönemde Almanların ilerlemesi devam ediyor. Türkiye, bıyık ve sakal örneğinde olduğu gibi rengini belli etmiyor. Şişi de yakmıyor, kebabı da. Tabii birçok yanlışlar yapıyor. Nazi yanlısı dernekler kuruluyor.
Basında bu yönde yazılar, karikatürler çıkıyor. Meclis’te konuşmalar yapılıyor. Hitler övülüyor. Mussolini övülüyor. Ne zaman ki Nazi orduları gerilemeye başlıyor. Türkiye de kraldan çok kralcı, en birinci demokrasi ve insan hakları yanlısı kesiliyor. Elbette, böyle bir dış politikayı tasvip etmek mümkün değil. Fakat yine de o günün koşullarını dikkate alarak değerlendirmek gerekir.
- Neden Musevi Cemaati’nden birine değil de bu olayı yazmak size düştü?
Bunun cevabını İshak Bey’in sözleriyle vereyim: “Eh bizimkiler bu konuda pasif kalınca, bu işi yazmak da senin gibi yürekli bir Türk’e düştü.”
KAYINVALİDENİN GERÇEK OLAN LANETİ
- Faciayı araştırırken sizi sarsan en çarpıcı hikâye ne oldu?
Medea; 1919 Bükreş doğumluymuş. Babası, sıradan, yoksul denebilecek bir elbise tamircisi, annesi de ev kadınıymış. 1937 yılında okuldan mezun olunca, hemen hayata atılmış. Bir mimarlık bürosunda sekreter olarak işe girmiş. Kısa bir zaman içerisinde şef sekreterliğe yükselmiş. 1940 yılında Saimon Salamonici’yle tanışmış. Gönül verdiği delikanlı, Bükreş’in en varlıklı ailelerinden birinin, zengin bir kumaş tüccarının oğluymuş. Âşık olmuşlar. Salamonici’nin annesinin karşı çıkmasına rağmen evlenmişler. 1941 sonbaharında Medea, hamile kalmış. Bu arada baba, oğluyla gelininin Filistin’e gidecek ilk gemiye binerek yeni bir hayata başlamalarının uygun olduğunu düşünüp Filistin’e kalkacak ilk gemi için iki bilet temin etmiş.
-Struma bileti galiba...
Evet... Genç evliler, anneyle de barışarak hayır duasını almanın uygun olacağına karar vermişler. Eve gidince kapıyı hizmetçi açmış ve biraz beklemelerini söylemiş. Hizmetçi biraz sonra dönüp, annenin şu mesajını iletmiş: “Soğuktan cefaların en kötüsünü çekin. Bir yudum suya hasret kalın. Dudaklarınız kurusun. Bir dilim ekmeğe bile muhtaç olun.” Kimi zaman tutuyor böyle beddualar... Medea, çıktıkları yolculukta bebeğini düşürdüğü için Türkiye’deki Yahudi Or Ahayim Hastanesi’ne kaldırılıp kurtulmuş. Kaderin cilvesi, bu sayede sağ da kalmış. Annesinin lanet okuduğu oğlu Saimon’sa torpillenen gemiden çıkamadığı için can verenler listesinde yer almış. Medea, haftalar sonra kuzeni Erna’ya yazdığı mektubu şöyle bitirmiş: “Söyleyin kayınvalideme; ağzından çıkan lanetin her kelimesi, aynen bire bir gerçek oldu!”