Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ramazan Lüks iftar protestosu ve 'sofra' kurmanın anlamı

        TÜRKİYE, tarihin ilk "iftar protestosu"na da tanık oldu. Aslında buna "israf protestosu" demek daha doğru.

        Protestoyu dindar ve sosyalist gençlerin oluşturduğu Emek ve Adalet Platformu düzenledi; amaç ramazan ayının zenginlik gösterisine dönüşmesine itiraz etmekti. Platform üyeleri, "Âlem-i cihanın hakkı için israfta olanı insafa çağırıyoruz. Fildişi kulelerinde iftar yapanların dibine yer sofralarımızı seriyoruz" dediler ve Beşiktaş'taki Conrad Otel'in önüne uzun örtüler serip, hurma, zeytin ve evlerinden getirdikleri iftariyelikleri koyarak oruçlarını açtılar. "İftar Menü: 316 TL; Asgari Ücret: 658 TL" yazılı pankart, protestonun resim altı cümlesiydi.

        Platformun öncüsü İhsan Eliaçık, hiçbir grup ve kişiden destek almadıklarını, bu etkinliği sponsorsuz bir şekilde yaptıklarını vurguluyordu. Yazar Ümit Aktaş, "Oruç tutmak, insanların yoksullarla empati kurmasını sağlar. İnsanları bir anlamda eğitmeyi amaçlar. Eğer pahalı yiyeceklerle karnımızı doyuruyorsak bu empatiye ulaşamayız. Bu tarz yemekler başlangıçta iyi niyetli başlamış olabilir ama sonrasında amacından uzaklaşmıştır" diyerek bu protestonun neye itiraz ettiğini aydınlatıyordu.

        İSRAF DEĞİL İNSAF

        Son beş ayda 29 bin çocuk açlıktan öldü. Afrika'daki açlık yeniden sınır tanımaz boyutlara geldi. Sadece Afrika'da değil, burnumuzun dibindeki evlerde, mahallelerde kim ne şartlarda yaşıyor, hangi zorluklarla mücadele ediyor, umursamaz hale geldik. "Yardım" yaz, şu numaraya gönder, sevabın cebine gelsin Müslümanlığının tatlı sularında, iftara kadar kafamıza takılan tek soru, "Güllaç fındıklı mı olsun frambuazlı mı" meselesini aydınlığa kavuşturmak oluyor ve bu gerçekten utanç verici...

        Oysa Müslüman olanı diğerinden ayıran şeylerden biri de, koşulların adaletsizliğini değiştiremiyorsa bile, o koşullarda sahip olduğu imkânlardan bir nebze de olsa "mahcubiyet duymak" olmalıdır. Oruç gibi nefis terbiyesini amaçlayan bir ibadet, zevku sefa pratiğine dönüşmemelidir.

        Bu bakımdan bu eylemi anlamlı buluyorum. Bir aşırılık varsa, mümine düşen, kardeşini bu aşırılık konusunda uyarmaktır.

        Ancak...

        İFTAR SOFRASIZ OLMAZ

        Ancak bu protestoda sakıncalı bulduğum şeylerde var. İnternet sitelerinden birinde İhsan Eliaçık'ın şöyle bir ifadesi yer alıyordu: "...Vakıfların, derneklerin, belediyelerin salon iftarları vermemeleri lazım."

        Ne kadar doğru yansıdı, cümlelerin ne kadarı makaslandı bilmiyorum. Ama ifade bu haliyle, İhsan Bey'in kastetmediği yorumlara sebep olma potansiyeli içeriyor. Zira ramazanın olmazsa olmazlarından biri de iftar ve sahur sofralarında buluşmak, bir araya gelmektir. Çünkü ramazan, orucu beraberce tutmanın verdiği neşeyi toplumsal ilişkilere dikey ve yatay olarak bölüştürerek ilişkileri onarmayı, hoşnutsuzlukları gidermeyi, bağlar ve bağlılıklar oluşturmayı salık veren bir paketle gelir. Bu iş de her zaman sofra kurarak olur; o sofralara insanları davet ederek olur.

        "Sofra" ikram etmenin, paylaşmanın, bölüşmenin tecessüm ettiği yerdir. Bu anlamından yavaşça boşalmasına, "gösteriş", "iş bağlama aracı", "adam devşirme yöntemi"ne dönüşmüş olmasına itiraz edelim. Sofranın orijinal anlamını kuşanması için gerekli dinamikleri harekete geçirelim. Müslümanlar arasında her gün biraz daha çoğalan lüks hevesini, israf ve lüks tüketim iştahını eleştirelim, tamam. Ama aynı hassasiyeti ramazan ayının mesaj bütünlüğünü bozmama, iftarda kurulan sofranın, misafir etme ve misafir olmanın ehemmiyetini es geçmeme konusunda da göstermeliyiz. Vakıfların, belediyelerin, sivil toplum kuruluşlarının iftar daveti vermelerine itiraz etmek doğru bir yaklaşım gibi görünmüyor.

        Sorun davetli listelerinin sınıfsal mensubiyetlere ya da nüfuz sahibi insanlara göre düzenlenmesi ve mekân olarak seçilen yerlerin konformizmi, şatafatı ve lüksü çağrıştırmasıdır, sofra kurulması değil.

        O halde bu davetler, mütevazı mönülerle daha "sade" mekânlarda yapılmalı.

        O halde soru şu: Hangi mekân "sade"dir, hangi mönü "mütevazı"?

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ