Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam Kadın 12 kadın 12 şair 12 hikaye

        Aşkları için eşlerinden boşandılar (1941 – 2003)

        Cemal Süreya evliyken aşık oldu Tomris Uyar'a... Kader işte, aşık olduğu kadın da evliydi gazeteci, şair Ülkü Tamer’le. Birbirlerine olan aşkları ağır bastı ve boşandılar. Bu büyük aşkla beraber 3 yıl yaşadılar.

        Onların aşkına dair bilinen en güzel şiiri ise Cemal Süreya kaleme aldı.

        Tomris Uyar, “Beni bıraktı ama rahat edemedi. Ona göre bana sahip olunamazdı. Senden ayrıldığım anda senin hakkında, hikayen hakkında, sevdiğimi belirtecek hiçbir şey söylemeyeceğim, benim ağzımdan kimse duymayacak” dedi ve doğrusu hiç yazmadı.

        REKLAM

        Dostluk çizgisini geçmeye çalışan sonsuz bir aşk! (1931 – 2013)

        Ahmed Arif, Diyarbakır’a sürgüne gitmeden önce Ankara'da bir dost toplantısında tanıdı Leyla Erbil'i. 27 yaşındaki Ahmed Arif 23 yaşındaki Leyla Erbil'e 60’ın üzerinde mektup yazmıştır.

        Ahmed Arif bu mektuplarında “Leyla zalım Leyla” diye başlar. Kör kütük aşık Arif, aşkına karşılık bulmak için yazmış, Leyla Erbil ise dostluk sınırını çizmiş ve bu sınırı gün geçtikçe derinleştirmiştir. Mektuplarında “İlk sen mağlup ettin beni.” der. Diğer taraftan “Sen ister dostum ol ister sevgilim. Yeter ki hayatımda ol. Sen bana geldikçe sana ihtiyacım olacak. Senden başka hiç bir isteğim yok.” der. Ay Karanlık şiirini de Leyla Erbil’e yazmıştır.

        Karşılıksız aşk ve Lavinia (1925 – 2007)

        REKLAM

        Güzel Sanatlar Akademisi’nde okurken güzelliği ile çevresini etkileyen Mevhibe Hanım o dönem sinema yıldızlarından Rita Hayworth’a benzerliğinden onun filmine atfen Gilda diye çağrılırmış. Uzaktan akrabası olan Oktay Akbal (ki o da kendisine hayrandır, hikayelerindeki Hisya’dır) sayesinde şairler dünyasını tanır. Özdemir Asaf aşık olmuştur Mevhibe Hanım’a ama karşılıksız bir aşktır bu.

        Özdemir Asaf, lavinia kelimesini hangi anlamda kullandı bilmiyoruz ama lavinianın birkaç anlamı var: Bir çiçek cinsi (ölüm çiçeği), Shakespeare’in Titus Andronicus adlı eserinde Roma İmparatoru Başkomutanı Titus’un güzeller güzeli kızıdır. Tamaro’nun iki oğlu tarafından tecavüze uğrar. Babası Titus tarafından öldürülür.

        Karşılıksız lise aşkı...

        Sezai Karakoç, Mülkiye’de ögrenciyken aynı okulda okuyan Muazzez Akkaya’ya duyduğu aşkı bu 14 kıtalık şiirde anlatmıştır. Şiirin öyküsü yaklaşık 50 yıl sonra netleşti. Muazzez hanım, bu aşkı bildiğini söylerken aynı okulda okuyan Cemal Süreya’nın da kendisine aşk şiirleri yazdığını itiraf etti.

        Şiirin kıta başlarındaki harflerini birleştirirseniz, Muazzez Akkayam okunur zaten. Şiirin dizeleri ise bu karşılıksız aşkı, hasreti, sitemi anlatıyor.

        REKLAM

        Yıllar sonra gelen itiraf ve son pişmanlık...

        “Böyle ferman etti Cahit

        Al getir ilk sevgiliyi Beşiktaş’tan

        Yaşam

        Bir de sevgilim vardır pek muteber

        ismini söylemem

        edebiyat tarihçisi bulsun”

        O zamanlar ismini söyleyemem dediği sevgilisi Nahit Hanım’dı. Yazdığı mektuplar “Yalnız Seni Arıyorum” ismiyle kitaplaştırıldı. Orhan Veli’nin ebedi edebi aşkıdır. Ama o dönemde sadece Orhan Veli değildir ona aşık olan Sabahattin Ali, Cahit Sıtkı, Can Yücel, Necip Fazıl, Peyami Safa, Edip Cansever…

        Cemal Süreya onun için Samet Ağaoğlu’nun sözünü kullanır: Rönesans gibi kadın… Süreya, “Anılar, anlatmaz anılarını. O konuda bütün girişimleri boşa çıkarır, hiçbir tuzağa düşmez, çok şeyi incelikle geçiştirmeyi bilir.” der.

        ak istiyorum gençliğimi yeni baştan”

        Abbas şiirindeki Beşiktaş’tan alınacak sevgili, yayıncı, yazar arkadaşı Vedat Günyol’un kız kardeşi Mihrimah Hanım’dır. Vedat Günyol da Cahit Sıtkı gibi Diyarbakırlı’dır, memleketten süregelen bir dostlukları vardır. Böyle bir aşkı içinde yaşar söyleyemez. Ta ki yıllar sonra Paris’te Vedat Günyol’a itiraf edene kadar. Vedat Günyol “Keşke söyleseydin Cahit. Mutlaka seninle evlenmesini isterdim.” der. Ama iş işten geçmiştir, çünkü Mihrimah Hanım doktor Cemil Cemiloğlu ile evlenmiştir.

        Nazım'ın anası Yahya Kemal'e aşık... (1880 – 1956)

        Nazım’ın şiir yeteneğini farkeden annesi okuldaki hocası Yahya Kemal’den özel ders vermesini ister. Ders için gelen Yahya Kemal ile Celile Hanım arasında kısa sürede aşk doğar.

        Yahya Kemal kıskanç bir aşıktır. Celile Hanım’a güvenmez. Yakup Kadri’ye “Bu kadar dile gelmiş kadınla nasıl evlenirim” der. Evlilik hazırlıklarına başlarken bir mektupla, Yahya Kemal evlenemem diyerek aşklarını bitirir. Yıllar sonra Celile Hanım oğlu Nazım hapiste iken onun özgürlüğü için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlar. Yahya Kemal artık yaşlı, gözleri görmeyen eski sevgilisini görmezden gelerek yanından geçer. Sessiz Gemi şiirini de Celile Hanım’a yazdığı söylenir

        Herkes ona aşıktı... Rönesans gibi kadındı! (1909 – 2002)

        Bir de sevgilim vardır pek muteber

        ismini söylemem

        edebiyat tarihçisi bulsun”

        O zamanlar ismini söyleyemem dediği sevgilisi Nahit Hanım’dı. Yazdığı mektuplar “Yalnız Seni Arıyorum” ismiyle kitaplaştırıldı. Orhan Veli’nin ebedi edebi aşkıdır. Ama o dönemde sadece Orhan Veli değildir ona aşık olan

        Tomris Uyar, Turgut Uyar ile Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereyken tanıştı. Turgut Uyar da eşinden ayrıldı ve evlendiler. Tomris Uyar “Bir ara ben onun dünyaya açılan penceresi olmaktan da öte bir şeydim. Bir parçası gibiydim. Ve kendimi bir parçası gibi hissettiğim için de sıkılıyordum tabii.” der. Aralarındaki ilişkiyi şöyle özetler: “Turgut, beni her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak, ben de hiçbir rekabetin olmadığı bir alanda boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım.”

        Senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz

        Kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz

        Alır başımı erzincan’a giderim seni düşünmek için

        Dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor

        Kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için

        Bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur

        Ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan

        Durmadan

        Dağ biraz daha benden deniz her zaman senden

        Hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan

        Kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm

        Seni övdüğüm zaman

        Güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda

        Seni övdüğüm zaman

        Cemal Süreya onun için Samet Ağaoğlu’nun sözünü kullanır: Rönesans gibi kadın… Süreya, “Anılar, anlatmaz anılarını. O konuda bütün girişimleri boşa çıkarır, hiçbir tuzağa düşmez, çok şeyi incelikle geçiştirmeyi bilir.” der.

        Paris- İstanbul arası çaresiz bir aşk...

        Attila İlhan 1948 yılında üniversite 2. sınıftayken Paris’e gider. Bu seyahatten sanatı ve şiiri derinden etkilenir. Paris’te Ermeni asıllı Fransız olan Maria Missakian ile tanışır. Birlikte gezerler ve Türkiye’den konuşurlar, çünkü atalarının toprağıdır. Attila İlhan Türkiye’ye dönmeye karar verir. Missakian’ı da getirmek istese de pasaportu olmadığı için getiremez. Sürekli mektuplaşırlar. Sürekli onu getirmek için uğraşsa da başaramaz. Zamanla mektuplar seyrekleşir. Daha sonra Maria’nın bir müzisyenle evlenip çocukları olduğunu, mutsuzluktan alkolik olduğunu öğrenir. Yağmur Kaçağı şiir kitabının içindeki Maria Missakian sayfasını imzalayıp gönderir. Bu son görüşmeleri olur.

        yüksekkaldırım’da bir akşam

        maria missakian’ı düşündüm

        eğer kendimi bıraksam

        yağmur olabilirdim yağardım

        kasım’da bir çınar olurdum

        yaprak yaprak dökülürdüm

        kalbimi sıkı tutmasam

        döküp saçıp boşaltsam

        içimde yükselen şiiri

        kaldırımlara döküp harcasam

        gözleri balıkçıl gözleri

        dudaklarında tutup rüzgarı

        maria missakian adında biri

        gelse göğsüne kapansam

        gece gölgesine sokulsam

        gökyüzünde bulutlar büyüseler

        yağmuru dinlesem anlatsam

        şimşekler kırılıp dökülseler

        bizi sokaklarda bıraksalar

        leylekler üşüyüp gitseler

        dönüp arkalarına bakmadan

        yine akşam oldu attilâ ilhan

        üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı

        belki paris’te maria missakian

        avuçlarında bir çarmıh acısı

        gizlice bir sefalet gecesi

        çocuğunu boğarmış gibi boğup paris’i

        sana kaçmayı tasarlar her akşam

        Tüberküloza yeni düşen bir aşk... (1913 – 1945)

        Mari Gerekmezyan, Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun asistanlık yaptığı Güzel Sanatlar Akademisi Heykel Bölümü’ne misafir öğrenci olarak gelmiştir. Bedri Rahmi’nin bir büstünü yaptı. Bedri Rahmi de birçok portresiyle ona yazılmış şiirlerle cevap verdi. 1946’da menenjit-tüberküloza yakalandı. 2. Dünya Savaşı yeni bitmişti, ilaçlar çok pahalıydı. Bedri Rahmi birçok tablosunu sattıysa da Mari’yi kurtaramadı. O dönem içkiye başladı. 1949’da Büyük Kulüp’te bu şiiri okurken ağlamaya başladı. Bunun üzerine eşi Eren Eyüpoğlu evi terk edip Fransa’da yaşamaya başladı. Daha sonra eşi ve çocuğunun yanına döndü, ama bunu hiç unutmadı.

        Karadutum, çatal karam, çingenem

        Nar tanem, nur tanem, bir tanem

        Ağaç isem dalımsın salkım saçak

        Petek isem balımsın ağulum

        Günahımsın, vebalimsin.

        Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan

        Yoluna bir can koyduğum

        Gökte ararken yerde bulduğum

        Karadutum, çatal karam, çingenem

        Daha nem olacaktın bir tanem

        Gülen ayvam, ağlayan narımsın

        Kadınım, kısrağım, karımsın.

        Sigara paketlerine resmini çizdiğim

        Körpe fidanlara adını yazdığım

        Karam, karam

        Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam

        Sıla kokar, arzu tüter

        Ilgıt ılgıt buram buram.

        Ben beyzade, kişizade,

        Her türlü dertten topyekün azade

        Hani su ekmeği elden suyu golden.

        Durup dururken yorulan

        Kibrit çöpü gibi kırılan

        Yalnız sanat çıkmazlarında başını kaşıyan

        Artık otlar göstermelik atlar gibi bedava yasayan

        Sen benim mihnet icinde yanmış kavrulmuşum

        Netmiş, neylemiş, nolmuşum

        Cömert ırmaklar gibi gürül gürül

        Bahtın karışmış bahtıma çok şükür.

        Yunmuş, yıkanmış adam olmuşum

        Karam, karam

        Kaşı karam, gözü karam, bahtı karam

        Sensiz bana canım dünya haram olsun.

        Biri rakıya aşıkken diğeri... (1941 – 2003)

        Tomris Uyar, Edip Cansever’le aralarındaki bağı şöyle anlatır: “Sevgililik ya da aşk duygusu zamanla yara alabiliyor, örselenebiliyor, bitebiliyor. Bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu Edip Cansever öğretti bana.” Edip Cansever de Tomris Uyar için “Tomris rakıyı çok severdi, bense onu.” der.

        Tomris Uyar’ın 1980 yılındaki doğum günü için yazdığı şiirin özgün kopyasını, Tomris ve Turgut Uyar’ın oğlu Hayri Turgut Uyar kendi blogunda paylaştı.

        Cemal Süreya’dan Turgut Uyar'a... (1941 – 2003)

        Tomris Uyar, Turgut Uyar ile Cemal Süreya’dan ayrılmak üzereyken tanıştı. Turgut Uyar da eşinden ayrıldı ve evlendiler. Tomris Uyar “Bir ara ben onun dünyaya açılan penceresi olmaktan da öte bir şeydim. Bir parçası gibiydim. Ve kendimi bir parçası gibi hissettiğim için de sıkılıyordum tabii.” der. Aralarındaki ilişkiyi şöyle özetler: “Turgut, beni her an elinden kaçıracakmış gibi gereksiz bir kaygıyla yıpranacak, ben de hiçbir rekabetin olmadığı bir alanda boyuna birinci seçilmekten yorulacaktım.”

        Senin için alışılmış şeyler söyleyemem sana yaraşmaz

        Kış gecesi amcamızdır bahar yakından kardeşimiz

        Alır başımı erzincan’a giderim seni düşünmek için

        Dörtlükleri bozarım çünkü dağlar ne güne duruyor

        Kıyılar ve eskimeyen her şey seni anlatmak için

        Bir bozuk saattir yüreğim hep sende durur

        Ne var ki ıslanır gider coşkunluğum durmadan

        Durmadan

        Dağ biraz daha benden deniz her zaman senden

        Hiçbir dileğimiz yok şimdilik tarihten coğrafyadan

        Kimselere benzemesin isterim seni övdüğüm

        Seni övdüğüm zaman

        Güzel bir çingene yalnız başına dolaşmalı kırlarda

        Seni övdüğüm zaman

        “Ben sizin için çıldırıyorum, siz bana aldırış bile etmiyorsunuz.” (1896 – 1973)

        Şükûfe Nihal, Türkiye’nin hızla değiştiği yıllarda şiir, öykü, roman kaleme almış bir edebiyatçımızdır. 1920’li yıllarda Erenköy’de bahçelerde, köşklerde edebiyatçılar toplanır, sohbetler ederdi. İşte böyle bir günde Nazım Hikmet küçük bir kağıda “Ben sizin için çıldırıyorum, siz bana aldırış bile etmiyorsunuz.” yazdı ve Şükûfe Nihal’e verdi. Daha sonra, Nazım arkadaşlarına Bir Ayrılış Hikayesi’ni Şükûfe Nihal’e yazdığını söylemiştir. Şükûfe Nihal’e yalnız Nazım değil, Faruk Nafiz de aşk şiirleri yazmış.

        Erkek kadına dedi ki:

        -Seni seviyorum,

        ama nasıl,

        avuçlarımda camdan bir şey gibi kalbimi sıkıp

        parmaklarımı kanatarak

        kırasıya

        çıldırasıya…

        Erkek kadına dedi ki:

        -Seni seviyorum,

        ama nasıl,

        kilometrelerle derin, kilometrelerle dümdüz,

        yüzde yüz, yüzde bin beş yüz,

        yüzde hudutsuz kere yüz…

        Kadın erkeğe dedi ki:

        -Baktım

        dudağımla, yüreğimle, kafamla;

        severek, korkarak, eğilerek,

        dudağına, yüreğine, kafana.

        Şimdi ne söylüyorsam

        karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana..

        Ve ben artık

        biliyorum:

        Toprağın –

        yüzü güneşli bir ana gibi –

        en son en güzel çocuğunu emzirdiğini..

        Fakat neyleyim

        saçlarım dolanmış

        ölmekte olan parmaklarına

        başımı kurtarmam kabil

        değil!

        Sen

        yürümelisin,

        yeni doğan çocuğun

        gözlerine bakarak..

        Sen

        yürümelisin,

        beni bırakarak…

        Kadın sustu.

        SARILDILAR

        Bir kitap düştü yere…

        Kapandı bir pencere…

        AYRILDILAR…

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ