Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Yaşam HT Cumartesi Mutluluk yolculukta

        Pınar ERBAŞ / HT CUMARTESİ

        Digiturk İz TV’deki gezi programı Yolda’nın iki ismi, Yiğit Alpman ve Eren Aybars Arpacık’tan bahsediyorum. Hazır yaz gelmiş, çoğumuzun kafasında bir yerlere gitmek, gezmek varken en sıkı seyahat tüyolarını işin uzmanlarından dinleyelim...

        Modern zaman seyyahları onlar. Digitürk'teki İz Tv'de yayınlanan "Yolda" adlı program için sürekli yollardalar. Yiğit Alpman ve Eren Aybars Arpacık ile son beş ay içinde hem Kenya hem de Norveç'te karşılaştık. Söz konusu bölümlerin çekimlerini de izleme şansım oldu. Turist gibi değil de bir seyyahmış gibi gezmeyi, bu kısa karşılaşmalarda onlardan öğrendim diyebilirim. Hani "Onu da çekeyim, bunu da göreyim" diye açgözlülük yapmak yerine "Şehre kendimi bırakayım, yol beni götürür nasıl olsa" halinden bahsediyorum. Kendi belgeselleri "Yolda" için yaptıkları da tam olarak bu işte. Yormadan, bilgi bombardımanına tutmadan ve en önemlisi gösteriş yapmadan, ne yaşıyorlarsa onu çekiyorlar. İçten, samimi... Yeri geliyor Barcelona'da soyuluyorlar, yeri geliyor Pekin metrosunda biri yanlarına yanaşıp "Gelin sizi Cennet Tapınağı'na götüreyim" diyor, peşlerine takılıyorlar. Ya da Selanik'te meydanda gezinirken birileri onları sofralarına davet ediyor, yiyip içiyorlar. Hatta mesela Kenya'da safaride kameraları aslanların arasına düşüyor; ki buna bizzat şahidim... Yiğit Alpman içerik ve sunum kısmıyla ilgileniyor. İşin yönetmenlik tarafı, kamera, ışık, ses, kurgu komple Eren Aybars Arpacık'a ait. Bu iki iyi yol arkadaşından "yolda olma"yı dinledik.

        "Yoluculuk yapmayana mutluluk yok" diyorsunuz, öyle bir kaide mi var?

        Eren Aybars Arpacık: Gezginlerin koruyucu bir tanrısı var; ismi İndra. Hint hikâyelerinde geçiyor. Onun lafı bu. "Gezginin ayaklarında çiçekler açar, ruhu gelişir, meyveler verir. Kusurları yolculuğun zahmetiyle törpülenir" diyor.

        Yiğit Alpman: Bize de çok uyuyor bu tanım.

        Aslında seyahat tutkusu zamanla gelişen bir şey. Bir noktada duramaz oluyorsun...

        E.A.A.: Bunun ara sıra muhabbetini yapıyoruz zaten. Yiğit "Gidesim geldi" diyor mesela.

        İşte ne zaman oluyor o his?

        Y.A.: Gitmeyi özlüyorsun.

        E.A.A.: Burada yaptıkların birbirine benzer. Bir süre sonra sıkışıyorsun. Nasıl toparlanırım, derken yeni bir seyahat seni tedavi ediyor. Kısır döngüden uzaklaşıyorsun.

        Peki gitmek mi güzel dönmek mi?

        E.A.A.: Dönmek. Kahramanın sonsuz yolculuğu diye bir şey vardır ya hani. Gider, büyük bir ödülle döner. Benim için de öyle. Bir geliyorum bir sürü anı, bir sürü kare toplamışım...

        Y.A.: Ben gitmeyi daha çok seviyorum. "Orada" bulunmak hoşuma gidiyor. Bir şekilde bu hayattan bir kaçış... Hem dışarıda daha rahatsın. Kimse birbirinin ne yaptığına bakmıyor.

        Daha özgür hissediyorsun. Bir de Antony Burgman'ın bir lafı var, "Turist değil gezgin olmak lazım" diye. Hakikaten öyle.

        Yani nasıl?

        E.A.A.: Akvaryumdan bakmak değil de o şehrin içine karışmak...

        'DEFİNE ADASI GİBİ DÜŞÜN'

        İnsanlar yurtdışına çıktıklarında, Roma'daki Kolezyum'u sonunda göreceğim diye aklından geçirir mesela. Sizi heyecanlandıran ne oluyor?

        Y.A.: Seni nelerin etkileyeceğini önceden pek kestiremiyorsun. İşin zevki de orada zaten.

        E.A.A.: Çin'deki Yasak Şehir'den çok etkilenmedik örneğin. Saray gibi devasa yapılar insanın egosuyla yaratılmış şeylerdir ya hani. Bir nevi yıllardır rahatsız olduğumuz sistemin devamı... Ama mesela Çin Seddi ya da piramitler öyle bir his vermiyor. Sanki dünya var olduğundan beri ordalarmış gibi çünkü. Çocukluğundan beri onlar çok büyük, çok özel diye aklına kazınmış. O zaman etkileniyorsun işte.

        Y.A.: Aslında ben gezerken çok idrak edemiyordum. Döndükten sonra dank ediyordu. Ancak o zaman "Çok güzeldi" diyordum.

        Çok kötü bir şey değil mi bu; "ânı yaşayamamak" yani?

        Y.A.: Pek değil. Kuru kuru görmek hoşuma gitmiyordu. Yaşamın içine karışıp bir şeyler paylaşırsam işin keyfine vardığımı gördüm. O zaman gittiğin yerin ruhu da ortaya çıkıyor.

        Zaten diğer türlü program da kuru kuru bilgilerle "Siz gezemiyorsunuz yerinize biz geziyoruz"a dönerdi.

        Y.A.: O çok kötü işte. En son Norveç'te fiyortları gezdik mesela. İnternette konuyla alâkalı bir sürü bilgi var. Bizim yapmak istediğimiz daha çok kendi maceramızı anlatmak.

        E.A.A.: İşin teknik kısmında da aynı şey geçerli. Bir binayı nasıl çekeceğin aşağı yukarı bellidir. 500 kişi gitse hemen hepsininki birbirine benzer. Ama orada biriyle tanışır bir şeyler paylaşırsan, o tektir işte. Bir daha yakalayamazsın.

        Programın kaçta kaçı doğaçlama?

        E.A.A: Önceden bir rotamız oluyor ama bunu define adası gibi düşün. Bir noktaya varıyorsun, sonrasında nereye yönleneceğini sen seçmiyorsun, yolun kendisi görütürüyor.

        Y.A: Doğaçlama bir yere kadar gerekli. Çünkü kendini akışa bırakmazsan şehrin atmosferini hissedemeden dönersin.

        'BİR ÜLKEYE AİT HİSSETMEK İYİ BİR ŞEY DEĞİL'

        Bu kadar gezdikten sonra, sizde aitlik hissi ne durumda?

        E.A.A.: Şahsen hiçbir yere ait hissetmiyorum kendimi. Zaten insan bir kişiye dair aidiyet hisseder. Ailesine, eşine, arkadaşlarına... Bir ülkeye ait hissetmek o kadar da iyi bir şey değil. Çünkü bu, bir tür fanatizm demek ve ön yargıyı da beraberinde getirebilir. Bu sefer

        İstanbul'a dönünce büyü bozuluyor

        Birbirinizi nasıl buldunuz?

        E.A.A.: Bir dönem o kadar sıkılmıştım ki! Arıyorsun "Gel görüşelim" diyorlar. Ardından bir şey çıkmıyor. Sonra bir gün Yiğit'in babası Nazım Ağabey'le tanıştım. (Gazeteci- yazar Nazım Alpman'dan bahsediyor...) Bir hafta sonra Yolda'yı teklif etti. "Olur" dedim. Sunacak biri daha lazımdı.

        Y.A.: Onu da bana sordu.

        Ve hemen hemen herkesin hayal ettiği işi mi yapmaya başladınız?

        E.A.A.: Evet ama bunun da bir bedeli var.

        Olsun o kadar...

        Y.A.: Millet çekmek değil gezmek istiyor.

        E.A.A.: Sen yurtdışına çıktığında tatil motivaysonuyla gidiyorsun. Benimse aklımda yapmam gereken bir sürü şey oluyor. Bazen gittiğim yerleri sadece vizörden gördüğümü fark ediyorum.

        "Hobinizi işe dönüştürmeyin, sonra nefret etmeye başlarsınız" derler ya hani. Bu o mu?

        Y.A.: Gezerken sorun olmuyor aslında.

        E.A.A.: Ama İstanbul'a dönünce bütün büyü bozuluyor. Sistem seni yakalıyor tekrar; ekonomiyle, düzensiz hayatınla...

        Hakikaten iyi arkadaş mısınız yoksa iyi yol arkadaşı mı?

        E.A.A.: İyi yol arkadaşı.

        Y.A.: Ki bence çok önemli bir arkadaşlık. Çünkü insanın esas karakteri yolda çıkıyor.

        YOL ÖNERİLERİ

        - Eşya konusunu fazla abartmayın. Peşinizde ikinci biri gibi bavul taşımanıza gerek yok.

        - Bol cepli pantolon ve rahat ayakkabı hayat kurtarır.

        - Ara sokaklara dalın, asıl surprizler oralarda... Ama dikkat edin, süpriz peşinde koşarken soyulmayın!

        - Haldır haldır şehri gezeceğim, diye kendinizi paralamayin. Bazen bir meydanda oturup kahve eşliğinde insanları izlemek şehre ve ülkeye dair daha çok şey söyler.

        - İnsan zihni unutmayı sever. Bu yüzden fotoğraf çekin ama çok abartmayın çünkü şehri sadece vizorden gördüğünüzü fark ederseniz üzülürsünüz.

        YENİ BAŞLAYANLAR İÇİN YOLDA PROGRAMI

        - Şangay Ekspres bölümü; doluluğuyla ünlü Pekin metrosuna inip-binememe sahnesi...

        - Barcelona bölümü; sahilde Eren'in çantasını çaldıkları sahne...

        - Kızıl Şafak Pekin bölümü; Çin Seddi'nden aşağı kızakla iniş...

        - Jambo Afrika bölümü; Safari'de aslanların çiftleşmesini beklerken...

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ