Müzik duygusal değerini neden kaybetti?
Geçen hafta CEO'su Axel Dauchez'le görüşmek üzere Deezer'ın Paris'teki merkezine gittik. Axel Dauchez bir CEO'dan çok vintage plak dükkânı sahibine benziyordu
HT CUMARTESİ / Sırma KARASU
Geçen hafta CEO'su Axel Dauchez'le görüşmek üzere Deezer'ın Paris'teki merkezine gittik. Google ve Facebook gibi internet şirketlerinin ofisleri için yapılan "iş yeri değil sanki eğlence merkezi" tanımlaması, Deezer için de geçerli. Duvarları kaplayan Deezer'ın sembolü şirin figürler, müzik enstrümanları şeklindeki puflar ve bahçesiyle Deezer'ın merkezi, "modern çalışma alanı nasıl olmalı" sorusunun cevabı gibiydi. Axel Dauchez ise bir CEO'dan çok vintage plak dükkânı sahibine benziyordu. 2010 yılında Deezer'ın başına geçen Dauchez'nin CV'si çoğunlukla oyun ve animasyon şirketlerinden oluşuyor, bana göre en etkileyicisiyse "World of Warcraft"in yaratıcısı olan Blizzard'daki görevi. Kendisiyle yaptığım operadan, progressive rock'a uzanan müzik sohbetinden içeriği satmak kadar içeriği de bilen bir adam olduğunu anladım.
Gitgide soyutlaşan müziği satmak için içeriğe hakim olmak çok önemli. Evet, müzik günümüzde bize sunulanı çabucak tükettiğimiz bir meta haline geldi ama bu her zaman böyle değildi. Dauchez'nin de altını çizdiği gibi mp3 formatı sayesinde müzik taşınabilir ve daha fazla tüketilir hale geldi ancak bütün bunların karşılığında müzik duygusal değerini iyice kaybetti. Burada taşınabilirlikten kasıt sokakta müzik dinleyebilmekten ziyade bugün Diyarbakır'dan yüklenen bir müziğin bir dakika sonra Stockholm'de dinlenebiliyor olması. Peki ya plaklı, kasetli günlerde müzik dükkânlarının adeta bir mabet değeri taşıması? Aklıma Ozzy Osbourne'un biyografisinde Black Sabbath grubunu Birmingham'daki "Ringway" isimli müzik dükkânına borçlu olduğumuzu anlatışı geliyor. Öyle bir müzik dükkânı düşünün ki Led Zeppelin ve Black Sabbath'ın üyeleri kapısında takılıyor...
'BİZ MÜZİK KUTUSU DEĞİLİZ'
2000'lerin başında Apple'ın iTunes müzik dükkânını açması ve kendi cihazlarını satmak için müziği tek tek alınan bir metaya dönüştürmesiyle müzik kültürel bağlamını yitirip bireysel bir deneyim haline geldi. Sanırım dijital müzik servislerinin önündeki en büyük sınav 60'ların rock, 70'lerin punk ve 90'ların grunge tadını dinleyicilere yaşatabilmek. Axel Dauchez ve ekibi bu konuda kararlı görünüyor. Kendisine "İyi de sizin Youtube'dan farkınız ne" sorusunu sorduğumda aldığım cevap beni tatmin etti: "Biz müzik kutusu değiliz. Müziği dinleyicimize istediği an kendi kültürel altyapısında sunuyoruz..."
Sanmayın ki Paris müzikten arınmış!
5 gün boyunca Paris'in altını üstüne getirmeme rağmen ne bir müzik markete ne de bir albüm afişine rastladım. Eh tamam bu inanılmaz bir tespit değil. Hele de daha az önce Fransızların müzik servisleri sayesinde müziği iyice dijitalleştirdiğinden dem vurmuşken. Fransızların en büyük müzik ve kitap zinciri FNAC Paris'te 3 şubeye kadar inmiş durumda. Geçen eylül ayında ise fiziksel müzik satışlarında son 7 senedir yaşanan düşüş nedeniyle müzik departmanından 180 kişiyi işten çıkaracaklarını açıklamışlardı. FNAC akıllıca bir hamleyle dijital konser ve etkinlik bileti sitesine ağırlık veriyor.
Ama müzik dijitalleşti diye sanmayın ki Paris müzikten arınmış sıkıcı bir şehir haline gelmiş. Şehirde 3 tane opera binası var. Bolluğu düşünün; modern prodüksiyonlar, opera komik ve klasik opera olmak üzere neredeyse her opera konseptinin kendi binası ve geleneği var. Bilet fiyatları ise 200 Euro civarlarında... Yakın zamana kadar AKM'de öğrenci 5 yetişkin 10 lira olmak üzere opera izlediğimizi düşününce insanın böylesi erişilebilir bir güzelliği kaybetmenin acısıyla içi cız ediyor. Kimilerinin soğuk bulduğu bina senelerce "Madam Butterfly", "Aşk İksiri", "Uçan Hollandalı" gibi operalara ev sahipliği yaptı, içinde ilk operamızı izledik. Böyle bir yapıya sadece bir bina dediğimiz an ise bu gelenek elimizden kaydı gitti. Opera deyince benim aklıma hâlâ Bedia Muhhavit'in AKM lobisindeki dev portresi ve o mimari harikası dönen merdivenler geliyor.
Parizyenler şu sıralar yıllardır biriktirdikleri müziklerden doğan kültürün farklı disiplinlerle buluşmasının keyfini sürüyorlar. Sokağa çıkınca beklenmedik yerlerde karşınıza çıkan kültür sanat kurumlarının binalarını görünce kültür ve sanat yaşamının AVM'lerle sınırlı kalmaması gerektiğini hatırlatıyor. Yolunu gözlediğimiz festivaller eğlence hayatını renklendirse de sürekli programı olan köklü kurumların yerini dolduramıyor. Anlaşılacağı üzere sürdürülebilir bir kültür-sanat yaşamı için etrafında kendi kültürünü yaratan ve şehirde iz bırakan müzik kurumları gerekli.