Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bu kez 25 yaşındaki bir genç, insanları yüksek gelir vaadiyle avladı. Yarım milyar lirayı aşkın parayı topladıktan sonra da Türkiye’den sırra kadem bastı. Yüksek getiri peşinde koşanları avlamak için oltasına Türkiye şartlarında pahalı bir ürün olan hayvancılık çiftliğini taktı. Yanına banka kelimesini de ekleyerek Çiftlikbank dedi. Niye banka adını kullandığını kimse sormadı, engel olan da çıkmadı.

        - Halbuki banka kurmak için 300 milyon ödenmiş sermaye koymak ve BDDK’dan izin almak gerekiyor. Bu kurumdan zamanında herhangi bir uyarı da duymadık. İsme banka adı eklemek bu kadar kolay mı?

        - Konuyla en yakın ilişkisi olan “kitle fonlamasını” kasım ayında düzenleyen SPK’dan ise bir soruşturma ve engelleme gelmedi. Her ne kadar düzenlemeyi SPK yapsa da, Çiftlikbank özünde bir dolandırıcılık işi. Ancak şirket de Ticaret Kanunu’na göre kurulmuş ve adında banka ismi var. Bankacılığı da, sermaye piyasasını da, ticareti de ilgilendiren bir durum söz konusu.

        - Buna karşılık klasik bir saadet zincirini veya Ponzi finansman modelini seyretmekle yetindik. Moody’s’in Türkiye’nin notunu düşürürken dikkat çektiği “kurumsal zayıflık” sadece Merkez Bankası’nda yok, diğer kurumlarda daha da fazla ki, bu tür olaylar gerçekleşiyor.

        - Ancak kurumsal zayıflamaya atıfta bulunarak bu işin içinden sıyrılamayız. Finansal okuryazarlığımız az, bunu kabul edelim. Yatırılan paranın bir katı kazanç vaadini yapanın bu parayı nereden kazanacağını sorgulamak gerekirdi. Kazanılamayan bir paranın geri ödemesi olamaz. Çok yüksek kazançlar varsa, kazananın bunu neden paylaşmak istediği de iyi sorgulanmalı. Tabloya tersinden bakarsak da, yüksek getiri olacaksa böyle bir yatırımın yüksek riski olduğu baştan kabul edilmeli.

        - Finansal okuryazarlığımızın yanında normal okuryazarlığımız da az. Az ki medyayı pek takip etmiyor, gazeteleri az okuyor, okusak da geçmişte kötü örnekleri ve yaşanan saadet zincirlerini hatırlamıyoruz. Hatırlayamadığımız için de sık sık aldanıyoruz, saadet zincirini kuranların ağına yakalanıyoruz. Halbuki toplumsal hafızamız güçlü olsa saadet zinciri tehlikesinin ne kadar yakın olduğunu görürdük.

        - Hastane ve konut yatırımlarını içeren Hastaş 10 binlerce insanın katılımı ile 1960’lı yılların sonunda kuruldu. İyi niyet vardı, bazı temeller de atıldı. Ancak sonuç hüsran.

        - Yurtdışında çalışan gurbetçiler Türkiye’de 60-70’li yıllarda 100’e yakın hemşeri şirketi kurdu. İyi yönetilemediklerinden çoğu battı, bazılarına devlet sahip çıktı, bugün hâlâ yaşayanlar var.

        - 1990’larda yine gurbetçiler Türkiye’de kurulan şirket ve holdinglere katılımcı oldu. Getiri vaadi yine yüksekti ama katılımcıların ve hissedarların paylarının yasallığı sağlanmamıştı. Bazı yatırımlar gerçekleştirildi, halen faaliyette ve borsada işlem görüyor. Ancak mağdur edilen sayısı memnun edilenlerden daha fazlaydı.

        - 2000’li yıllarda bu kez aynı olayı halka açılmalarda tekrarladık.

        ***********

        SADECE İSTANBUL’UN RANTI 29 MİLYAR, VERGİSİ İSE DÜŞÜK

        Son günlerin tartışma konusu taksicilik sektöründe rant ne kadar yüksekse verginin de o kadar düşük olduğunu görüyoruz. Bir kere tartışmanın bir tarafındaki UBER ve diğer taşımacılık platformları Türkiye’de kurulu merkezleri olmadığı için vergi mükellefi değiller. Aldıkları komisyonları olduğu gibi kendi merkezlerine aktarıyorlar. Komisyon da bir hayli yüksek. Çünkü yüzde 20. UBER yapılan taşımadan elde edilen gelirin beşte birini alıyor. Vergi ise sıfır. Bu sorun sadece Türkiye’nin sorunu da değil, diğer ülkelerin de.

        - Taksicilikte ise gelirin yaklaşık yarısını alan plaka sahiplerinin çok düşük vergi ödediği ve plaka alım satımlarını gerçek değerleri üzerinden yapmadıklarını öğreniyoruz. Rahim Ak’ın haberine göre plakadan ortalama aylık 7.500 lira kira alınmasına karşılık, plaka sahiplerinin bildirdiği kazanç bunun çok altında. 2015 yılındaki ortalama aylık kazanç 1.418 TL. Üstelik bu kazanca plaka dışı kazançlar da dahil. Yani gerçek rakam daha düşük.

        - Zaten Türkiye’de 62 bin olan taksi plakası için 8.457’si defter tutup gelir vergisi ödemiş. Asgari ücret düzeyinde gelirin bildirildiği bir sektörün sadece İstanbul’da ulaştığı toplam büyüklük 29.2 milyar lira. 7.395 plakanın 1.680 bin liradan toplam ederi bu. Yaratılan rant veya piyasa büyüklüğü bu kadar. İşin matematiği bu piyasa değeri üzerinden yapılıyor.

        - Ama memnun ettiği kitle sadece plaka rantı elde edenler, yani bugün itibarıyla realize edilmemiş olsa da 29 milyarın sahipleri. Mağdur ettiği ise çalışan taksiciler ile sistemin tümünün maliyetini ödeyen müşteriler. Bir de vergi kaybına uğrayan devletin kendisi. Düzenlemeyi yapacak olan devlet.

        Diğer Yazılar