Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bollywood sineması ile öne çıkmak istemeyen yönetmen M. Night Shyamalan‘Amerikan Rüyası’na olan takıntısı yüzünden, yüzünü Hollywood’a döner. Bunun nedeni Spielberg’e olan bağlılığından mıdır, yoksa Bollywood’usevmeyişinden mi, bilemiyoruz. Aslen Hintli olan yönetmenin en büyük avantajı Philadelphia’da yetişmiş oluşudur. Sekiz yaşında eline kamerayı (Süper-8) alanM. NightShyamalan’ın yönetmen olacağı daha en baştan belliymiş. Disiplinli bir aileye sahip olan Shyamalan, her zaman aykırı görüşleriyle, karşısındakini şaşırtmayı başarmıştır. Hayatında yapamadığı şeyleri filmlerine akıtan yönetmen, cesaretini göstermekten asla çekinmez, ama filmlerinde her detayın aynı anda dans ediyor oluşu işi biraz bozar.

        Uzun süredir sesi soluğu çıkmayan yönetmenler âlemine bir isim daha eklendi. O ismi hepiniz çok iyi tanıyorsunuz aslında. Kimden mi bahsediyoruz? Tabi ki “TheSixth Sense” (Altıncı His), “Unbreakable” (Ölümsüz) ve “Signs” (İşaretler) filmlerinin yönetmeniM. NightShyamalan’dan…Dikkatleri üzerine çekerek, ani bir çıkış yapan yazar-yönetmen M. NightShyamalan ne yazık ki yere çabuk çakıldı. Yıldızı parladı, parladı söndü. Yani bir kutup yıldızı kadar parlak olamadı. Bunun nedeni de kafasının karışık oluşudur. Aklını kurcalayan temaları doğru bir biçimde birleştiremeyen yönetmen, kalıcı olmak uğruna savaş vermedi, çünkü onun en büyük derdi bilimsel teorileri sorgusuz sualsizce bir araya getiriyor oluşuydu. Bu şekilde davranması onu, devirdi. Kurtlar sofrasında yönetmenliğe sıkıca sarılmak yerine burnunun dikine gitti. Eğer böyle yapmasaydı halen onu konuşuyor olurduk. Dik başlılığı nedeniyle kendini köpek balıklarına yem ettiren yönetmen, yanlış yaklaşımlarıyla yazdığı bazı hikâyelerin nüvesine zarar verdi. Hikâye kurgusunun, hem sahnelerle, hem de sekanslarla bağdaşmaması, ortaya koyduğu önermelerin ve teknik detayların anlamını yitirmesineve sinematografik bütünlüğün bozulmasına sebebiyet verdi. Ortaya koyduğu hipotezlerin bilimsel ve felsefik teorilerle çelişkiye düşmesi, yönetmenin bir labirent içinde kaybolmasına neden oldu. Karanlıkta gözleri görmeyen bir yarasa misali tersten uçmaya başladı. Sanki B tipi filmlere yelken açarcasına…

        SÜRPRİZ SONLAR VE BEKLENMEDİK OLAYLAR…

        Soyut ve somut gerçekler arasında gidip gelen yönetmen, varoluşsal sorunları öne çıkararak, filmlere ait tüm bileşenleri teorilerle şişirdi. Her şey çok yüzeysel ve havada kaldı. Eğer ağır basan Amerikan Rüyası sahneleri ötelenseydi, belki fikrimiz değişebilirdi. Ama ona rağmen, çektiği filmlerin başarısını da yadsıyamayız. Bugünlerde yeniden parlamak için çaba veren yönetmenin sükse yapan filmlerini değerlendirmeden edemedik.

        Yer yer Alfred Hitchcock ile bağ kuran ve ağır hikâyelere yer veren M. Night Shyamalan, türden türe atlayarak, karakterleri farklı yörüngelere yerleştirir. Uzun plan sekans çalışmayı seven yönetmen, karakterler arasında uzun boşluklar bırakıp, seyirciyi kısa bir süreliğine düşünmeye zorlar. Doğal yaşamı, mistisizmi ve kaderciliği filmlerine yapıştıran yönetmen, iyi-kötü dengesini doğa olaylarıyla açıklamaya çalışır. Zaman zaman karakterlerin hareketlerini sınırlandıran yönetmen, onlara öyle özellikler ekler ki, perde karşısında aniden donup kalıveririz. Yazdığı senaryolardan film karelerine zıplayan yönetmen (mutlaka kendine bir rol verir), sıradan kalıpları elinin tersiyle iterek, senaryolarını mantık oyunlarıyla doldurur. Duygusal açıdan oldukça tatmin yaratan yönetmen, beklenmedik olayların seyirciyi kuşatması için elinden gelini yapar. İzleyiciye özellikle şunu söylettirir: “olaylar istediğimiz gibi gelişmedi, arzu ettiğimiz sonuç bu değildi.”

        İnsanı yoran kamera hareketlerinden uzak duran yönetmen, gereksiz olan sahneleri inatla montajlamayı reddeder. Yani önemsiz gördüğü detayları bile anlamlandırmaya çalışır. Sahne geçişleri, kamera açıları ve müzik kullanımı açısından başarılı olan yönetmen Shyamalan, hikâyedeki ‘climax’ noktasını güzel bir şekilde ayarlar. Climax noktasında gelişen olaylara netlik kazandıran yönetmen,teorileri hikâyeye yayar ama hikâye sonlandığı zaman o teoriler sonuçlanmamış olur. Sürpriz sonla kafayı bozan yönetmen, can alıcı görsellerle bizi etkileyip, kendi felsefesini uygular. Karakterler arasındaki çatışmalarla hikâyelerini renklendiren Shyamalan filmin sonuna kadar o çatışmaları devam ettirir. Ta ki çatışmalar çözülene değin… Çevresel faktörlerin insan hayatını nasıl perişan ettiğini dile getiren yönetmen, bozulan sistemin esiri olmamamız gerektiğini metodik bir biçimde sergiler. Hem sapkınlaşan kişilerin problemlerini adamakıllı tahlil etmeye çalışır hem dehayata karşı isyanlarını ortaya koyar.

        CANAVARLAŞAN SHYAMALAN SİSTEMİ

        Yasakları göğüslemekten nefret eden karakterlerin, acı acı bağırışları ve çırpınışları gerçekten görülmeye değerdir. İşte tüm bunları ‘kesme’ yapmadan aktaran yönetmen, sahneleri parça parça gösterir ve parça parça gösterdiği sahnelere bütünlük kazandırmak için, tüm sahneleri arka arkaya dizer. Sanki o sahneler birbirinden hiç ayrılmayacak bir şekilde lokomotif misali birbirine bağlanırlar. Eğer o sahnelerden birini çıkartacak olursanız, filmin ahengi bozulur ve izlediğiniz film anlamsızlaşmaya başlar. Sonra ne izledik diye düşünüp dururuz. Bilim ve felsefenin kardeşliğinden doğan fikirlerin hikâyedeki kapladığı yer, geniş olmakla beraber baskındır da…

        Kendimize her zaman şu soruyu sorarız: Acaba Shyamalan da DarrenAronofsky gibi bilimsel ve felsefik konulara mı takmıştır? Shyamalan’ın takıntısı farklıdır, çünkü Shyamalan her filminde farklı motifler işler, ama Aronofsky hep aynı motiflerle dengeler filmlerini… Ayrıntılarda kaybolmayan Shyamalan, insan-doğa karşıtlığını boğuk görüntülerle sarmalayıp, tekinsiz mekânların tehlikeli taraflarını ağır çekimlerle destekler. Doğanın insan yaşamındaki pozitif ve negatif etkilerini, bilim-kurgu ile mutantlaştıranShyamalan, tam bir canavar yaratır. Tabi bu canavar gözle görülür bir canavar değildir, bu canavar Shyamalan’ınmetaforudur. Bunu şöyle ifade edersek daha doğru olur: Doğa hem canavar hem de de değildir.

        Çoğu zaman gizem yaratıp, mistik derinliği arttıran yönetmen, seyircinin talep ettiği kareleri göstermektense, kendi istediği kareleri çerçeveye alır. Karakterler bir çerçeveye girip, bir çıkarlar. Karakterler arası mekik dokuyan Shyamalan, basit öğeleri filme yığmaktansa, korku motiflerine ayna tutar, bunun sebebi de korkunun dış mekânla ilintili olmayıp, karakterlerin korkularıyla ilintili oluşudur. Parlakhikâyelere yer vermeyen yönetmen, inatçılığına karşı koyamayarak genellikle o öyle değil, böyle olur diye sert bir çıkış yapar. Aniden hikâyenin yönü değişir.

        “ALTINCI HİS” FİLMİ YÖNETMENİN ZİRVE NOKTASIDIR

        “The Sixth Sense” (Altıncı His) ile müthiş bir başarı elde eden Shyamalan, hikâyeye ait uzlaşma referanslarını, filmin içine güzel bir şekilde yedirir. Korku-gerilim türünü ateşleyen Shyamalan, filmin kırılma noktalarını duygusallığa dayandırarak, korkunç tecrübelerin tüm çıplaklığıyla perdeye yansımasına izin verir. Geçmişin acı yanlarını manevra yaparak seyirciye sunan yönetmen, sırlarla dolu bir dünyaya geçiş yapmamıza olanak sağlar. Fırtınalar öyle bir kopar ki, bazı olumsuz olayların durdurulması neredeyse imkânsız olur. İçimizi ısıtan güneş kolayca gökyüzünde belirlemeyecektir. Bu tarzının dışına çıkan yönetmen “Village” (Köy) filminde, soyut dramatik sapmalara parmak basarak alt-metni güçlü bir hikâye elde eder. Hikâye, epik ve lirik temalardan beslenir. 19.yüzyılda yaşanan korku dolu olaylara tanık oluruz. Yaratıklarla mücadele etmek zorunda kalan, köy halkının korkudan ödleri kopar. “Signs” (İşaretler), 2007’de ülkemizde vizyona giren “Gölgesizler” filmi ile bir hayli benzeşmektedir.

        Yönetmenin bir diğer filmi olan Signs (İşaretler) ise, dünya dışı varlıkların sembolleşmesini konu alır. Bir sürü metaforu aynı çatı altında barındıran film, Steven Spielberg’i merkeze oturtur sanki… Spielberg’ın beyni ile bağlantıya geçen yönetmen, bilim-kurgu ile mitleşen dünya dışı varlıkları hikâyesine oturtur oturtmasına ama dini öğelerden alıntılama yapmadan da geçemez. Hikâyeye ait parçaları örnekleme şablonuna yerleştiren Shyamalan, inancımıza ters düşen fikirlerin altını doldurmaya çalışır. İnanıp, inanmamak tamamıyla seyirciye kalır.

        DALGALI DENİZDE BOĞULAN YÖNETMEN

        Bu üç filmin enerjisinden başı dönen yönetmen, “Lady İn TheWater” (Sudaki Kız), “The Happening” (Mistik Olay), “The Last Airbender” (Son Hava Bükücü), “After Earth” (Dünya-Yeni Başlangıç) ile iyice düşüşe geçer. Adı gitgide unutulmaya başlar. En üzücü olan da Nickelodeon yapımı animasyon televizyon dizisini temel alan filmin mantık çerçevesinde işlenemiyor oluşudur. Aang karakterinin hayatta kalma mücadelesinin açılış bölümünü çarpıcı bir şekilde hikâyeye akıtamayan yönetmen, sadece görselliğe kanalize olarak, hikâyenin gidişatında neler göstermesi gerektiğini tamamen unutur.

        Tüm bu sıkıntılara rağmen pes etmeyen yönetmen şu sıralar, gençlik yıllarında kaleme aldığı “Labor Of Love”ıisimli projesini gözden geçiriyor. Okuduğumuz bir habere göre; yönetmen Bruce Willisile yeniden masaya oturacakmış. Filmde Willis, Philadelphia’da kitap dükkânı işleten ve sevdiği insanı trajik bir kazada yitiren bir adamı canlandıracak. Henüz bir yapım takvimi oluşturulmadığını da belirtmek gerek. Tek proje ile yetinmeyen yönetmenin bir projesi daha var: “Sundowning”. Shyamalan’ınnasıl bir hikâye ortaya koyacağını merak ediyoruz. Demek ki, yönetmenin bir filmi yüksek bütçeli, diğeri de düşük bütçeli olacak. Yalnız bir konu bizi oldukça sevindirdi, o da “Labor Of Love”da Bruce Willis’in yer alıyor oluşu…

        Analizimize göre; M. NightShyamalan’ın egosuna yenik düşen bir yönetmen olarak anılması biraz üzücü… Biz Shyamalan’ın yeniden dirilişine şahit olmak istiyoruz. Ne de olsa Shyamalan zamanında iyi filmler çekti, o filmlere olan hayranlığımızı hiçbir şekilde gizlemiyoruz. Shyamalan’ı hem iyi hem de kötü taraflarıyla ele aldık. Önemli olan yönetmenlerin elle tutulur taraflarını ortaya dökmek. Ama şu bir gerçek ki, Shyamalan tırnağını kazıyarak bu noktaya geldi. Çok çalışıp, gayret sarf etti. Eğer “astığım astık, kestiğim kestik” yapmasaydı belki de çok farklı bir tahtta oturuyor olurdu. Yine de ağzımızda iyi bir tat bırakmadı değil… Shyamalan’a bir kez daha şans vermeye ne dersiniz? Sonuçta herkes ikinci bir şansı hak eder.

        Arzu Çevikalp’e göre M.NightShyamalan’ın en iyi filmleri:

        1-The Sixth Sense (Altıncı His) (1999)

        2-Unbreakable (Ölümsüz) (2000)

        3-The Signs (İşaretler) (2002)

        4-The Village (Köy) (2004)

        5-Wide Awake (1998)

        Diğer Yazılar