Uzay'ın acelesi, Emmi Pikler ve kendi haline bırakmak
HAMİLELİK üç aylık periyotlarla anılır. (Birinci, ikinci ve üçüncü trimester.) Her trimesterin kendine has özellikleri vardır ve bir öncekine hiç benzemez... Sanırım bebeklerin dünyada geçirdikleri ilk yıl da bu şekilde geçiyor...
Yeni doğanın ilk 3 aydaki işi dünyaya adapte olmak. Temel ihtiyaçlarının karşılanmasından başka beklentisi yok; burnunun ucundan öteyi göremiyor.
3-6 ay arası kendini ve etrafını algılamaya başlıyor. İlk üç ay sadece memesinden tanıdığı annenin elleri olduğunu, bu ellerin onu tuttuğunu, temizlediğini, giydirdiğini fark ediyor. Kendi ellerini keşfetmesi de aynı döneme denk geliyor... Bu dönem mutlu bebekler dönemi. Karınları tok, bir ağrı sızıları olmadığı müddetçe karşılarına çıkan her yeni şeye gülümsüyorlar... 3-6 ay arası bebekler ve annelerin cicim ayları...
6. ay dolduktan sonra hayat bir anda bambaşka bir hale bürünüyor. Bebeğiniz artık "Ben de varım" demeye başlıyor. Tercihleri, istemedikleri, kendine has yoğun bir programı oluveriyor. Mesela Uzay bitmeyen emekleme talimlerine başladı... Gün içinde hatta gece uykusundan uyanarak dört ayak üzerine geliyor ve azimle emeklemeye çalışıyor. O artık yılmaz bir sporcu...
Bu talimler hayatımızı epey değiştirdi. Artık sabahları kalkınca uzun uzun yatak muhabbetleri yapamıyoruz oğlanla; çünkü acelesi var. Uyandığı gibi yataktan inip egzersizlere başlaması gerekiyor. Uzun süren çabalar sonunda geri geri gitmeyi başardı... Ama bu onu daha da hırslandırdı, hatta sinirli yaptı. Düşünün; elinin altında bir oyuncak var, tam ona doğru bir hamle yapacakken bir adım geri gidiyor, bir hamle daha ve biraz daha geri... Yaptığı her hamlede amacından uzaklaşıyor ve sinirleniyor... Babıl, gıgıl sesleri arasında küfür ettiğini duyuyorum sanki...
Onun bu çabası arasında ben de bir yandan düşünüyorum; "Acaba yürüteç mi alsam da rahat rahat hareket etse, hoppala mı alsam, nasıl yapsam da emeklemeyi öğretsem?" diye... Ne zaman bir sorum olsa cevabını vermek için koşa koşa gelen bir kitap buluyorum.
Bu seferki cevap da Emmi Pikler'den geldi: "Bebekleri kendi hallerine bırakırsak eğer dönmeyi, yuvarlanmayı, oturmayı, sürünmeyi, emeklemeyi ve yürümeyi öğrenirler. Zaman zaman yapamadığı için sinirlenmiş gibi gözükse de başarabildiği her hareket onun için ciddi bir neşe ve gurur kaynağıdır. Bir hareketi sayısız kere tekrarlar. Sakince, kendine zaman bırakarak, deneyerek, keyfini çıkararak ve her detayı derinlemesine inceleyerek. Önce birini, sonra ötekini... Bu sırada öğrendiği sadece hareketin kendisi değildir; öğrenmeyi de öğrenir. Sabırla, kendi başına, kapasitesinin sınırlarını, zorluklarla baş etmeyi, memnuniyeti ve başarıyı... Önemli olan sonuç değil sürecin kendisidir."
Emmi Pikler, 1900'lü yılların başında doğmuş Macar asıllı bir pedagog. Hayatı boyunca yüzlerce bebekle çalışan Pikler'in öğretisinin temeli "bebeği kendi haline bırakmak" üzerine kurulu... Tavsiyeleri ise şöyle: Bebeğe bir oyuncak gibi değil de küçük bir insan gibi davranmak (kucaktan kucağa vermemek, o bir şey yaparken bölmemek gibi); ona kendini geliştirmesi ve sonsuz egzersizlerini yapabilmesi için gerekli koşulları hazırlamak (evi güvenli hale getirmek) ve onu asla yapmadığı bir şeye zorlamamak (daha yürüyemezken kollarından tutup yürütmeye çalışmak gibi)...
Çocukların motor becerileri zihin becerileriyle paralel ilerliyor ve bir hareketi ancak tastamam hazır olduklarında gerçekleştirebiliyorlar...
Pikler haklı; onları rahat bırakırsak her şeyi vakti gelince halledebiliyorlar. Evet, bebekleri çok seviyoruz ama onlara saygı duyduğumuz pek söylenemez. Bunun üzerine biraz düşünmek gerek...