Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Tanıdığım herkes, bilhassa kadınlar, çekip gitmek istiyor. Tanıdığım herkes, bilhassa kadınlar, çekip gitmek istediği halde, gitmiyor, gidemiyor. Günün sonunda nereye gidildiğinin de hiçbir önemi yok aslında. Gidebilmek aslolan. Varmak değil.

        Altın kalpli anneannem bana rengârenk bir dünyanın kapılarını aralayan insan. Kimilerinin "batıl inançlar" diye gülüp geçtiği koskoca, yaşlı ve bilge bir âlemin anahtarını elinde tutan masal kahramanı. Dualar, muskalar, efsaneler, destanlar, bilmeceler, nasihatler, atasözleri, kuşaktan kuşağa devredilen ve daha ziyade kadınların bildiği ve önemsediği muazzam bir sözlü kültürle o tanıştırdı beni.

        Ne çok şey öğrendim ondan. Ne çok seyrettim ve hâlâ da seyrederim geleneksel kadınlarımızın hayatlarını. Sevgiyle, takdirle, merakla. Yaşlandıkça muktedirleşen kadınlar bunlar. Genç yaşta evlenen/ çocuklarını büyütürken büyüyen/ bez bebekler yerine gerçek bebeklerle oynayan/ evlilikleri boyunca fedakârlık üstüne fedakârlık yapan/ hep ama hep başkalarını düşünen/ kendi çıkarlarını değil gözetmek neredeyse tanımayan/ bir sorun çıkmasın diye çırpınan/ herkesi ayrı ayrı idare eden/ her türlü kaprise ve naza boyun eğen/ başkalarını doyurmaktan kendilerini doyurmaya vakit ya da takat bulamayan/ sofradan hep yarı aç kalkan/ kendi pişirdikleri yemeklerden pek fazla yiyemeyen/ dış dünyayı bilmeyen ama iç âlemleri zengin ve derin / hep veren, hep sunan, hep koruyan kadınlar. Lafa gelince yüceltilen ama hayat boyu hakları yenen, geri planda tutulan, kendilerini ailelerine adamış, çocuklarının ve torunlarının iyiliği için durmadan çabalayan, kocalarının her mevsimini, bin bir halini görmüş ve yaşamış ve kabullenmiş kadınlar...

        Uzun seneler boyu anneannemin dualarının önemli bir kısmı benim bir an evvel evlenmem üstüne kuruluydu. "Allahım şu şaşkın torunum güzel kalpli bir insanla yuva kursun...." Bunu yaptığım takdirde nihayet bir yere yerleşebileceğime, bir düzene kavuşacağıma inandığından. 20'ler hızlı geçti, derken 25 bitti. Sonra 30 oldu, 33 de geçti. Çoktan evde kaldığıma inandığı için anneannem dualarına hız verdi. Ben kendimce onu teselli etmeye çalıştım. "Bak anneanneciğim Türkiye'de evlilik yaşı yukarı çıkıyor. İnsanlar daha geç evleniyor. Merak etme." Ama ne desem nafile. Türkiye ortalamasının hayli gerisinde olduğum gerçeğini değiştirmedi hiçbir şey. Derken 34 oldum. Ve anneannemin duaları kabul olundu.

        Ne var ki evlilik beraberinde yerleşik bir düzeni getirmedi. Reçel kaynatmayı, börek yapmayı, şık sofralar donatmayı öğrenemedim hâlâ. Karnemi saklıyorum. Kadınlık ve ev kadınlığı sınavlarından her sene olduğu gibi gene çakıyorum. Bütünlemelerde geçiyorum ama. İte kaka. Çalışa çalışa. İçimdeki göçebe serseri bir türlü bir yere yerleşemedi. İstanbulda'yken bile 1.5 senede bir yeni bir eve kiraya çıkma gereği duyan ben, sırtımda kaplumbağa kabuğum, elimde bavulum, aklımda kitaplar, gönlümde hikâyeler... Kimi kadınlar Alis arızalar diyarında...

        ★★★

        İskoçya'da, Edinburgh'da, şehrin meşhur kalesine bakan bir mekânda tek başıma otumuşum, yazıyor ve düşünüyorum. Yoldan gelen geçenleri seyrediyorum. Yeni bir seneyi karşılıyor olmanın heyecanı okunuyor insanların yüzlerinde. Sanki tertemiz bir sayfa açacağız. Bütün insanlık. Öyle zannediyor ya da zannetmek istiyoruz. Güzel geliyor bu his. Bir yenilik, bir tazelik arayışı her yerde.

        Burada ne aradığımı soruyorum kendi kendime. İstanbul'dan, sevdiklerimden, dostlarımdan, okurlarımdan uzak. Bir yanım bir yanıma kızgın, sitemkâr. Bir yanım istiyor ki her şey sade ve sıradan ve alışıldık olsun. Alışveriş yapayım, çantalar alayım ve güzel pabuçlar, bu kadar hırpalamaya ne gerek var. Bildik suların sükunetinde sakince durmak varken. Her gün bir öncekinin tekrarı olsa ne çıkar. Ama bunları söyleyen yanımın pek fazla söz hakkı yok iç demokrasimde.

        "Roman yazmak için atıyorsun kendini yollara," diyor sevgili bir dostum. "Değiyor mu bu kadar gurbete, hasrete? Roman hayattan daha mı önemli yani?"

        Zihnimi kurcalıyor bu laflar. Halbuki ben hayattan ayrı bir yazı, yazıdan ayrı bir hayat bilmiyorum ki.

        Tanıdığım herkes, bilhassa kadınlar, çekip gitmek istiyor. Tanıdığım herkes, bilhassa kadınlar, çekip gitmek istediği halde, gitmiyor, gidemiyor. Günün sonunda nereye gidildiğinin de hiçbir önemi yok aslında. Gidebilmek aslolan. Varmak değil. Dünyayı dolaşmalı. Yeni yerler, başka haller, öte diyarlar görmeli. Evliya Çelebi o dönemde yaptıysa biz neden yapamayalım şimdi? Gene de biliyorum, bu kadar basit değil. Değil elbet. Arızalar diyarında.

        Diğer Yazılar