Yazarlarını seven şehirler
İskoçya küçük bir ülke. Ama çok önemli beyinler yetiştirmiş. Bilimde, felsefede, sanatta ve edebiyatta. Edinburgh’a akın akın turist geliyor dünyanın her yerinden. Ve bu turistleri gezdiren hemen her rehberin söylediği bir söz var: “Burası yazarlar ve şairler şehridir. İnsana ilham verir.”
Nitekim girdiğimiz her sokakta, durduğumuz nice köşe başında, girdiğimiz mekânlarda illa ki bir yazarın, düşünürün ya da şairin izlerine rastlıyoruz. Mesela eski, taş bir evin üzerinde “Robert Burns şehrimize ilk geldiğinde bu evde yaşadı ve yazdı” deniyor. 1759-96 seneleri arasında yaşayan Robert Burns, bir anlamda ulusal kahraman. Herkes onun şiirlerinden alıntılar yapıyor, hayatını biliyor.
Ya da mesela bir lokantaya giriyorsunuz. Orası filanca yazarın yapıtlarına adanmış. Öğle yemeğinizi yerken onun hayatından bölümler okuyor, eserlerine dair bilgiler işitiyorsunuz. Her yerde sürekli edebiyat, sanat ve kültür konuşuluyor. Zira İskoçlar bir noktanın farkındalar. İçinde yaşadığımız dünyada, bu yeni yüzyılda, ülkeler en büyük farkı KÜLTÜR ile atacaklar. Ne bilim, ne ekonomi, ne politika, ne ideolojik çekişmeler. Bu kültürün muazzam önem kazandığı ve temel kriter haline geldiği bir dönem. Toplumlar, kültürel değerler ve değerlendirmeler üzerinden eleştiriliyor ya da övülüyor artık.
Dün olduğu gibi bugün de yazarlarını seviyor ve sahipleniyor Edinburgh. “Harry Potter” serilerini yazan J.K. Rowling’in adı sık sık geçiyor. Onun ara sıra gelip kaldığı otel, zaman zaman yazdığı kafeler, uğradığı lokantalar, ders verdiği sınıf... Her yerde bu tür minik ama renkli ayrıntıları yansıtan nişaneler, tabelalar var.
Gezi esnasında bir dostumun şöyle dediğini işitiyorum. “Bravo! Meğer ne çok sanatçı çıkarmış Edinburgh!”
Doğru. Ama gelin beraber düşünelim. Osmanlı’dan bu yana ne çok yazar ve şair ve düşünür ve hattat ve meddah ve oyuncu ve gazeteci ve karikatürist ve ressam çıkardı şehr-i şehiri İstanbul. Gani gani. Çıkardı ama nerede bugün onların izleri? Hani nerede yaşadıkları evleri, ders verdikleri fakülteleri, yazı yazdıkları masaları, arşınladıkları parkları, ilham buldukları noktaları gösteren tabelalar? Hani nerede bir şehrin tarihindeki gümüşi ayak izleri? Kültür, birikim işidir. Kat üstüne kat koyarak inşa edilir. Öyleyse kültür, vefa işidir. Bilmek, sevmek, sahiplenmek, anlamak ve ilerletmek! Daha ötesini hedeflemek ancak böyle mümkün.
Bu bir açık mektuptur. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne hitaben yazılmış. Niçin olmasın? Semtlerden, sokaklardan, yerel alanlardan başlayan bir kampanya neden yapılamasın? Herkes, her okul mesela, kendi semtinde yaşamış eski zaman sanatçılarının izlerini bulsa, güzel olmaz mı?
Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın, Yahya Kemal Beyatlı’nın, Halide Edip Adıvar’ın, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ve daha nice nice yazar, şair, ressam ve düşünürümüzün isimlerini neden şehre serpiştirmiyoruz? Yaşadıkları evlere tabelalar koymak; sokaklara heykellerini dikmek; isimlerini mekânlara vermek; oturdukları, yazdıkları ya da fikir alışverişinde bulundukları kafelerin izlerini sürmek... Hasıl-ı kelam bir İSTANBUL EDEBİYAT HARİTASI çıkarmak, neden olmasın?
Ne zaman ki biz şehrimize gelen turistlere, “Bravo! Ne çok sanatçı çıkarmış bu İstanbul” dedirtebiliriz, yani hakikati gösterebiliriz, o zaman ancak, bizden evvel yaşamış o kıymetli kalemlere vefa borcumuzu ödemiş sayılabiliriz.