Yalnızların gücü
THE Boston Globe'da bu hafta çarpıcı bir yazı çıktı, gözlerden kaçmış olabilir. Başlığı ilginçti: "Yalnızların Gücü."
Makalede, başta Harvard Üniversitesi'nde olmak üzere, şu anda yürütülen çeşitli bilimsel araştırmaların yayınlanan sonuçlarına atıfta bulunularak şöyle bir sav geliştiriliyor: "Yalnız çocukların, tek başına kalabilen gençlerin ve genelde yalnız olan insanların empati gücü, sürekli sosyalleşenlere kıyasla daha yüksek çıkıyor."
Bir başka ifadeyle, durmadan grup psikolojisiyle hareket eden, kendini bir kolektivitenin parçası olarak gören ve bunun dışında bağımsız bir kimlik kuramayan insanlar, hangi kesimden olurlarsa olsunlar, ara ara yalnız kalabilen insanlara kıyasla empati kurmakta, başkasına tolerans göstermekte ve farklılıklara anlayış ve şefkatle bakabilmekte daha geride kalıyorlar.
O halde yalnız insanlar, sandığımız gibi, illa da asosyal, beceriksiz ve mutsuz bireyler olmayabilir. Birkaç ayrı üniversitede yapılan deneylerde, tam tersine, yalnız kalan insanların kalamayanlara göre daha mutlu ve daha uyumlu tipler oldukları belirleniyor. Devamlı başkalarıyla vakit geçirmenin insanın zihnini yoran, hatta moralini yıpratan bir yanı var.
Hani hep duyarız, "İnsan sosyal bir varlıktır" lafını. Sosyalleşmeye, gece gündüz başkalarıyla zaman geçirmeye çok büyük ve başat bir ihtiyacımız olduğuna inanırız. Ama hakikaten öyle mi acaba? Bu iddia biraz tuhaf gelebilir fakat düşünmekte yarar var. Belki de gereğinden fazla sosyalleşiyoruz; bilhassa bizler, Türkiye'de.
Güzelim dostluklara, canım arkadaşlıklara bir sözüm yok. Onlar ekmek gibi, su gibi hayatın olmazsa olmazları. Nitelikli bir sohbetin, muhabbetli, keyifli bir dostmeclisinin yeri her zaman apayrı. Ama bir de boşu boşuna, yararsızca, verimsizce, sırf etrafa ayak uydurarak geçirdiğimiz o günler, saatler var ya... Hatta haftalar, aylar, hayatlar... Bir sosyal akışa kapılarak, gençlerin tabiriyle "öylesine takılarak". İşte o hallerden pek bir fayda yok kimseye.
İnsan sosyal bir varlık, doğru. Ama insan, aynı zamanda yalnızlığından çok şey üretebilen bir varlık. Ve belki de bugün en temel ama bir o kadar soyut olan
eksikliklerimizden biri de bu: "Yeterince yalnız kalmıyor, kalamıyoruz."
Kalmıyoruz, çünkü hayat sosyallikler ve tekrarlar üzerine kurulu. Ritim böyle, düzen böyle. Ve biz alışmışız bu şekilde yaşamaya. Akıp gidiyor nasıl olsa. Çok fazla düşünmüyoruz üzerinde. Kalamıyoruz, çünkü en basitinden bizler önyargılıyız yalnızlık konusunda. Bunu bir acz, bir zayıflık olarak algılıyoruz.
Etrafımızda başkaları varken, kalabalıklar içindeyken kendimizi daha korunaklı addediyoruz. Ya da daha başarılı. Daha karizmatik. Daha mutlu. Etrafa da bu gözle bakıyoruz. Birbirimizin yalnızlıklarına saygı göstermiyoruz. Bir kafede, mesela bir parkta, şehir meydanında, üniversite kampusunda, kendi kendine oturup bir şeyler karalayan, okuyan, düşünen, içine çekilen insan ne kadar az.
Halbuki sanat, felsefe, edebiyat, düşünce, derinlik hep o yalnızlıklardan çıkıyor. Kendimizle baş başa kalabildiğimiz ender anlardan.