Rüyalar üzerine...
* Eski Mısır'da hayatlarının gidişatına dair endişe duyanlar veya önemli bir karar verme aşamasında bulunanlar, bir geceliğine de olsa tapınakta uyurdu. Oradayken gördükleri her rüyayı sabah hatırlamaya gayret eder, sırf bu iş için görevli rahibe anlatırlardı. Onun yapacağı bir yorum, hayatlarına beklemedikleri bir yön verirdi. Hep kurcalar aklımı, ya o rahip hayal gücü engin, biraz da çılgın bir insan ise kimbilir nerelere yolladı rüyazedeleri? Yani rüyalar kadar onları tabir edene de dikkat buyurmalı.
* Telmessus halkı rüya yorumlarının doğruluğuyla nam salmıştı. Her yerden meraklılar, hatta krallar, şehri ziyaret eder, tabir beklerdi. Peki Telmessus bugün nerede? Güzelim Fethiye!! Bir rüya turizmi olsa keşke. Akın etse turistler yerkürenin her köşesinden Fethiye'ye, bu sefer rüya tabirine.
* Uykuda gelen alametleri ciddiye alırdı eski Yunan filozofları. Hatta Plato neden müzik ve sanatı önemsediğini soranlara, rüyasında bunlara yönlendirildiğini söylerdi. Kimse de gülmezdi bu cevaba. Başka türlü demlerdi onlar ne de olsa. Ta ki Aristo çıkıp herkesi kuru mantığa davet edene kadar. Ona göre rüyalar gayb âleminden gelen işaretler filan değil, insanın gün boyu yaşadıklarının birer yansımasıydı sadece. "Abartmayın, romantikleştirmeyin, her taşın altında gizli manalar aramayın" dercesine susturdu herkesi. İki ayrı kişilik, iki ayrı felsefe. Bense Aristo'nun çok renkli rüyalar görmediğinden şüphelenirim. Merak ederim acaba daha uçuk olsaydı uykusunda seyrettiği âlem, gene böyle akılcı yaklaşır mıydı meseleye?
* Gelelim Hipokrat'a. O "anti-romantik yaklaşım"ı daha ileri götürdü. İnsanların yaşadıkları fiziksel rahatsızlıkların rüyalarına yön verdiğini iddia ederek. Ülseriniz varsa başka türlü rüyalarınızın mahiyeti; dişinizde apse varsa başka. Soyuta değil somuta bakın! Bu görüş meşhur Galen'den de destek buldu. Doktorların hastalarına teşhis koymadan evvel rüyalarını sordukları günlerdi bunlar.
* Tek tanrılı dinlerin yayılmasıyla birlikte rüyaların Yaratan'dan yaradılanlara gönderilmiş şifreli mesajlar olduğu görüşü güç kazandı. Bu konuda Hıristiyanlık, Yahudilik ve İslamiyet benzer çizgi izlediler. Yüzyıllardır her üç dinin inananları ortak rüya yorumları yapmaktalar farkında bile olmadan. (Bir tek Martin Luther, muhtemelen geleneksel kalıpları kırma arzusundan, rüyaların Tanrı'dan değil şeytandan gelen fısıltılar olduğunu iddia etti.)
* İslam filozoflarının rüyalar üzerine yazdıkları başlı başına bir araştırma konusu. Okuması gayet keyifli. İbn-i Sina'ya göre biz uyurken ruh bedenden ayrılıyor, cümle ruhların dolaştığı uhrevi âlem ile temasa geçiyordu. Çok sevdiğim İbn-i Haldun hakiki rüya ile hakiki olmayan rüyaları ayırt etmek gerektiğine inanırdı. Genelde İslam geleneğinde rüyalar kategorileştirilmekteydi. Birinciler: Rahmani rüyalar (salih rüya). Bunları ancak inancı pak insanlar görebiliyor, yani herkese göre değil. Zaten getiren de melekler. İkinciler nefsani rüyalar. Hemen hepimizin gördüğü, egomuzun pençesinde. Gün boyu neyle iştigal ediyorsak aynen devam aslında. Üçüncüler ise şeytani rüyalar.
* Hem tarih hem rüya meraklılarına tavsiye edilebilecek en güzel kitaplardan biri Cemal Kafadar'ın kaleminden çıkma. Üsküplü Asiye Hatun'un şeyhine yazdığı rüya mektupları! 17. yüzyılda Osmanlı'da bir kadının din, inanç, bireysellik/aidiyet ve mana arayışı. Asiye Hatun gördüğü rüyaları yazıya döker, şeyhinden yorum ve irşat bekler. Müthiştir bu inceleme: "Sıradan" bir kadının penceresinden görünen Osmanlı.
* Ve rüya dendi mi Freud'u anmamak ne mümkün. Her şey Freud'dan önce, Freud'dan sonra. Ona göre rüya "bastırılmış olanın geri dönüşü"ydü. Arzu ettiğimiz ama yüzleşemediğimiz ne varsa karşımıza çıkacaktı uykumuzda. Freud'a yeğlediğim ve çok sevdiğim Jung ise tamamen başka bir yerden yaklaştı. Her ne kadar bir zamanlar Freud'un öğrencisi olsa da boynuz kulağı geçti. Jung, evrensel ve kadim semboller üzerinde durdu. İnsanlığın ortak bilinçaltını aradı rüya araştırmalarında.
* Yüzyıllara yayınca ve Doğu-Batı bir arada değerlendirince, aslında ne kadar az şey biliyoruz hâlâ rüyalar hakkında. Bu kadar teknolojiye, bilimsel ilerlemeye rağmen. Günümüzün, velhasıl ömrümüzün üçte biri ile yarısı arasında kocaman bir zaman dilimini uykuda geçiriyoruz. Bu süre içinde rüya üstüne rüya görüyoruz. Lakin ne hatırlayabiliyor, ne anlayabiliyor, ne değerlendirebiliyoruz. Harcanan bir hazine rüyalarımız.
* Ve bitirirken... Kendi kişisel sergüzeştimden bir örnek. Bazen bana rüyada gelir yazmakta olduğum romanda eksik kalan bir parça. Bulamadığım bir bağlantı, çözemediğim bir bilmece. Rüyada tanıştığım roman karakterlerim de var. İlk defa orada gördüğüm. Mesela Araf'taki Gail bunlardan biri. Bazen de karakteri bilirim de ismini bulamamışımdır. Ve o isim rüyamda belirir. Mahrem'deki başat karakterlerden Keramet Keşke Mumi Memiş Efendi'de olduğu gibi. Ben bu ismi gün boyu uyanıkken değil, horul horul uyurken gördüm ilk. Kimbilir belki de yaratıcılığın ve hayal gücünün durduğu an değil, tam da başladığı andır rüyaya geçtiğimiz eşik.