Tribünlerin dolması istenmiyor
MİLLİ maça taraftar gelmiyor diye yakınıyor Türkiye Futbol Direktörü Fatih Terim ve Futbol Federasyonu.
Peki siz Milli Takım maçlarına taraftarların gelmesini gerçekten istiyor musunuz!
Bana sorarsanız, bugünün Türkiye’sinde sadece milli maçlara değil, hiçbir maça taraftar gitmesi istenmiyor.
Statlarda bir araya gelecek on binlerce taraftar Türkiye’yi yönetenler tarafından “tehdit” olarak görülüyor.
Bunu neye dayanarak mı söylüyorum!
Tribünlerin “boşaltılması” operasyonuna.
Sezon başından beri durum ortada.
Passolig diye dünyada örneği olmayan bir uygulamayla taraftarların maça gitmeleri engellenmeye çalışılıyor.
Sezon başından beni tüm takımlar, Fenerbahçe gibi taraftarının her durumda sahip çıktığı bir takım bile boş tribünlere oynuyor.
İstanbul’da tribünler boş, Anadolu’da tribünler boş.
“Bu durum hoş değil, bir çözüm bulalım” diyen var mı?
Yok.
Federasyon umursamıyor bile.
“Şu Passolig saçmalığını bir gözden geçirelim” deme ihtiyacı bile hissetmiyor Federasyon.
Belli ki emir “tepelerden bir yerden” gelmiş.
Milli Takım’ın durumu farklı mı?
“Milli maçta tribünler boş.”
Boş olur tabii.
Kale arkası 50 TL, diğerleri 150 TL dersen kim gider maça.
Bu bilet fiyatıyla TÜSİAD üyeleri mi dolduracak tribünleri.
Rahmi Koç, Ferit Şahenk, Suzan Sabancı falan mı bağıracak maçta “Türkiye Türkiye” diye.
Yap bakalım bileti 5 TL, 10 TL, gidiyor mu taraftar gitmiyor mu?
Tribünde takım forması varmış.
Söylesen Turkcell, Mercedes ve diğer sponsorlar dağıtmaz mı tribünde binlerce kırmızı-beyaz milli forma..
İtiraf edin, istemiyorsunuz tribünlerin dolmasını.
Korkuyorsunuz bir araya gelmiş insanlardan.
Sonra suçu millete atıyorsunuz.
“Atmayın din kardeşiyiz” diyeceğim ama onu bile yanlış anlayacaksınız!
Bölünmek şart değil
DÜN Jön Kürtlere sorduğum soruların en yararlı tarafı ne oldu biliyor musunuz?
Bu yazının Habertürk internet sitesinde yayınlandığı köşenin altına yapılan yorumlar.
Okudunuz mu bilmiyorum.
Epey bir yorum gelmiş olmalı ki, 100 kadarını sitede yayınladılar.
İyi ki de yayınladılar.
Toplumun içinde bulunduğu “ruh halini” aktarmanın daha sağlıklı bir yolu olamazdı.
30 yıllık “terör” ve ardından ortaya çıkan gelişmelerden sonra toplumun nereye geldiğinin aynası aslında bu yorumlar.
Türkiye’nin “Türk” yurttaşlarının hangi noktada olduğunu, dün “bölünme” lafını duyunca tüyleri diken diken olanların “Bölüneceksek bölünelim” noktasına geldiğini, hatta bir kısım Türk’ün “Bölünüp kurtulalım” demeye başladığını açıkça görmek mümkün.
Sayıları az da olsa, bazı Kürt yurttaşların ise “Bölünüp yazdığınız sıkıntıları çekmeyi, Türkiye’nin ikinci sınıf vatandaşları olmaya tercih ederiz” dediğini de görmek mümkün.
Bana göreyse asıl mesele şu.
100 yılı aşan “isyanlar” ve 30 yıllık çatışma sürecinde Kürt vatandaşlarımızın bir bölümü “düşüncelerini” anlatma, “hissiyatlarını aktarma” fırsatı buldular.
Siyasal Kürt hareketinin radikal unsurları ise şunu asla görmedi:
“Siz de Türklerin hislerini anlamadınız.”
Her iki tarafın “radikalleri” birbirlerini anlamakta zorluk çektiler.
Tam “anlamaya” en yakın oldukları dönemde IŞİD meselesi yüzünden yine “kafa karışıklığı” yaşamaya başladılar.
Kürt siyasal hareketinin radikalleri ve maceracıları, Türklerin önemli bir bölümüyle uzlaşmaya ne kadar yakın olduklarını göremediler.
Terörden uzaklaşıldığı anda “demokrasi”, “insan hakları” ve tabii “laiklik” konularında Kürt siyasal hareketinin giderek “Türk- Kürt ortak siyasal hareketi”ne dönüşme arifesinde olduklarını idrak edemediler.
Kobani eylemlerinde ortaya çıkan tablo, bu “ortaklaşma”nın yok olmasına değil ama sekteye uğramasına neden oldu.
Bana sorarsanız AK Parti’nin bu meseleyi çözmesi mümkün değil.
Çünkü tek çözüm “demokrasiden” geçiyor.
İleri demokrasiden değil, gerçek demokrasiden.
Meselenin çözümüne çok olumlu bir başlangıç yapan AK Parti ne yazık ki, demokrasiden uzaklaştıkça, çözümden de uzaklaştığının farkında değil.
Bu sorunun “din kardeşliği” temelinde değil “demokrasi ve özgürlük” temelinde çözülmesi gerektiğini görmeleri mümkün değil.
Ancak bana göre gelinen nokta umut verici.
Bölünmeye bu kadar yaklaşıldığı anda bölünmenin her iki taraf için de yaratacağı sıkıntıların ortaya çıkması kaçınılmazdır.
Her iki tarafın da “Ne olacaksa olsun” noktasına yaklaşması, uzlaşmanın en önemli itici gücü olacaktır.
“Bölüneceksek bölünelim” noktasına gelenlerin çok daha makul bir çözüme hazır olduğu kesindir.
Çünkü bu noktaya varmış bir toplumda bölünmeden daha acısız her çözüm, daha makbul çözümdür.
Terim hem sorumlu hem değil
ZAMAN zaman konuşup sohbet ettiğimiz bir okur, Letonya- Türkiye maçının ardından güzel bir analiz yolladı.
Benim düşündüklerimle çok paralel olduğu için ben yazmışım gibi okuyabilirsiniz:
“Maç yorumunuz güzeldi... Epey eğlendim şahsen...
Gelelim maça...
Olmayan rakibe kaybedilen puanlar... Yazık bile diyemiyorum.
Bu maçın kritiği de olmaz.
Yalnız, maç sonrası Terim’in basın toplantısında söyledikleri ilginçti.
En önemlisi taraftar hakkında söyledikleri. Maça kimse gelmiyor...
Almanya 80 bine oynuyor, Fransa 60 bine oynuyor, bizde böyle değil.
Milli Takım’ın şu anki durumunun tek sorumlusu elbette Terim, başka suçlu aramaya gerek yok.
Yabancı sınırlaması olmasın diye düşündüğü halde Yıldırım Demirören’e boyun eğen kim? Terim...
O zaman o makamda 1 dakika durmayacaksın.
Siz ki derbilere rakip taraftarın gitmesini sağlayamıyorsunuz...
Ne hakla maça seyirci gelmiyor diye yakınıyorsunuz?
‘Milli Takım seyircisi yaratmalıyız’ diyor Terim.
O seyirci vardı, Gezi’de ortaya çıkmıştı. Kafasını ezdiniz!
Adamları neredeyse müebbet hapisle yargılıyorsunuz!
Hangi birlik, hangi beraberlik?
Rabia işareti yapan Emre.
Galibiyeti ‘Halkların şehit olan çocuklarına’ hediye eden Arda.
Cemaatçi mi değil mi diye yaftalanan futbolcular.
Özel yaşamı sorgulanan futbolcular...
Gurbetçi futbolcular ayrı bir sorun.
Türk futbolundan daha çok Melo ile uğraşan Federasyon Başkanı.
Başbakan’ın müdahale ettiği Fenerbahçe’nin başkanlık yarışı...
Daha neler neler...
Milli Takım her türlü siyasetin üzerinde olmalıdır.
Peki öyle midir?
Hayır!
Aksine, Milli Takım dibine kadar siyasete batmıştır.
Sorunun kaynağı da budur!
Sebebi de Kılıçdaroğlu ve CHP’dir. :))))
Saygılar.”
Eleştiriler olumlu yorumculuğa devam
LETONYA milli maçında Show TV Spor Koordinatörü Serdar Ali Çelikler’in ricası üzerine canlı yayında “yorumculuk” yaptım.
Hayatımda ilk kez.
Ben çok keyif aldım.
En büyük korkum ağzımdan “istenmeyen bir kelime” çıkmasıydı.
Çıkmadı çok şükür.
Mesleğe spor yazarı olarak başladığım için ve yıllarca spor yöneticiliği yaptığım için yabancısı olduğum bir ortam değildi, ama başta gerildim, sonra rahatladım.
Ama sosyal medyadan çok eleştiri almışım.
Sosyal medya böyle bir şey.
Demek ki onların da eğlenmesini sağladım. Ne mutlu bana.
En çok Fatih Terim sevinmiş olmalı, ona kızacaklarına bana kızdılar. Yenilgiyi bana bağlayanlar bile oldu.
Zaten ne çektiysem “adaşlarımdan” çekiyorum.
Maçtan sonra spor adamlarından, bu işi bilenlerden olumlu tepkiler aldım.
Türkiye’nin önemli teknik adamlarından biri, “Gol yemeye hazırlanıyoruz, dedin, 1 dakika sonra penaltı oldu. Tüm değişiklikleri doğru tahmin ettin. Kimin değişmesi gerektiğini de önceden söyledin. Özellikle maçın ikinci yarısında ‘Langırt dizilişiyle gol atamayız. Bu modern futbol değil, langırt futbolu’ demen çok doğruydu. Literatüre girer” dedi.
Aldığım olumlu eleştiriler beni cesaretlendirdi.
Bundan böyle teklif gelirse canlı yayınlarda yorumculuk yapacağım.
Hem ben eğlenirim, hem sosyal medyacılar.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Diklenerek eğilmediğimiz zaman.