Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Maserati hiç kuşkusuz son yılların en önemli otomotiv hikâyesini yazıyor. Aslına bakarsanız, Maserati, egzotik otomobil diye tanımlanan otomobillerin en eskilerinden biri hatta belki de en eskisi. 100 yaşını kutlamaya hazırlanan marka, Ferrari’nin kurucusu Enzo daha bebekken, Lamborghini daha traktör bile üretmiyorken spor otomobiller üreten, pistlerde İtalyan bayrağını Alfa Romeo ile birlikte dalgalandıran bir markaydı. 1960’lar ve 1970’lerde Merak, Bora, Khamsin, Ghibli, Indy America gibi modelleriyle egzotik otomobil piyasasını neredeyse domine ediyor, pistlerde değilse bile egzotik otomobil pazarında Ferrari ile kıyasıya bir rekabet sürdürüyordu.

        KÜLLERİNDEN DOĞDU

        Bu arada spor otomobil üreticilerinin pek itibar etmediği “Sportif sedan” denilen segmenti de icat eden marka olma gururu Maserati’ye nasip oldu. 1963 yılında Quattroporte yani dörtkapı adı altında bir spor otomobilin tüm özelliklerine sahip 4 kapalı bir sedanı piyasaya verdiler. Otomobil o kadar güzel, o kadar heyecan vericiydi ki, 1970’lerin sonuna kadar İran Şahı’ndan, Monaco Prensi’ne kadar pek çok kraliyet ailesinin makam otomobili oldu Quattroporte. 1980’lerden sonra ise markanın hızlı çöküşü başladı. Amerikan motorlu İtalyan spor otomobilleri üreterek ününe ün katan De Tomaso, markanın başına geçti ve “Erişilebilir spor otomobil yapacağım” diye Maserati’yi rezil rüsva etti.

        Marka tarihe karışmak üzereyken İtalyan otomobil devi FIAT imdada yetişti. Maserati’yi satın aldı ve daha önce aldığı Ferrari’nin yönetimine teslim etti. Ferrari’nin başında Luca di Montezemolo vardı ve Maserati’yi yeniden yarattı. Önce eldeki mevcut Quattroporte’ye Ferrari eli değdi. Ardından 3200 GT çıktı. Onu 4200 GT ve yeni Quattroporte takip etti.

        Maserati küllerinden tekrar doğuyordu. Bu yeniden doğuşun tüm adımlarını yakından takip ettim. Modena’daki fabrikanın reorganizasyonuna yerinde tanık oldum. Maserati şahane otomobiller üretmeye başlamıştı ama hitap ettiği pazar çok sınırlıydı. Bu üretim adetleriyle Maserati’nin kârlı olması zor, yaşaması ise imkânsızdı. Montezemolo, Maserati’nin konumlandığı pozisyon gereği daha çok satacağı modeller üretecek şekilde yeniden tanımladı.

        Pahalı Quattroporte’nin yanına daha ulaşılabilir bir model olan Ghibli’yi ekledi. Markanın geçmiş modellerinden olan Ghibli aslında iki kapılı spor bir otomobilken, yeni konumlamada dört kapılı bir sedan olarak piyasaya çıktı. Quattroporte’den biraz daha küçük kasalı ve Maserati tarihinde bir ilk olarak dizel motor seçeneğine sahipti. Ayrıca 8 silindirli 4.7 litrelik Quattroporte’ye karşın Ghibli’de 3 litrelik bir benzinli motor seçeneği de bulunuyordu.

        Model büyük bir başarı elde etti. 5-6 binler seviyesindeki satışlar bir anda 30 binlere doğru tırmanmaya başladı. Ghibli ile birlikte Maserati bir başka ilke de imza attı.

        Dünyada giderek daha popüler hale gelen 4 tekerden çekiş teknolojisini Q4 adıyla seçenekler arasına koydu. Geçen yıl da markanın tarihinde yine bir ilk olan SUV segmentine de giriş yapıldı ve lüks SUV segmentinde Levante müşteriyle buluştu.

        BOL VİRAJLI PARKUR

        Levante markaya tarihinin en büyük satış rakamlarını da 4 tekerden çekerek getirdi ve Maserati satışları 70 bin adetlere doğru gitmeye başladı. Levante şu sıralarda Avrupa’da tam anlamıyla yok satıyor ve 6 aylık bir bekleme listesiyle üreticiye ulaşıyor.

        Maserati yöneticileriyle her görüşmemde “İyi hoş da spor otomobili çok boşladınız” diye damarlarına basıyorum ve onlardan da hep “Yapma GT’ye çok emek veriyoruz ve şu an piyasadaki en iyi, en kullanılabilir spor otomobili biz üretiyoruz” yanıtını alıyorum.

        Neyse uzatmayayım, hayli eskilere 1970’lerin sonuna uzanan bir ilişkim olan Maserati’den Q4 donanımlı 4 çeker otomobillerini kış koşullarında deneme önerisi gelince fazla düşünmeden “Olur” dedim.

        İtalya-İsviçre sınırında, Alp’lerin İtalya tarafında yaklaşık 200 kilometrelik bir parkurda dört çeker Maserati’leri denemek üzere anlaştık. Tabii ki, öncelikle yolun en uzun bölümü için bir Quattroporte Q4 istedim. Courmayeur’den Mont Blanc’ın eteklerindeki Cervinia’ya kadar uzanan yaklaşık 100 kilometrelik bol virajlı, bol karlı, bol buzlu dağ yollarına vurduk kendimizi.

        Maserati mühendisleri, sistemi sportif sürüşü hiç bozmayacak şekilde programlamışlar. Quattroporte Q4 aslında yüzde yüz oranında arkadan itişli olarak gidiyor.

        KIŞ ŞARTLARINA UYGUN

        Ancak tüm tekerlek tepkileri saniyenin 100 milisaniyelik aralıklarla sürekli ölçülüyor ve gerektiği anlarda ön tekerleklere de gerektiği kadar güç aktarılıyor. Bu aktarım genelde yüzde 10 ila yüzde 30 seviyeleri arasında kalıyor. Çok çok gerekli olduğu hallerde yüzde elliye kadar çıkıyor.

        En güzel tarafı ise bunu sürücü tarafından anlaşılmayacak kadar yumuşak bir şekilde yapması.

        Bunu da kış koşullarında çok güvenli ve uygun lastiklerle yoldan çıkmayı imkânsız hale getirecek bir şekilde yapıyor. Audi Quattro kadar başarılı ama çok daha sportif bir sistem geliştirmiş Maserati. Sistemi geliştiren mühendislere 4 çeker aktarma sisteminin Ferrari FF ile benzerliğini soruyorum. “Hiç bir benzerliği yok. Tamamen farklı bir sistem” diyorlar. İlginç olan sistemin dönüşlerde içte kalan tekerleklere hafif bir fren uygulayarak savrulmayı sıfırlaması. Efsanevi kayalık Matterhorn’un hemen altındaki buzlu yollarda ise Levante’yi kullandım. Levante için iç mekân kalitesi ve dizayn güzelliği ile lüks SUV’ların en güzeli diyebilirim. Tek kusuru içinin çok geniş olmaması ama unutmamak lazım ki, bu bir spor otomobil üreticisinin SUV’u.

        Maserati’ye yaptığım bu kış sürüşünden edindiğim izlenim şu: Marka İtalyan tasarımı ve Alman kalite anlayışına geçmiş.

        Maserati’yi yapanlara söylediğimi size de söylemek isterim:

        “Ben İtalyan dizaynı ve İtalyan tarzı üretimi tercih ederim. Ama benim gibi başka hasta fazla yoktur. Çok satmak için yaptığınız şey doğru.”

        SPOR SÜRÜŞ HİSSİNİ KORUYAN 4 ÇEKER

        Son derece kompakt olan 4 çeker aktarma sistemi 10 balatadan oluşan ve toplamda otomobile 60 kg ekstra ağırlığa mal olan bir sistem. Ön tekerleklere, motorun karteri içinden geçen bir mille ulaşan güç, ağırlık merkezinin de daha aşağı çekilmesine imkân sağlamış. Otomobile muazzam bir yol tutuş ve sürücüye de ekstra bir kontrol imkânı sağlamış. Diğer 4 çekerlerden farkı ise sürücüden spor sürüş hissini çalmamış olması. Bu sistem Quattroporte, Ghibli ve Levante’de aynı şekilde uygulanıyor.

        EN KESKİN VİRAJLARDA BİLE YOLU TUTUYOR

        Levante’yi keskin buz üzerinde önce ice yani buz sürüş seçeneği ile denedim. Açıkçası tatsız. Gaz pedalının kontrolü tamamen araç bilgisayarında ve ne yaparsanız yapın otomobil bildiğini okuyor. Gaza köküne kadar bassanız bile otomobil istediği kadar güç eritiyor ve sizi en kessin virajlarda bile yolda tutuyor.

        Normal sürüş pozisyonu ise biraz daha keyifli. Otomobil duruma göre önden veya arkadan kaymaya başlıyor ama sistem hızla otomobili düz çizgiye çekiyor. Sizin bir şey yapmanıza gerek kalmıyor. 0ff road seçeneği ise hayli eğlenceli. Tork sınırsız bir biçimde üretiliyor ve büyük oranda ön tekerleklere aktarılıyor. Biraz daha sürücü mahareti gerektiriyor ama yine de otomobili toplamak çok kolay. 3 litre biturbo 350 beygir ve 450 beygir seçeneklerinin tamamında sistem benzer şekilde çalışıyor. Ancak 430 beygirin farkı off road sürüş seçeneğinde ortaya çıkıyor. 275 beygirlik dizel motor ise kış sürüşünde çok daha keyifli.

        Diğer Yazılar