Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Fransa'daki seçimleri izlerken bir yandan da Türkiye’de olan biteni takip edince Türkiye’nin anamuhalefet partisindeki “anlama” sorunu daha bir göze çarpar oldu.

        Öncelikle şuna değinmek gerek. CHP, referandumda yüzde 49’a yakın çıkan “Hayır” oylarının tamamını kendine mal etti. Bunda bir sorun yok.

        Bir siyasi parti, kendini olduğundan büyük ve güçlü görmek veya göstermek isteyebilir.

        Ama aynı CHP, büyük bir hız ve büyük bir başarıyla uzun zamandan beri kendini “az ve yalnız” hisseden ve referandum sonuçlarıyla “o kadar da” az olmadığını anlayıp sevinen kitlenin hevesini kursağında bıraktı.

        İlk adımı, 7 Haziran sonrasında yaptığı gibi Deniz Baykal attı ve “derin” saçmaladı.

        Tabii bu saçmalamada Deniz Baykal kadar bugüne kadar siyaseti dizayn etme heveslerinin Türkiye’yi getirdiği noktadan ders almamış olan “medyacıların” da rolü vardı.

        Deniz Bey bilmeli ki, hırslı olmak kötü bir şey değildir ama bunu çok da fazla sergilememek, aklının önünde gittiğini göstermemek gerekir.

        Aynı şey bazı medyacılar için de geçerli elbette. Yüzde 48.5’in umudu olduğu iddiasındaki CHP’nin saçmalamaları bununla da bitmedi. Karşı olduğu “partili başkan” sistemini bir anda kabullendi. “Hangi partiliyi aday yapsak” tartışmasına girdi.

        Üzerine bir de “varmış gibi görünen” başarıyı sahiplenme yarışına kafa göz yarmak suretiyle girişildi.

        CHP’ye bu da yetmedi. Parti zırvanın zirvesini zorlamaya başladı. Parti tepeden tırnağa dünyayı, değişen siyaseti anlayamadığını ve anlayamayacağını gösterme çabasına girdi.

        CHP şu anda öyle bir tavır içinde ki, sanki cumhurbaşkanlığına aday gösterme “tekeli” kendine verilmiş gibi davranıyor.

        Öyle bir havaları var ki sanki seçmen ya da toplum, CHP’nin göstereceği adaya mahkûmmuş gibi davranıyorlar.

        Beyler, galiba farkında değilsiniz ama aynı sistem 100 bin imzayla seçmenlerin de kendi adaylarını belirlemesine imkân sağlıyor.

        Yani CHP saçma sapan bir aday gösterirse ya da kendi tabanının bile kabul etmeyeceği bir adayı geçen seçimde olduğu gibi zorlamaya kalkarsa, 100 bin imza anında toplanır ve CHP seçmeni de büyük ölçüde partinin saçmalığını değil kendi imzasıyla gösterdiği adayı destekler.

        CHP’nin adayı ilk turda elenir gider. Üstelik de yakın zamanda dünyada bunun örnekleri görüldü. Fransa’da partisi bile olmayan Macron bu yolla cumhurbaşkanlığına yürürken, CHP gibi davranan iki merkez parti barajı bile geçemediler.

        Trump bunun bir başka örneği olarak ortaya çıktı ve arkasına bir partiyi takmayı becererek başkanlık koltuğuna oturuverdi.

        Bu trendin Türkiye’ye gelmesi kaçınılmaz. Müesses nizama meydan okuyan bağımsız adaylar, merkez bir partiyle güç birliği yaparlarsa ya da bu birliği “karşılık zemini”nde kendileri sağlarlarsa iktidara gelebiliyorlar.

        Le Pen bile aslında böyle bir lider ve oylarını partisinin rekor oranı sayılabilecek yüzde 35’e kadar çıkardı.

        CHP bunlardan ders çıkarmalı diyeceğim ama boşa nefes tüketmek olur.

        Öyle bir ihtimal göremiyorum.

        Sözcükler ve liderler

        FRANSA’daki seçimlerin hemen ardından iki Cumhurbaşkanı adayının seçim kampanyaları sırasında kullandığı kelimelerin analizi yapıldı.

        İlk kez böyle bir analiz gördüğüm için ilgimi çekti.

        Buna göre her iki aday kampanya boyunca 300’er bin civarında kelime kullanmışlar.

        Macron 604 kere “Fransa” derken, aynı kelimeyi Le Pen 1022 kez kullanmış.

        Fransızlar” kelimesini ise Macron 325, Le Pen ise 1095 kere tekrarlamış.

        “Ülke” kelimesi Macron’un konuşmalarına 519 kez girerken, Le Pen’de 622 kere yer bulmuş.

        “Avrupa’ kelimesi Macron tarafından 352 kez kullanılmış, Le Pen ise bunun yerine “Avrupa Birliği”ni 257 kez kullanmış.

        Macron 317 kere “insanlar”, Le Pen bunun yerine 371 kere “toplum” demiş.

        “Demokrasi” kelimesi Macron’un konuşmalarında 102, Le Pen’in konuşmalarında 132 kez geçmiş.

        “Sorumluluk” kelimesi ise Macron tarafından 127, Le Pen tarafından 34 kez kullanılmış.

        “Benzerlik” sözcüğüne Macron 35, Le Pen 4 kez yer vermiş.

        Buna karşılık “referandum” kelimesi Macron tarafından 2 kez kullanılırken Le Pen tam 134 kez “referandum” demiş.

        Keza “egemenlik” sözü de Macron’da sadece 10 kez konuşma metnine girmesine karşılık Le Pen bu kelimeyi 80 kez kullanmış.

        Yeni güç, sosyal medya siyaseti

        GEÇEN hafta Fransa’dan yazdığım yazılarda “cehaletin yükselişi”ni konu alan çok sayıda kitapla karşılaştığımı yazmıştım. Bunlardan ilgimi çeken ikisini edindim ve hızlı bir okuma yaptım.

        Burada size kitap anlatacak halim yok. Hatırlıyorsanız bilirsiniz tarzım değildir. Ancak özünden bahsetmekte yarar var.

        “Yeni siyasi gücün” artık “cahiller” demek biraz abartılı olsa da “daha az okumuşlar” üzerinde yükselmesinin Batı toplumlarında bile çok olası olduğunu anlatıyor bu kitaplar.

        Bunu da “sosyal medya”ya bağlıyorlar.

        Uzun ve derin okuma alışkanlığı olmayan, düzenli olarak gazete ve kitap okumayan kitlelerin, artık sosyal medya üzerinden aktive olduğunu öne sürüyorlar.

        Birkaç kelimelik, kısa ama duygulara hitap eden, özellikle de milliyetçi ve karşıtlık üzerine kurulu mesajların, entelektüel düzeyi düşük kitleleri harekete geçirmekte çok etkili olduğu söyleniyor.

        Geçmişte kendi görüşlerine yakın ama “aydın” diye tanımladıkları kitlelerin peşinden giden bu grubun artık “sosyal medya” üzerinden kendi kendilerinin peşine takıldığını ve güçlü yeni siyasi hareketlerin de bunu sağlayabilecek siyasi hareketler olacağı savı ortaya koyuluyor.

        Ne Zaman Adam Oluruz?

        Hayatın siyasetten ibaret olmadığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar