Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        1990’ların sonu, 2000’lerin başını hatırlayanlar, o döneme damga vuran en önemli olaylardan birinin, büyük bölümü “sahipleri tarafından soyulan” batık bankalar olduğunu da hatırlayacaktır.

        Onlarca banka, “back to back” krediler, grup şirketlerine usulsüz aktarılan kaynaklar, zimmet, dolandırıcılık gibi nedenlerle battılar ve bunların milyarlarca doları bulan zararı Hazine’ye ve dolayısıyla halka yüklendi.

        Finansman giderleriyle birlikte bu zararların 35 ila 50 milyar dolar arasında olduğu bugünkü iktidar partisi tarafından söylendi.

        Batık bankalar olayı öylesine derin bir travma yarattı ki, hem ekonomide, hem siyasette büyük etkileri oldu.

        2002 yılında siyasette meydana gelen köklü deği- şiklikte bile bankalar olayının payı büyüktü.

        Kendi bankalarını soyan bankacılara kamu otoritesi haklı olarak davalar açtı.

        Ancak bu davalar uzun süre sürüncemede kaldı.

        Avukatların uyanıklığı ve hâkimlerin “hataları” nedeniyle pek çok batık banka davası sonuçlanamadan zamanaşımına uğramaya başladı.

        Zaman içerisinde bu hâkimlerin pek çoğunun, bu davaları neden uzatıp zamanaşımına uğrattıkları anlaşılır oldu.

        Adalete değil, adalet içinde kümelenmiş bildik gruba bağlı hareket eden hâkimler bu davaları sonuçlandırmayarak mensubu bulundukları yasadışı organizasyona “Hizmet” ediyorlardı.

        Ancak tam bu sırada çok önemli bir gelişme oldu.

        Bu davaların büyük bölümüne bakan mahkemeye bir kadın hâkim atandı.

        Hâkim Sevim Tosun.

        Tosun’un gelmesiyle birlikte davaların seyri bir anda değişti.

        Zamanaşımına uğramayan davalar, Tosun tarafından hızlıca karara bağlandı ve mahkûmiyetler ardı ardına çıkmaya başladı.

        Ben o günlerde bu köşede Hâkim Sevim Tosun’a teşekkür ettim.

        Ve o günlerde karara bağlanan davalar, şimdi peş peşe Yargıtay tarafından onanıyor ve bir devrin hesabının en azından bir bölümü dürüst bir hâkim tarafından sorulmuş oluyor.

        Not: Bu yazıya konu olan Hâkim Sevim Tosun’u hayatımda bir kez bile görmedim, bir kez bile konuş- madım. Yaptıklarını medyadan izledim.

        NİYE İKİ GECELİK FENERBAHÇELİ OLDUM?

        Pazar akşamı ciddi ciddi Fenerbahçe’yi tuttum.

        Koyu bir Galatasaraylı olarak da kendi kendime, “Deli miyim ben, niye Fenerbahçe’yi tutuyorum?” dedim.

        Yanıtı basitti.

        Ben bir kulübü değil, bir “duruşu” tutuyordum aslında.

        1. Obradovic’in duruşunu: Sporla ilgili söylediği her laftaki oturaklılığı ve zarafeti. Spora bakış açısındaki doğruluğu, ilişkilerindeki tutarlılığı, ilkelere dayalı başarı arayışını, bize bile geçen adaletli tavrını, taraftara dahi doğruyu göstermekteki becerisini.

        2. Aziz Yıldırım’ın duruşunu: Kulübün futbol tarafındaki tarzı ne kadar yanlışsa basketbol tarafındaki doğruluğu. Profesyonellerle kurduğu sağlıklı ilişkiyi, tutarlı bir programla, kulübünü adım adım şampiyonluğa götürüşünü.

        3. Taraftarın duruşunu: Aziz Yıldırım’a ne kadar kızarsa kızsın, basketbol takımına sahip çıkışını, tribünleri dolduruşunu, hiçbir olay çıkarmadan gerçek bir spor seyircisi gibi davranışını ve tribünlerde her fırsatta Cumhuriyet’in kurucu değerlerini haykırmasını.

        4. Ekpe Udoh’un duruşunu: Entelektüel tavrını, samimiyetini, kendinden emin alçakgönüllülüğünü, Atatürk sevgisini.

        Bu 4 neden beni cuma ve pazar akşamları iki kez en Fenerbahçeli kadar Fenerbahçe destekçisi yaptı.

        Darısı benim kulübümün başına.

        PARKEDEKİ TEK TÜRK

        Kimi spor yazarları, Fenerbahçe’nin basketboldaki müthiş başarısından muazzam bir Türk basketbolu övgüsü çıkarıyorlar.

        Kulüpler düzeyinde elbette büyük bir başarı var.

        Final Four kapısına 4 takımla dayanmak, bunlardan 3’ünün son anda kaybetmesi çok önemli, ama Türkiye Basketbol Ligi’nin Avrupa’daki en iyi lig olduğu zaten bilinen bir gerçekti.

        Ancak buradan bir Beyaz Gölge hikâyesi çıkmaz.

        En azından kısa vadede çıkmaz.

        Unutmayın, Fenerbahçe Avrupa Şampiyonu olurken “parkeye” çıkan tek Türk, Fenerbahçe kaptanı Melih Mahmutoğlu idi.

        O da kupayı almak için çıktı.

        Bu yüzden bu başarı Türk basketbolunun değil, Fenerbahçe’nin başarısıdır.

        MVP ÖZKÖK

        Serdar Turgut yine hatalı bir tespit yaparak Ertuğrul Özkök’ün yayın yönetmeni olunca delirdiğini yazdı (benim de).

        Bu tespit tamamen yanlış.

        Ben yayın yönetmeni olmadan deliydim.

        Yayın yönetmeni olunca çomağımı sakladım, benim için hiç iyi olmadı.

        Deli kalmam lazımdı.

        Ertuğrul Özkök ise yayın yönetmenliği bitince delirdi.

        Hem de tam anlamıyla delirdi.

        Delirmese, Fenerbahçeli basketbolcular Avrupa Şampiyonluğu kupasını alırken basketbolcularla birlikte podyumda ne işi vardı!

        DOĞRU MU DOĞRU

        Manken Özge Ulusoy’un bir üniversite söyleşisi sırasında sarf ettiği, “Ne yani, mankenler fakirlerle mi beraber olsun” cümlesi beni yıllar öncesine götürdü.

        Bana göre asıl olan, insanın zengin ya da fakir olup olmadığına bakmaksızın sevdiği ve kendisine denk gelen biriyle çıkmasıdır, ama manken kızımızın söylediği hayatın gerçeği. “Money talks” yani “Para konuşur” gibi bir şey. Talks’ın yerine istediğiniz fiili koyabilirsiniz.

        Bu sadece Ulusoy’a has bir durum da değil. Onun tek suçu, doğruyu söylemiş olması.

        Yıllar öncesine götürmesine gelince.

        Gençlik yıllarımız ve çok sevdiğim, çok eğlenceli ve sıfır kompleks bir arkadaşım var. Hayli varlıklı bir ailenin oğlu. Adını söylesem çoğunuz tanırsınız.

        Orta boylu, tombul, daha o yaşta saçlarının bir bölümünü kaybetmiş, hayatında spor yapmamış, ders kitabı dışında kitap okumamış olmakla övünen eğlenceli bir adam.

        Ama sürekli Türkiye’nin en popüler mankenleri, şarkıcıları, oyuncularıyla çıkıyor.

        Onlara sürekli pahalı hediyeler alıyor.

        O sırada şimdilerde hâlâ çok ünlü olan bir manken kızla beraber ve kıza BMW bir otomobil hediye aldı.

        Kısa süre önce ayrıldığı şarkıcı sevgilisine ise bir ev almıştı.

        Sonunda sinirlendim.

        “Oğlum manyak mısın, sürekli bunlara ev, araba alıyorsun. Yazık değil mi parana, kendini küçük düşürüyorsun” dedim ve tarihi yanıtı aldım.

        “Abi ne kızıyorsun. Tabii ki alacağım. Bu kızlar benimle senin de gördüğün gibi yakışıklı olduğum için, çok kültürlü, çok eğlenceli olduğum için çıkmıyorlar. Bunlar benimle param için beraberler. Eğer ben onlara bu hediyeleri almayacak olsam niye benimle beraber olsunlar. Giderler halis tereyağı ve balla beslenmiş aslan gibi köy çocukları, beşi bir sayan inşaat ameleleri var, onlarla çıkarlar” dedi.

        Haklıydı ve kendini biliyor, gerçeği itiraf ediyordu.

        Özge Ulusoy da buna benzer bir şey söylemiş.

        Yalan mı söyleseydi?..

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Telefonumuza değil, dostlarımıza bağımlı olduğumuz zaman.

        Diğer Yazılar