Her ihbarda devlet mekanizması kilitlenmeli mi?
Darbe girişimi tartışmasıyla ilgili en çok konuşulan konuların başında “ihbarcı binbaşı” O.K.’nın öyküsü geliyor.
Bir dönem Gülen Cemaati’ne mensup olan Binbaşı O.K. darbe günü kendisine üstlerince verilen talimatı, darbeden saatler önce gidip bu durumu MİT’e ihbar ediyor.
MİT’te uzun süre sorgulanıyor, bir savcıyla “mülakat” yapıyor.
Kafa karıştırıcı iddialara göre O.K. bir darbe girişimi ihtimalinden söz ediyor.
Darbe girişimi gerçekleşince de O.K.’nın “mülakatı” önem kazanıyor. Ve hemen şu soru sorulmaya başlanıyor: O birkaç saatte niye bir şey yapılmadı?
Soru ilk bakışta okuyana da sorana da hayli “seksi” geliyor. “Hakikaten niye o birkaç saatte bir şey yapılmadı?”
Bilin ki, bu soru bize özel değil.
Aynı soru 11 Eylül 2001’in hemen sonrasında ABD’de de sorulmaya başlandı.
Çünkü 11 Eylül saldırılarıyla ilgili pek çok ihbar, başta FBI olmak üzere ABD istihbarat veya güvenlik kurumlarına gelmişti. Hatta hatırlayacaksınız, Türk asıllı bir FBI ajanı kadın, “Ben bu saldırıyı önceden bildirdim” diye ortaya çıkmıştı.
Ne yazık ki, devlet mekanizmaları, böyle ihbarlar karşısında düşünüldüğü kadar hızlı harekete geçemiyorlar.
Mesela 11 Eylül saldırılarını konu alan ve tamamı ABD Senatosu belgelerine dayanan “11 Eylül Raporu” adlı kitabı okuyun.
Göreceksiniz ki, bırakın ihbarı, kulelere çarpacak uçakların kaçırıldığı anlaşıldıktan,hatta uçaklar kulelere çarptıktan sonra bile ABD Başkanı olaya vâkıf değilmiş.
Bırakın vâkıf olmayı, ABD Başkanı’nı korumakla görevli Gizli Servis, Başkan’ın güvenliğiyle ilgili önlemleri olaydan tam 4 saat sonra almayı başarabilmiş.
Senato Komisyonu’na ifade veren Ulusal Havacılık Dairesi (FAA) Başkanı, ABD hava sahasının niye uçuşlara kapatılmadığı sorusu üzerine, “Her ihbarda hava sahasını uçuşa kapatırsak ABD’de hiçbir zaman bir uçak uçamaz” diye yanıtlamış.
Elimde MİT Müsteşarı Hakan Fidan imzasıyla TBMM’ye yollanan Darbe Girişimi Raporu var.
Anladığım şu:
MİT ihbarı almış.
Ortalığı ayağa kaldırmadan önce ihbarı yapanı değerlendirmeye çalışmış. İhbarcının FETÖ’cü geçmişi de, anlaşılan “Güven sorunu”, ihbarın bir FETÖ oyunu olma kuşkusu yaratmış. Sonra da söylediklerini değerlendirmişler.
Ardından da adım atmış. Eksik atmış, fazla atmış.
O birkaç saatte, panik yaratmadan, ortalığı velveleye vermeden, ihbarın asılsız çıkması halinde ülkede bir kaos olmasına sebep vermeyecek şekilde yapmaya çalışmış. İhbar asılsız çıksaydı doğruyu yapmış olacaklardı. İhbar “Asıllı çıkınca” yanlış yapmış gibi oldular.
Bu yüzden MİT’e, “O.K.’nın ihbarından sonra niye gerekeni yapmadın?” demek çok doğru değil.
Ancak şu eleştiriyi yapmak mümkün: “O.K.’nın gelmesinden önce bu darbenin aylardır planlandığı belli. Cemaatin hangi adamlarıyla bu işleri yönlendirdiği belli. Bunları niye tespit etmedin? Cemaat imamlarını niye daha önce ortaya koyup tutuklanmalarını sağlamadın?”
Ama suçlamayı darbeden 2 saat önce yapılan tek bir ihbar üzerinden yapmak haksızlık.
Kimbilir MİT’e gerçekleşmemiş ne ihbarlar gelmiştir!
Eleştirelim eleştirmesine ama bir de böyle bakalım.
Hoş değil
GENELKURMAY Başkanı Orgeneral Hulusi Akar’ın, TBMM’de Darbe Girişimini Araştırma Komisyonu’nun sorularına yanıt vermek için aylarca bekleyip raporun tamamlanmasından sonra yazılı yanıt vermeleri pek hoş olmadı.
İfadeler mahkemeye değil dışarıya yönelik
DARBE girişiminin askeri ayağıyla ilgili ana davanın ifade tutanaklarını ilgiyle okuyorum.
Bu ifadeleri sanıklara kim hazırladı bilmiyorum.
Ancak gördüğüm kadarıyla bu ifadeler çok ustaca hazırlanmış bir planın parçaları.
Sanıkların ifadeleri, kendilerini savunmaya yönelik değil, FETÖ açısından daha önemli bir amaca hizmet etmek üzere kurgulanmış.
İfadeler davayı adım adım bir noktaya taşımak istiyor: Bu kontrollü bir darbeydi.
Sanıklar, mahkemeyi değil, yurtdışındaki Türkiye aleyhindeki lobileri etkilemek üzere konuşuyorlar. Söylemleri ve ifadeleri eldeki verilerle, gözümüzle gördüğümüz görüntülü kayıtlarla örtüşmüyor.
Bu nedenle ben bu davadaki sanık ifadelerinin hâlâ bir amaç doğrultusunda verildiğini zannediyorum.
Dışarda da, kimileri iktidar partisine mensup bazı siyasetçiler bu algıyı güçlendirecek söylemlerde bulunuyorlar. Ama bildiğim bir şey var. Öyle veya böyle gerçekler bir gün ortaya çıkar.
En azından bir rehber hazırlayabilirdiniz
Darbe Komisyonu Raporu’nu beğenmediğimi dün söyledim.
Darbeyi aydınlatmaktan uzak.
Zaten aydınlatmasını da beklemiyorduk.
İyi niyetli olsanız bile kolay bir iş değil bu kadar karanlıklarla dolu bir meseleyi tam olarak ortaya koymak.
Ancak komisyon çok daha doğru bir iş yapabilirdi ve bu mümkündü.
Cemaat adı altındaki bir yapının devleti nasıl ele geçirdiğini ortaya çıkarabilirdi.
Orduya nasıl sızdığını, bürokrasiye nasıl hâkim hale geldiğini ve AK Parti iktidarı dahil tüm iktidarların hangi hataları yaptığını samimiyetle ortaya koyabilirdi.
Cemaatin devlet içinde güçlenmesinde AK Parti’nin büyük payı olduğu kesin olmakla birlikte, AK Parti öncesinde, daha doğrusu 1980 sonrasındaki tüm iktidarların bunda payı var. Kimi az kimi çok.
Turgut Özal’ın da, Demirel’in de, özellikle Tansu Çiller ve Ecevit’in de çok payları var.
Evet, Gülenciler AK Parti’yle bir koalisyon kurmuşlardı ama bir koalisyon kuracak güce de ondan öncesinde erişmişlerdi.
TBMM Komisyonu en azından bunları ortaya çıkarabilir, devlete bir “Cemaatlerden korunma rehberi” hazırlayabilirdi. Bu gelecekte de benzer tehlikelerden korunmanın bir el kitabı olabilirdi.
Yapmadılar.
Zaten o kompozisyonla yapmaları da zordu.
Yerli otomobilimiz vardı
YILLARDIR yerli otomobili konuşuyoruz.
Aslında yıllardır değil, on yıllardır.
Türkiye’nin bir yerli otomobili vardı: Anadol.
Daha sonra devlet de bir girişimde bulundu: TOFAŞ.
Belki bilirsiniz belki bilmezsiniz, TOFAŞ aslında bir kamu-özel sektör ortaklığı olarak yerli otomobil üretmek üzere yola çıktı.
Keza Silahlı Kuvvetler de bu çorbada tuzları olsun istedi.
OYAK-Renault kuruldu.
Ama yerli otomobil olmak bir yana, tek yerlimizi bile kaybettik sonunda.
Yarın yerli otomobil konusuna gireceğim.
Ne Zaman Adam Oluruz?
Büyük hedeflere kolay yoldan ulaşamayacağımızı anladığımız zaman.