Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Star Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Nuh Albayrak, dün bir olayı köşesine taşıdı.

        FETÖ elebaşısı Fethullah Gülen’in “makbul” sayıldığı dönemler.

        Gülen’in yanlış hatırlamıyorsam ağabeyi ölmüştü.

        O günlerde Ekrem Dumanlı, Nuh Albayrak’ı arıyor, “Fethullah Gülen yanımda” diyerek telefonu Gülen’e veriyor ve Nuh Albayrak da başsağlığı dilemek zorunda kalıyor.

        Ardından da Gülen’in gazetelere verdiği çarşaf çarşaf ilanda arayıp başsağlığı dileyenler arasında Nuh Albayrak’ın da adı çıkıyor.

        O günleri çok net hatırlıyorum.

        Büyük ihtimalle aynı gün Ekrem Dumanlı beni de aradı.

        Okursanız, detaylı biçimde anlatayım.

        Ofisimde oturuyorum. Telefonum çaldı.

        Tanımadığım bir numara arıyor.

        Genelde tanımadığım numaraları pek açmam ama açacağım tuttu.

        “Buyrun” dedim.

        “Fatih’ciğim ben Ekrem Dumanlı.”

        Şaşırdım.

        Dumanlı ile Başbakan’ın seyahatlerinden tanışıyoruz ama beni pek aramışlığı yok o güne kadar.

        “Merhaba Ekrem. Hayırdır?” dedim.

        “Fatih biliyorsun, hocaefendinin kardeşi vefat etti. Ben de şu anda hocaefendinin yanındayım. Telefonu vereyim de bir başsağlığı dile arzu edersen” dedi.

        Normalde ne yapılır?

        Efendi, terbiyeli bir insan böyle bir durumda “Tamam” der ve bir başsağlığı diler değil mi?

        Peki ben ne yaptım?

        “Ekrem’ciğim, teşekkür ederim aradığın için ama Fethullah Bey’e başsağlığı dilemek gibi bir arzum yok. Eğer böyle bir niyetim olsaydı zaten ben kendisini arardım. Hiç gerek yok başsağlığı dilememe. Ona yeterince başsağlığı dileyen vardır zaten. Benimkine ihtiyacı yoktur” dedim ve kapattım telefonu.

        Böyle bir kabalığı yapmasaydım, büyük ihtimalle benim de adım o ilanda Gülen’i arayıp başsağlığı “diletilenler” arasında yer alacaktı.

        Kabalıktan pek hoşlanmam ama bazen gerekli oluyor galiba.

        Not: Genelde ölümlere saygım vardır. Rast gelirsem hiç tanımadığım insanların bile cenazesine katılmaktan, başsağlığı dilemekten çekinmem. Ama zorla başsağlığı dilemek de bana göre değil.

        İYİ BAYRAMLAR

        Değerli okurlarım,

        Hepinizin Ramazan Bayramı’nı canı gönülden kutluyorum.

        Giderek oranı artan küçüklerimin gözlerinden, giderek oranı azalan büyüklerimin ellerinden öpüyorum.

        Bilirsiniz, eski bir gelenekten ötürü bayramlarda yazı yazmazdım.

        Ama 2.5 yıla yakın süre yazmaya ara verdiğim için yazı yazmayı özlemişim.

        Bu bayram ara vermeyeceğim.

        Hepinize sevgiler, muhabbetler.

        Galatasaraylı olmayan Galatasaray Başkanları

        Cuma akşamı telefonum peş peşe çalmaya başladı.

        Arayanlar Galatasaraylı dostlarım.

        “Başkan TRT’de sana sallıyor, açsana” dediler.

        “Kusura bakmayın açamam. Ne diyorsa siz söyleyin bana” dedim.

        Benim için şöyle demiş Başkan Dursun Özbek: “Gelsin yüzüme kimin ne sorusu varsa anlatayım. Yüzüme ‘Abi’ diyorlar, klavyede, kamera karşısında bambaşka oluyorlar.”

        Ehh be Dursun Özbek. Senin de Galatasaraylılığın bu işte.

        Bak sen Galatasaray’da yenisin, Galatasaray’la ilgili bir şey bilmiyorsun.

        Anlatayım da öğren.

        Faruk Süren benim en yakın dostlarımdan biridir, sen de bilirsin.

        Başkanlığı döneminde ona da çok sert eleştiriler yaptım zaman zaman.

        Buna rağmen her hafta buluşur, sık sık konuşurduk.

        Galatasaray için bir şey yapmamı “emrettiği” zaman da iki elim kanda olsa yapmaya gayret ederdim.

        Keza Özhan Canaydın.

        Ona da çok ağır eleştiriler yaptım hep.

        Buna rağmen haftada en az bir, genelde iki kere ofisime gelir, iki kadeh viski içer, Galatasaray konuşurduk.

        Çok tepesi attığında evime gelir, şarabını seçer, açtırır, saatlerce oturur, Galatasaray konuşurduk.

        Ünal Aysal’a kadar tüm Galatasaray Başkanlarıyla böyle bir ilişkim vardı.

        Sadece benim değil, biz tüm Galatasaraylıların ilişkisi böyledir.

        Eleştiririz ama dostluğumuz sürer.

        Bunun dışında kalan iki kişi var.

        Biri Ünal Aysal, diğeri ise sensin Dursun Özbek.

        Niye biliyor musun?

        Çünkü ikiniz de Galatasaraylı değilsiniz. İkiniz de hayatınızı Galatasaray’da geçirmediniz.

        Başkan olmadan önce bir gün maça gitmediniz, kongrelerde görülmediniz, Galatasaray’ın hiçbir şeyiyle ilgilenmediniz. Ancak ve ancak eliniz biraz para görüp o parayla şöhret satın almak istediğiniz zaman Galatasaray’ı hatırladınız. Sen 65 yaşında, Ünal Aysal 70 yaşında Galatasaray’a geldiniz.

        Galatasaray’ı bilmiyorsunuz, Galatasaray’dan anlamıyorsunuz.

        “Yüzüme karşı söylesinler” demişsin.

        Sana defalarca gelip neler anlattık.

        Ama tek anladığımız, senin doğruları söylemeyen biri olduğun oldu.

        Divan Kurulu’nda, yazdığım her şeyi çıkıp yüzüne karşı ben söyledim, başkası değil.

        Yine de sana her gördüğümde Galatasaray terbiyesi gereği “Başkanım” dedim.

        Halini hatırını sordum. Bundan sonra dersem yüzüme tükürsünler. Sen benim selamıma bile layık olmadığını gösterdin.

        Bu bir araştırma bir uydurma değil

        Yanlış anlamaları engellemek için ilk gün yazının başına yazdım, “Bu araştırmayı yapan Türkiye’nin en muhafazakâr araştırma şirketlerinden biri olan MAK Danışmanlık’tır” diye.

        Ama yine de “kötü niyeti” engellemek mümkün değil.

        Bu araştırmayı neden yayınladığım, niye yayınladığım konusunda bir tartışma başlatmaya niyetli bazıları.

        Gerçi asıl neden, benim bu araştırmayı yayınlamış olmam değil.

        Mesele Ertuğrul Özkök’ün benim yazımı aynen alıntılayıp bir gün sonra köşesinde yer vermesinde.

        Özkök’ün bunu yapmasında bence hiçbir mahzur da yok.

        Ki zaten MAK Danışmanlık bu araştırmayı pek çok basın kurulu- şuyla da paylaşmış.

        Belli ki, kimi yayınlamayı değer görmemiş, kimi de anlıyorum ki haklı olarak korkmuş yayınlamaya.

        Bense bu araştırmayı Türkiye’nin sosyolojisini anlamak açısından önemli bulduğum için paylaştım.

        Anlıyorum ki, çok da iyi yapmışım.

        Bu araştırmayı eleştirmek değil, okumak lazım.

        Hedef halk değil diktatör

        Dün “Ne zaman adam oluruz?” başlığı altında yazdığım cümleyi sabah gazetede okuyunca kendime bir özeleştiri yapma kararı verdim.

        Şöyle başlamıştı “Ne zaman adam oluruz”: “Ne Şam’ın şekeri ne Arap’ın yüzü...”

        Bir atasözünden alıntıladığım bu cümle, sonradan daha iyi anladığım kadarıyla bir miktar “gizli ırkçılık” içeriyor.

        Oysa benim kastım asla ve asla bir ırk üzerinden eleştiri yapmak değil.

        Benim “Arap”tan kastım, Arap halklarını yönetenler ve onların Türkiye karşıtı zihniyeti.

        Elbette ki, 20. yüzyılın baş- larında Arabistan topraklarında askerlerimizin başına gelen felaketleri unutacak halim yok.

        Ama o yüzyılın dinamikleri içinde, kimler kimlere neler yapmadı ki!

        Bugün o günün kan davaları üzerinden toplumları yargılamak çok doğru bir düşünce tarzı değil, bizi doğruya götürmez.

        Ama bugün hâlâ görüyoruz ki, Arap liderlerin Türkiye’ye bakışı o gün neyse bugün de farklı değil.

        Benim eleştirim bu diktatörlere.

        Ne zaman adam oluruz?

        Herkese her gün bayram olduğu zaman.

        Diğer Yazılar