Eksiğimiz bilim mi, cihat mı?
Olacağı buydu.
Sonunda “cihat” Milli Eğitim’imizin müfredatına girdi.
Şöyle bir soru sorsam, ne cevap verirsiniz?
“İslam ülkelerinin cihatçı eksiği mi var, yoksa bilim insanı eksiği mi?”
Ya da şöyle sorayım isterseniz.
İslam dünyası “lanetlediği” Batı medeniyeti karşısında yeterince cihatçısı olmadığı için mi geri durumda, yoksa yeterince bilim üretemediği için mi?
Bu soruya vereceğiniz yanıt, müfredatta neye ağırlık vermeniz gerektiğinin de yanıtı olacaktır.
Eğer yeterince cihatçı Müslüman olmadığı için İslam dünyası “tek dişi kalmış canavarın” o tek dişi tarafından yıllardır ısırılıyor, canı acıtılıyor ve kendi topraklarında huzura muhtaç yaşıyorsa müfredatı baştan sona “cihat”la donatalım.
Bununla yetinmeyelim, cihat kursları, cihat gece okulları açalım.
Hatta TÜBİTAK’ı kapatıp yerine bir CİBİDAK’ı kuralım.
Yok eğer İslam dünyasının tek dişi kalmış canavara yem olmasının nedeni bilimde geri kalmış olmamızsa o zaman müfredatımızı da ona göre şekillendirelim.
Eğer eksiğimizin gerçekten “cihat” olduğu düşünülüyorsa o zaman adına ister DEAŞ, ister ISİS deyin, o örgütle de savaşmayı bırakalım.
Tam aksine tamamını Türkiye’ye çağırıp eğitmen ve öğretmen yapalım.
Yine de açık kalırsa Taliban’dan buraya beyin göçü yapalım.
Ne de olsa onlardan daha âlâ cihatçı mı bulacağız.
GÜVENLİK ASLINDA GÜVENSİZLİK Mİ?
Herhalde bir 10 yıl önce falan yazmışımdır kişilerin en büyük sorununun “bireysel güvenlik” haline gelmeye başladığını ve bunun da “demokrasi ve insan hakları ihlallerini” beraberinde getirecek güvenlikçi rejimlere neden olabileceğini.
Gerçekten sadece biz değil, pek çok gelişmiş demokrasi de bu ikilemle karşı karşıya.
Kişilik hakları ve bireysel özgürlükler mi, yoksa aşırı güvenlikçi politikalar mı?
İnsanlar öyle bir noktaya doğru itiliyor ki, “Canın mı, özgürlüğün mü?” ikilemiyle karşı karşıya kalıyor.
Taksilerde uygulamasına geçilen “kayıt” meselesi de böyle bir sorunun ortaya çıkmasına neden oluyor.
Bir yandan güvenlik endişesi, diğer yandan özel hayat, kişilik hakları.
Takside hem sesli hem görüntülü kayıt altına alınıyorsunuz.
İyi mi, kötü mü?
Takside rahat konuşamayacaksın, öpüşemeyeceksin, koklaşamayacaksın, sevgilinle binemeyeceksin, siyasetten bahsedemeyeceksin, gizli konulardan söz edemeyeceksin, nereye gittiğin, kiminle gittiğin devletin elinde bilgi olarak bulunacak ve daha onlarca sakınca.
Buna mukabil bir güvenlik hissi olacak.
Hangisini tercih edersiniz?
Zor soru.
Basit yanıtı, “Korkacak bir işi, bir ayıbı olmayan niye çekinsin?” olacaktır.
Ama iş hiç de öyle değil.
Mesela şöyle düşünün, bu kayıtlar birkaç sene önce başlasaydı, bugün muhtemelen FETÖ’nün elinde bir koz olarak yer alan unsurlardan biri olacaktı.
Böyle bir durumda da “güvenlik” zannettiğiniz şey aslında çok büyük bir güvenlik sorunu haline gelecekti.
Bu uygulamayı başlatanlara sormak isterim, yarın öbür gün bir örgütün veya bir cemaatin elinde böyle kayıtlarınızın olmasını ister misiniz?
ARTIK KİMSE AB HAYALİ KURMUYOR
Kadir Has Üniversitesi’nin “Türk Dış Politikası Kamuoyu Algıları Araştırması”nın bir bölümünü dün yayınladım.
Gerisini bugüne bıraktım.
Onlara da bakalım:
7. “15 Temmuz darbe girişimi Türk dış politikasını nasıl etkilemiştir?” sorusuna yanıt verenlerden yüzde 51.7’i “Olumsuz etkilemiştir” diyor. “Olumlu” diyenler yüzde 24.5, “Herhangi bir etkisi yoktur” diyenler yüzde 17.8.
8. “OHAL, Türkiye’nin imajını nasıl etkiliyor?” sorusuna ise yüzde 42.7 oranında “Olumsuz etkiliyor” yanıtı verilmiş. “Olumlu” diyenler yüzde 28.2, “Etkisi yoktur” diyenler yüzde 22.6.
9. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olmasını isteyenlerin oranı ise son yılların en düşük oranında: Yüzde 48.4. “Olmayalım” diyenler yüzde 51.6. Bu oran iki yıl önce yüzde 61.8 “Olalım” iken 2 yılda böyle bir değişim geçirmiş. Bu, Avrupa ülkelerinin de düşünmesi gereken bir değişim.
10. “Sizce Türkiye, AB’ye ne zaman üye olabilir?” sorusunun yanıtı ise çok dramatik. Halkın yüzde 81.3’ü “Hiçbir zaman” diyor.
11. “AB yerine kiminle stratejik ortaklık kurulmalı?” sorusuna ise yüzde 27.6’sı “Rusya”, yüzde 17.6’sı “İslam Konferansı”, yüzde 13’ü ise “Şanghay İşbirliği Örgütü” demiş.
Araştırma oldukça uzun ve kapsamlı.
Benim ilginç ve önemli bulduğum sonuçlar bunlar oldu.
Ben bir fikir beyan etmiyorum.
Kendiniz bakın, kendiniz karar verin.
YAPARIM, İSTERSEM SIVARIM
Birkaç gündür burada Fatih Terim’i ve Alaçatı’daki baskınını eleştiriyorum.
Ancak anladım ki, hata ediyorum.
Yeni Türkiye’de benim düşüncelerim yanlış, Terim’in yaptığı doğru.
Artık bu ülkede yasalara saygılı olmanın, zarafetin, kibarlığın, inceliğin, başkalarına saygı göstermenin, hataların bedelini ödemenin, ayıbın bir anlamı yok.
Bu ülkede kim hatalarının bedelini ödüyor ki, Terim ödesin.
Kim “Ben yakışıksız bir iş yaptım” diyor ki, Terim desin.
Makamını kirleten kim istifa ediyor ki, Terim etsin.
Normal, sıradan bir medeni ülkede böyle bir olay olsa o kişi ertesi gün bir basın toplantısı düzenler, “Kendime hâkim olamadım. Büyük bir hata yaptım. Bu hatayla bu görevi sürdürmem mümkün değil” der, istifa ederdi.
O etmezse o kişinin üzerindekiler, her kimse, o kişinin istifasını isterdi.
Türkiye’de ise “Yaptım, yine yaparım” düşüncesi geçerli artık.
Bence az bile söylemiş.
“Yaptım, gerekirse sıvarım” demeliydi.
ÖZBEK İSTİFA ETMEMELİ
Galatasaray, onda bir bütçesine sahip, Avrupa’da ilk kez oynayan Östersunds’a yenilince herkes soruyor, “Dursun Özbek istifa etmeli diyordun, hâlâ diyor musun” diye.
Pazartesi günü spor sayfasında görüşlerimi ve hataları uzun uzun anlatacağım, ama bence artık Özbek istifa etmemeli.
Çünkü bugün istifa ederse kulübü içine düşürdüğü ve daha da düşüreceği durumun hesabını vermeden kurtulmuş olur. Galatasaray’ı batırdığı, Galatasaray’ı bitirdiği iyice anlaşılana kadar orada kalmalı.
Sonrası mı? Sonrası kolay.
Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini.
Çünkü orası Galatasaray.
APARTMAN
Değerli yalnızlığımız artıyor.
Sayısı giderek azaldığı için en basit ekonomi kuralı gereği değeri daha da artan dostlarımızı giderek azaltıyoruz.
Elbette “Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur, kişilikli politika böyle olur” diyebiliriz.
Yalan da olmayabilir bu durum.
Ama bir de şöyle düşünmek lazım.
Bütün komşularınızla kavgalı olduğunuz bir apartmanda ne kadar mutlu ve ne kadar güvenlik içinde olabilirsiniz.
Hastalansanız bir tas çorba, bir bardak su verebilecek bir komşunuzun olmadığı bir apartmanda yaşamak ne kadar konfor sağlar size.
Çocukluğumda bizim mahallede böyle bir amca vardı.
Herkesle kavgalı, herkesle davalı, herkese öfkeli.
Konu komşunun çocuklarını olur olmaz yere azarlayan, tokatlayan bir adamdı.
Herkes ondan korkar, çocuklar kapısının önünden bile sessizce geçerdi.
Muhtemelen o da bu durumdan mutluydu.
Bir akşam kalp krizi geçirip ölmüş.
Cenazesi 10 gün sonra evden gelen kokular üzerine bulundu.
Ölüsü çıkarılırken bile taşımaya kimse yardım etmedi.
Cenazesine bir rahmetli babam gitmiş mahalleden. “Çocukları bile gelmedi” demişti.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Adam olmamak övünülecek bir şey olmadığı zaman.