Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GAZETECİ Tuncay Özkan, Ergenekon Davası sanığı yapılıp tutuklanmadan önce çok önemli bilgilere ulaşmış anladığım kadarıyla.

        Fethullah Gülen Örgütü’nün Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki yapılanmasını gösteren bilgiler.

        Tuncay bunların tamamını kendi tespit edemeyeceğine göre, belli ki devlet içinde bunları gören bir göz, Tuncay Özkan’la bu bilgiyi paylaşmış.

        Tuncay da bu bilgileri içeren bir bilgisayar dosyasını flash belleğe kaydederek dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’a vermiş.

        İlker Başbuğ da bu bilgilerin olduğu flash belleği doğrudan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’e iletmiş.

        Orgeneral Hilmi Özkök de bu flash belleğin içindeki bilgilerin ya da iddiaların gerçek olup olmadığını araştırmak üzere “Güneş Çalışma Grubu” diye bir tür komisyon oluşturmuş.

        Bu araştırma grubunun başına da o sırada tümgeneral rütbesinde bulunan Akın Öztürk getirilmiş. Zannederim o sırada Tümgeneral Akın Öztürk, Hava Kuvvetleri İstihbarat Başkanı olmalı.

        Komisyon çalışmış ve hakkında iddialar bulunan isimleri aklamış.

        Sonrasında Tuncay Özkan, Ergenekon sanığı olarak içeri girdi.

        5 yıl yattı.

        Şimdi dışarıda ve milletvekili.

        Tuncay Özkan’ın yaptığı ihbarı araştıran komisyonun başındaki Akın Öztürk ise şimdi 15 Temmuz darbe girişiminin elebaşı olma suçlamasıyla içeride.

        Sadece o mu, ihbarı araştırmakla görevli “Güneş Çalışma Grubu” üyelerinin tamamı tutuklu.

        Benim merak ettiğim ise şu:

        Bu flash belleğin içinde Tümgeneral Akın Öztürk’ün de “Gülen Cemaati” mensubu olduğu yolunda bir bilgi var mıydı?

        Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ, bu flash belleği hiç okumadan mı Genelkurmay Başkanı Özkök’e verdi.

        Hadi Başbuğ okumadı.

        Genelkurmay Başkanı Özkök de mi bu bellekteki bilgilere bakmadan Güneş Çalışma Grubu’nu kurup başına da Akın Öztürk’ü getirdi.

        Eğer öyleyse bu nasıl bir ciddiyetsizliktir, bu nasıl bir baştan savma iş yapmadır. Kasaptaki ete soğan doğramayan Özkök, önüne koyulan etin de ne eti olduğuna bakmamıştır!

        Ve son sorum da Sevgili Tuncay Özkan’a.

        Tüm bunları o günlerde niye yazmadın be Tuncay!

        Biliyorum yazsaydın da bir şey olmayacaktı. O günlerde FETÖ’cü olmak suç değil, makbul bir işti.

        Ama yine de yazsaydın keşke.

        Tarihe güzel bir not düşmüş olurdun.

        AYIPTIR, AYIP

        CUMHURİYET Gazetesi davası, aylar süren tutukluluğun ardından başladı.

        Kimseye kefil olmak gibi bir alışkanlığım yoktur hayatta. Ama bazen de eşyanın tabiatına aykırı durumlar olur ki, “Yok daha neler” dersin.

        Davanın sanıklarından bazılarını şahsen tanıyorum.

        Kimini severim, kimiyle mesafeli bir ilişkimiz vardır. Ama bu davada tutuklu bulunan, bu mesleğe başladığım günden beri dostum olan Musa Kart’ın FETÖ ile bir ilişkisi olabileceğine beni kimse inandıramaz.

        Keza Kadri Gürsel’in de.

        Hikmet Çetinkaya’nın da.

        Bunların bazıları gazetecilik merakıyla bu cemaatten bazı isimlerle konuşmuş, sohbet etmiş olabilirler belki, bilemem.

        Ama FETÖ’nün kuyruğuna takılacak adamlar asla değiller.

        Tabii ki davanın yargıcı değilim.

        Adalet sonunda bir karar verecek. Ama delil karartacak halleri olmadığına göre bu arkadaşlarımızın tutuklu yargılanmaları gerekmiyor.

        Hem onlara yazık, hem bu ülkeye.

        Can Dündar’ı elinizden kaçırmanın cezasını bu iyi insanlara çektirmeyin.

        Ayıptır.

        Hukuk ayıbı...

        FARKLI SON SÖZ

        HER salı olduğu gibi partilerin grup toplantılarını izledim televizyonda.

        Her seferinde, “Bir daha izlemeyeceğim, tövbe” dememe neden olan bir gerginlik yaşıyorum bu toplantıları izlerken, ama yine de kendimi alamıyorum izlemekten.

        Size grup toplantılarının içeriğini anlatacak halim yok.

        Gazetenin diğer bölümlerinde okursunuz. Ama bir şey dikkatimi çekti.

        AK Parti Grubu’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan konuştu.

        Grup konuşmalarının sonunda “Allah yâr ve yardımcınız olsun” diyerek bitiren Cumhurbaşkanı bu kez konuşmasını kısa bir “Kalın sağlıcakla” diyerek bitirdi.

        Belki fazla ince düşünüyorum ama doğrusu bana “ilginç” geldi.

        Var mı acep bir nedeni!

        BİR BABANIN MAMA SORUNU

        SABAH sabah telefonum çaldı.

        İkinci evliliğini yapan bir arkadaşımın bir süre önce bebeği oldu.

        Arkadaşım da 50’sinden sonra baba olmanın mutluluğuyla kafayı yemiş durumda.

        Arayan o.

        Garip saatlerde arayıp çocuk bakımıyla ilgili bilgiler talep etmesine alışkın olduğum için saati yadırgamadan “Buyur” dedim.

        Panikte.

        Sabah bebeğe mama almak için dışarı çıkmış.

        Mamaları alıp sıra ödeme yapmaya geldiğinde dank etmiş.

        Bebek mamalarının markası “HERO”.

        Alışveriş yaptığı yerin önünde bir de polis arabası olduğunu görünce mamaları almadan çıkmış.

        “Manyak mısın nesin. Ne olur ki?” dedim.

        “Ben de sana bunu sormak için aradım. HERO tişörtü giyenleri içeri attıklarına göre, çocuğuna HERO mama yedireni de kesin alırlar diye düşünüyorum” dedi.

        “Saçmalama” deyip kapattım.

        Ama içimi bir şüphe de kaplamadı değil.

        Adamcağız, bebeğinin keyfini çıkaramadan içeri düşer mi acaba!

        Ya da çocuk HERO mama yediği için “En küçük FETÖ’cü diye” enselenir mi!

        TAKSİ KAYDI DELİL OLUR MU?

        AVUKAT Profesör Ersan Şen, iTaksi uygulamasıyla ilgili kusursuz bir makale kaleme almış ve bana da yollamış.

        Şen, taksi içinde kamerayla kayıt yapılıp bunun saklanmasının Anayasa’ya aykırı olduğunu söylüyor.

        Şen’e göre, “taksinin içi kamuya açık alan değil, kişinin özel alanıdır”.

        MOBESE’lerin kamuya açık alanları gözetlemesi ile taksilerde seyahat eden kişilerin “hedef” alınarak izlenmesinin farklı şeyler olduğunu, taksiye kamera koymak ile bir kişinin evine ya da işyerine kamera koymak arasında bir fark olmadığını anlatan Şen böyle bir uygulamanın “Emniyet Genel Müdürlüğü’nün bir genelgesiyle” yapılmasının ise tam bir facia olduğunu, bunun için ancak ve ancak bir yasal düzenleme yapılabileceğini, bu yasal düzenlemenin de Anayasa’yla korunan kişilik haklarıyla çelişmeyecek şekilde yapılmadığı müddetçe Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edileceğini söylüyor.

        Şen, bu şekliyle takside yapılan kayıtların özel yaşam ihlali sayılması gerektiğini, buradan elde edilecek kayıtların da mahkemelerde delil niteliği taşıyamayacağını öne sürmüş.

        Diyor ki, “gereklilik ve ölçülülük” arasındaki dengeye dikkat etmek gerekir.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Sevginin korkuyla pekişmediğini anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar