Derenin taşı, derenin kuşu
TÜRK Telekom rezaletini uzun süredir izlemeye çalışıyorum.
Kafamda sorularla.
Anlayabildiğim şudur.
Hariri Ailesi’nin Oger’i, Telekom’u 2005 yılında 6.5 milyar dolara aldı.
Sonrasında bunun bir varlık satışı olmadığı, 21 yıllık bir devir olduğu açıklandı.
Sonrası biraz karışık.
Çoğunluk hissenin Oger’de olduğu, yüzde 12’lik hissenin Abdullah Tivnikli’ye geçtiği görüldü.
Bunun sırrı çözülemedi.
Yıllar içinde işler ilginçleşti.
Oger’in, Türk Telekom’u Türk bankalarından ve özellikle kamu bankalarından sağladığı finansmanla satın aldığı anlaşıldı.
Oger Telekom, derenin taşıyla derenin kuşunu vurmuştu.
Ve nihayetinde, Türk Telekom’u Türk bankalarından sağladığı krediyle satın alan Oger’in, Türk bankalarına olan kredi borcunu ödemediği ortaya çıktı.
Ödenmeyen para, satın alma bedelinin neredeyse tamamıydı.
Şimdi benim merak ettiklerim şunlar:
1. Türk bankaları Oger’e Türk Telekom’u alması için kredi verirken, Oger’den hangi teminatları aldılar. Yoksa bu teminat alınmadan, Türk Telekom’un teminat gösterilmesi yoluyla alınan bir proje kredisi miydi?
2. Oger Telekom, 12 yıl boyunca Türk Telekom’dan ne kadar para kazandı?
3. Oger’in Türk Telekom’u satın aldığı sırada şirketin kasasında nakit fazlası olduğu biliniyordu, bu para Oger’e mi kaldı?
4. Türk Telekom için 5 kuruş ödemediği ortaya çıkan Oger, bu süre içinde Türkiye’den yurtdışına kaç dolar kâr transferi yaptı?
5. Tivnikli’deki hisselerin parası ödendi mi?
6. Oger borcunu ödemeden çekip giderse Türkiye ne yapabilir, elinde hangi garantiler var?
Bu soruların yanıtlarını alabilecek miyim emin değilim.
Gördüğüm şudur.
Oger Telekom, Türkiye’de Türkiye’nin taşıyla, Türkiye’nin kuşunu vurdu.
Oturup afiyetle yedi.
Şimdi kemiklerini ve tüylerini bırakıp gidecek.
Afiyet olsun mu diyeceğiz!
**************
SIRTTA YÜKSELENLER, SIRTTAN DÜŞER
KAFAMIN içinde saçma sapan bir soru var.
Bu saçma soruyu sizinle de paylaşmak istiyorum.
Belediye başkanları “seçilmişler” sınıfına girmiyor mu?
Demokratik yöntemlerle, halkın tercihleri doğrultusunda, seçmenin gösterdiği teveccüh sonucunda belediye başkanlığı koltuğuna oturmadılar mı?
Yanıtınız muhtemelen, “Evet, onlar seçimle geldiler. Seçilmiş kişilerdir” şeklindedir.
Peki o halde nasıl oluyor da seçimle geldikleri yerden “emirle” gidebiliyorlar?
Bu demokratik bir durum mu?
Elbette değil ama normal bir durum.
Çünkü aslında gelişleri ne kadar demokratikse gidişleri de o kadar demokratik oluyor.
Türkiye gibi, hemen hemen tüm siyasi partilerde her türlü adaylık süreci genel başkanın iki dudağı arasında olan “seçilmişlerin”, gidişleri de aynı şekilde oluyor.
Çünkü Türkiye’de demokrasi böyle bir şey.
Tabandan gelen dalgayla değil, önseçimle değil, örgütün kararıyla değil de liderin “arzu ve beğenisi”yle aday olup seçilirseniz, seçimi kazanmanızda en önemli etken liderin kimliğiyse ve siz de bunu her fırsatta dile getiriyorsanız, liderin beğenisinin sona erdiği anda da gidebilirsiniz.
Başkasının gücü üzerinde yükselenler, başkasının gücüyle gelenler, o güç altlarından çekildiği anda giderler.
Bunun istisnaları var mı?
Var ama az.
O istisnalar da Türkiye’yi demokrasi yapmaya yetmiyor zaten.
**************
CUMHURİYET SAVCILARIMIZA
BU yazıyı Türkiye’nin cumhuriyet savcılarına yazıyorum.
Şu andan itibaren başıma bir şey gelirse, kafama taş düşerse, bir otomobil çarparsa, yolda ayağım kayıp düşersem, durduk yerde birileri üzerime saldırıp beni dövmeye kalkışırsa, kaza geçirirsem, üzerime ağaç devrilirse sorumlusu Sedat Peker’dir.
“Benim alakam yok, beni sevenler yapmış” deme şansına sahip değildir.
Çok açık biçimde beni hedef haline getirmiştir.
Daha önce çeşitli suç örgütlerinin, PKK başta olmak üzere çeşitli terör örgütlerinin hedefi oldum.
Derdim olmaz.
Ama ben yine de söylemiş olayım.
**************
AK PARTİ’NİN GÜCÜ CUMBUL GİBİLER
AK Parti niye zayıflamıyor biliyor musunuz?
Meltem Cumbul gibiler yüzünden.
AK Parti’ye ve yönetimine yönelik en büyük eleştiri, Türkiye’yi cepheleştirdikleri, Türkiye’yi elli ellilik kamplara böldükleri.
İyi de bunu yapan sadece AK Parti yönetimi mi?
Bu cepheleşmenin körüklenmesinde, bu cepheleşmenin tahammülsüzlük boyutuna gelmesinde, bu cepheleşmenin siyasi bir tercih olmaktan çıkıp bir var olabilme kavgasına dönüşmesinde Meltem Cumbul’un son yaptığı hareketle bir kez daha somutlaşan tavrın sahiplerinin etkisi yok mu?
Ya da herhangi bir kentimizin herhangi bir yerinde başı kapalı kadına saldıran dangalağın payı yok mu?
İslamcı siyasetin yaratmaya çalıştığı bu cepheleşme, bu karşıtlık söylemi muhafazakârları bile rahatsız edecek noktaya gelmiş ve hatlar kırılmaya başlamışken, safların yeniden sıkılaştırılmasını Meltem Cumbul gibilerin tavrı sağlamıyor mu?
İçinde yandığımız cehenneme iki taraftan da odun taşıyanlar var.
Ateşi bu kadar yakıcı yapan da bu odun bolluğu zaten.
İhsan Şenocak gibilerin yaptığı ile Meltem Cumbul’un yaptığı arasında sonuçları açısından zerre fark yok.
Her ikisi de oduncu...
**************
TEOG KİTAPLARI
TEOG’un ani bir kararla kaldırılmasının tek mağduru hazırlanan öğrenciler değil.
Hatta bana sorarsanız öğrenciler mağdur bile değil; çünkü saçma bir sistemden kurtuldular.
Gerçi yerine daha saçması da getirilebilir, ama üzülmesinler seneye de ondan vazgeçilip yeni bir sistem bulunur.
Deneme yanılmayla bir gün doğru sistemi bulma umudumuz sürüyor.
Ancak bir de “hakiki” mağdurlar var.
Onlar da yayıncılar.
Pek çok kitabevi ve yayıncı, bu yıl yapılacak TEOG sınavlarına hazırlanan öğrenciler için kitaplar bastılar.
Bana gelen bilgilere göre yaklaşık 50 milyon kitap basılmış.
Şimdi bu kitapların tamamı çöp oldu.
Hiçbir işe yaramayacak bir kâğıt yığını.
Bu kitapların her biri 5 TL’ye mal olsa zarar 250 milyon TL.
Yazık bu yayıncılara...
**************
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Yüz bulunca astarını istemekten utandığımız zaman.