Koşucular
İÇİMDEN bir ses diyor ki: “Galiba Türkiye normalleşme kararı aldı.”
Türkiye’yi yöneten iktidar aklı, seçimle işbaşına geldiği günden beri Türkiye’yi ciddi biçimde koşturuyor.
Ekonomik, sosyal ve siyasal açıdan.
Sürekli yüksek tempoda, nefes kestiren bir koşu.
Başlangıçta, koşuya katılanlar daha geniş bir kitleydi ve bu kitlenin birbirinden çok farklı bileşenleri, neredeyse ortaklaşmış bir hedef için, bayrak koşusu benzeri bir koşu içindeydi.
2007-2009 arası koşunun liderliğini yapan ve herkesten çok koşan iktidar partisi ve yönetimi, koşunun önceden ilan ettiği yolundan çıkarak farklı bir yöne doğru koşmaya başladı. Yine de önemli sayılabilecek bir kitle, “Başka yoldan koşsa da hedef aynı. Belki de bir kestirme biliyordur” diyerek birlikte koşmayı sürdürdü.
Koşucuların bu bölümü 12 Eylül referandumuna kadar birlikte koşmaya devam etti.
Sonrasında öndeki grup yeniden farklı bir yola saptı.
Burada da koşuculardan bir bölümü, özellikle de öndeki grubu koşma konusunda motive eden bir gruptu bunlar, gruptan ayrıldılar.
Öndeki grup koşuyu sürdürdü.
Çeşitli dönemeçlerde gruptan ayrılanlar ise kaybolmuş bir vaziyette ayrı ayrı yönlere koşuyorlardı.
Nereye koşulacağını ve tempoyu belirleyen öncü ile hemen yanındaki grup ise peş peşe dönüşlerle koşuyu kendi bildikleri istikamette yürüttüler.
Ayrılan gruplar ise yolda karşılaşıp bir başka grup oluşturdular.
Onlar da tam tersi istikamette bir koşu başlattılar.
Sonunda ortaya birbirine tam ters istikamette koşan iki büyük grup çıktı.
Üstelik ilk grubun yüksek temposundan yorulup dökülenler oldu ve onlar da biraz soluklandıktan sonra diğer grubun arkasından yetişmeye çalışmaya başladı.
Gelinen noktada koşucular yorgun ve tribünler artık ilk grubu alkışlamıyor.
Ve ilk grup bir yandan da tribünlerle kavga ediyor.
Yapılması gereken tek şey var.
Bir ara sokaktan geçerek iki grubu yeniden birleştirmeye çalışmak.
Çünkü ilk grubu sürükleyen koşucu biliyor ki, zıt yönlere koşan bu iki grup sonunda bir yerde karşı karşıya gelecek ve o kargaşada kimin lider olduğu karışacak.
Hele hele tribünlerin desteği kaybolmuşken, koşmak, koşacak morali bulmak da kolay değil.
Bu uzun ve yorucu koşudan sonra iki grup aynı yolda, aynı yöne doğru koşacak buluşmayı gerçekleştirebilir mi bilmiyorum?
Ama en azından zıt yönlere koşmamak gerektiği açık.
***
KOMPLO TEORISI ÇÖKTÜ MÜ?
ABD Konsolosluğu’nda çalışan FETÖ tutuklusu Metin Topuz’un telefonunun şifresi çözülüp WhatsApp mesajları okunmuş.
ABD’nin çıldıracağı gerçeği bir yana, okunan mesajlar bana göre bir “komplo teorisi”ni çürütecek nitelikte.
Pek çok kişi Reza Zarrab’ın ABD’ye “anlaşmalı olarak” gittiğini, ABD Büyükelçiliği ile konuşarak “itirafçı olmak” maksadıyla tutuklanacağını bile bile Miami’ye uçtuğunu söylüyordu.
Mesajlara bakılırsa böyle bir durum olmamalı ki, ABD Konsolosluğu çalışanları da Zarrab’ın ABD’de gözaltına alınmasına bizim kadar şaşırmışlar ve önceden haberdar olmadıkları böyle bir gelişmeden “keyif” almışlar.
***
ANTIK YUNAN’DAN ‘MÜSTEKREH’ BIR YAZI
ERTUĞRUL Özkök dün Ahmet Hakan’a “penis”le yüklenmiş.
Okurken hayli güldüm.
Madem olay buraya doğru kaydı, polemiğe girmeden bazılarının üzüntüsünü gidereyim dedim.
Her ne kadar Ahmet Hakan “müstekreh”, yani “iğrenç” bulsa da, sanatta “penis” ilk çağlardan beri var olan bir unsur ve pek çok kültürde simgesel önemi bulunuyor.
Penisi ya da tüm cinsel organları en fazla öne çıkaran ise antik Yunan sanatı.
Eski Yunan heykellerinde boy boy penis var.
Kimi küçük, kimi büyük.
Yunan sanatında penisin boyu, sosyal statüyle doğrudan ilgili.
Aydın, soylu, bilgili, kültürlü, üst sınıftan insanların tasvir edildiği heykellerde penis boyları küçük. Yani küçük penis, üst sınıftan olmanın işareti olarak görülüyor.
Buna karşın kaba saba, kültürsüz, sadece savaşçı yetenekleriyle öne çıkanların penisleri ise büyük olarak koyuluyor heykellere.
Ne kadar küçükse o kadar “rafine” bir kişi oluyorsunuz.
Tanrı heykellerinde de durum değişmiyor.
Yunan tanrılarının heykellerinde vücut hatları, kaslar, kollar, bacaklar, sırt kasları ne kadar abartılı tasvir edilirse edilsin, sıra penise gelince abartı ortadan kalkıyor ve Zeus’un penisi bile “makul” ya da anatomik olarak olması muhtemel ölçüye indiriliyor.
Yani Zeus tanrı diye, kendisine “heybetli” bir penis takılmıyor.
Ahmet Hakan da, sevgili Ertuğrul Özkök de bu durumu bilsinler.
En azından antik Yunan’a göre öyle veya böyle mutlu olabilirler...
***
RÖPORTAJCI HELIN AVŞAR
ELİNİZDE tuttuğunuz ya da başka yollarla okuduğunuz bu gazeteyi kurarken, gazetecilikte röportaj geleneğine içten inanan biri olarak, iyi bir röportajcı bulmam ya da yetiştirmem gerektiğini biliyordum.
Bu yüzden de birbirinden farklı karakterlerde pek çok röportajcı aradım.
Bunlardan biri de gazetecilik geçmişi olmayan Helin Avşar’dı. Helin Avşar, müthiş cesur bir röportajcı çıktı.
Kimsenin soramayacağı soruları soruyor ve röportajın önemli bir unsuru olan fotoğraflar için özel bir çaba gösteriyor, çok iddialı fotoğraflara muhatabını ikna etme becerisini kullanıyordu.
Helin Avşar’a röportaj yaptırdığım için ben de, o da çok eleştirildik.
Ama Avşar, pek çok ses getiren röportaja imza attı.
Rasim Ozan Kütahyalı, Şamil Tayyar, Ertuğrul Özkök röportajları bunlardan bazıları.
Helin Avşar 4 yıl önce gazeteden ayrıldı.
Ama onun yaptığı röportajlar bugün hâlâ ses getiriyor.
Muhafazakâr medya bile hâlâ onun röportajlarını kullanıyor.
Ben de “Keşke bırakmasaydı” diyorum.
Not: Röportajcı arayışımda önemli bir isim de İzzet Çapa oldu. O da şahane işlere imza attı ve Hürriyet’e transfer oldu. Ama orada aradığı keyfi bulamadığı için o da bıraktı. İnternet gazeteciliğinden gazeteye gelmesini sağladığım Kübra Par ise bugün Türkiye’nin tartışmasız en iyi röportajcısı oldu.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Üste sürülen bir cilayla adam olunmayacağını anladığımız zaman.