Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DOLARIN ateşi düştü.

        Tek bir nedeni var.

        Ekonominin temel mantığına karşı kürek çekmekten vazgeçilmiş olması.

        Bakan Mehmet Şimşek, “Yabancılara faiz artırımı sözü vermedik” dedikten sonra Merkez Bankası faizleri bir kez daha artırınca dolar olması gereken yere doğru geriledi.

        Daha geriler mi?

        OHAL kalkarsa, yargı bağımsızlığına güven artarsa biraz daha geriler.

        Çünkü ancak o zaman dünyada başıboş gezen para bundan önce olduğu gibi Türkiye’ye yönelir.

        Ama benden size söylemesi, gelen para doğru yere yatırılmazsa bu gerileme çok uzun sürmez.

        Yıllar önce yazdım, yıllar önce söyledim.

        Tekrarlamakta fayda var.

        Yol yapmak, köprü yapmak iyidir.

        İster devlet yapsın, ister özel sektör.

        Ülkenin büyüme rakamlarına, istihdamına katkıda bulunur.

        Ama ne kadar?

        Yapıldığı süre boyunca.

        Gayri safi milli hasılanız 500 milyar dolarsa, o yıl 25 milyar dolarlık yol ve köprü yaparsanız yüzde 5 büyüme getirir sayısal olarak.

        Ama sonrası olmaz.

        Bir kereliktir.

        Sınırsız para bulmanız ve ülkenin üzerini yollarla kaplamanız mümkün olmadığı için bir kereliktir.

        Hatta sonrasında bu yolların, köprülerin parasının geri ödemesi başlar.

        Büyümek bir yana, küçültmeye başlatır sizi.

        Çare üretime kaynak aktarmaktır.

        Yapabiliyorsan katma değeri yüksek üretimdir.

        Onu beceremiyorsan, katma değeri düşük üretim bile idare eder.

        Yüksek veya düşük katma değer şarttır, üretim farzdır.

        “Yol yapmayalım mı?” diyenler olabilir.

        Yapalım elbet, ama tüm kaynaklarla değil.

        Üretim derken de sadece fabrikadan söz etmiyorum.

        Tarım da bunun içindedir, hizmet de.

        Keza emlak sektörü de.

        Kaynağın büyük bölümünü emlaka yatırırsan başta bir miktar tasarrufu ekonomiye döndürürsün.

        Ama o evleri alacak kişilerin sayısını artırman da gerekir.

        Yani birilerinin para kazanması ve o parayla emlak alması lazım.

        Üretmeyen, üretime katılamayan biri nasıl emlaka yatıracak parayı kazanır?

        Kazanamaz elbet.

        Türkiye’nin meselesi budur. Basittir.

        Ve konuşan liderleri dinliyorum.

        Bunu bu açıklıkta anlatan tek bir lider görüyorum.

        Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu.

        Siyasi görüşünün yanından geçmem mümkün değil.

        Ama ekonomiyle ilgili söylediği her sözün altına imzamı atarım.

        **********

        YAPMAMAK DAHA KOLAY

        DÜN “Dünya Okyanuslar Günü”ydü.

        Dünyanın üçte ikisini oluşturan ve giderek yaşanmaz hale getirdiğimiz okyanusların günü.

        Gün vesilesiyle size birkaç küçük bilgi vereyim.

        Biliyor musunuz, denize attığımız tek bir pet şişenin, doğada yok olması tam tamına 450 yıl sürüyor. Daha iyi anlamanız için bir örnek vermek gerekirse, eğer Kanuni Sultan Süleyman zamanında plastik şişe üretilmiş olsaydı ve cihan padişahı kullandığı bir pet şişeyi denize atmış olsaydı o şişe hâlâ deniz üzerinde yüzüyor olacaktı.

        Peki şu anda denizlere ne kadar plastik atıyoruz, bir fikriniz var mı?

        Yoksa olsun.

        Yılda 1440 TIR dolusu plastiği denizlere boca ediyoruz.

        Sonra da “İklim değişiyor, ne yapacağız?” diye düşünüyoruz.

        Bir şey yapmamız gerekmiyor aslında.

        Sadece bazı şeyleri yapmamamız gerekiyor.

        **********

        SOĞUK SAVAŞ MI ACABA?

        ABD’nin “komünist” ya da “kömünistimsi” ülkelerdeki diplomatlarına bir haller oluyor.

        Ne mi oluyor?

        Hikâye ilginç. Buyurun okumaya. Obama’nın Küba’yla diplomatik ilişkileri yeniden kurma kararından sonra, ABD birkaç genç diplomatını Küba’nın başkenti Havana’ya atar.

        Bu diplomatlardan biri son derece keyifli bir Havana akşamında, devrim öncesi Kübalı bir milyonere ait olan muhteşem güzellikteki İspanyol tarzı villasında denize karşı oturmuş, bir yandan viskisini yudumlamakta, bir yandan da ülkesinde asla bulamayacağı şahane bir Küba purosunu tüttürmektedir.

        O sırada oldukça tiz ve güçlü bir ses yükselmeye başlar.

        Diplomat sese kulak kabartır.

        Daha önce duymadığı bir sestir. “Küba’ya mahsus irice bir böcek olmalı” diye düşünür rahatsız edici ses için.

        Bir süre sonra ses kesilir.

        Birkaç gün sonra aynı diplomat eşiyle birlikte iki villa yandaki bir başka Amerikalı diplomatın evinde mangal yapmaktadır.

        Hafif serin Küba akşamında yine aynı ses duyulmaya başlar.

        Herkes “Bir tür ağustosböceği olmalı” diye düşünür.

        İçlerinden biri gidip araştırmaya başlar ama sesin kaynağı olan böceği bulamaz. Bir süre sonra ses yine kesilir.

        Ertesi gün Kübalı bahçıvanlara talimat verilir, böcek taraması yapılır, ama ortada bu sesi çıkaracak türde bir böcek yoktur.

        Yine de bahçe ilaçlanır.

        Ancak ses aralıklı olarak duyulmaya devam eder günlerce.

        O kadar ki, diplomatlardan biri bu sesi telefonuyla kaydeder.

        Uzmanlara dinletir. Böyle ses çıkaran bir böcek olmadığını öğrenir.

        Aradan bir ay geçer.

        Birdenbire sese maruz kalan Amerikan misyonunda kalıcı duyma hasarı, baş dönmesi ve başka nörolojik belirtiler görülmeye başlar.

        İçlerinden biri ABD’ye gittiğinde doktora gider.

        Uzun araştırmalar yapılır. Bu semptomlarla kendini gösterecek bir fiziksel rahatsızlığı yoktur diplomatın.

        Sonunda Dışişleri Bakanlığı bunun Küba’nın Amerikalılara yönelik bir saldırısı olduğuna karar verir.

        Ve Trump yönetimiyle birlikte bu olayın da etkisiyle ilişkiler bozulmaya başlar.

        Bu olayın sırrı tazeliğini korurken, şimdi benzer bir şekilde Çin’deki ABD’i diplomatlarda da benzer sorunlar, nedensiz rahatsızlıklar baş göstermeye başlar.

        Şimdi Amerikan hükümeti bu ülkelerde diplomatlarına nasıl bir saldırı yapıldığını çözmeye çalışmakla meşgul.

        Soğuk Savaş yeni bir şekilde yeniden başlıyor gibi görünüyor. Bakalım Moskova’da Amerikalı diplomatları ne gibi şeyler bekliyor.

        **********

        CEM YILMAZ'IN DÖNÜŞÜ

        GEÇMİŞTE gazetecilerle hep dostane bir ilişkisi olan, magazin muhabirleriyle kavga etmek yerine şakalaşmayı tercih eden ender ünlülerden biriydi Cem Yılmaz.

        Fakat sonra ne olduysa oldu, içine Okan Bayülgen kaçtı ve her gördüğü yerde magazin muhabirleriyle atışmaya, tartışmaya, kavga etmeye başladı.

        Cem Yılmaz’a hiç yakışmayan, üzerine oturmayan bir tavırdı bu.

        Ancak şimdi yine eskiye dönmesini keyifle izliyorum.

        Defne Samyeli ile birlikte olmaya başladıktan sonra geldi bu değişim.

        Kaçmıyor, kızmıyor, küfür kâfir gitmiyor, saklanmıyor.

        Son derece doğal bir biçimde ilişkisini yaşıyor, bunu izleyen medyayla da hiçbir sorun yaşamıyor.

        Eski Cem Yılmaz’ın dönüşünü keyifle izliyorum. Ona böylesi yakışıyor çünkü.

        **********

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Kötülere hoşgörünün iyilere yapılmış haksızlık olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar