Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        KÜBRA Par ile Eren Eğilmez’in programında Bülent Arınç Beyefendi’yi izledim.

        Bazı anlar vardır, başkaları adına siz utanırsınız ya, izlerken bana hâkim olan duygu buydu.

        Utanç...

        Bu ülkede yıllarca koca koca makamlarda oturmuş, TBMM Başkanlığı dahi yapmış bir Türk siyasetçisi adına duyulan utanç.

        Oysa Bülent Arınç siyasette her zaman “özü sözü bir, düşündüğünü söyleyen bir adam” imajı çizmeye çalışmıştı.

        Bu imajın yerle yeksan oluşunu izledim.

        Utanarak.

        Neresinden tutsam bilemedim söylediklerini ama galiba en utandırıcı olanı Türk Silahlı Kuvvetleri’ne karşı yapılan FETÖ’cü operasyondan bahsedilen kısmıydı.

        Arınç, generaller tutuklandığında nasıl üzüldüklerini, ne yapacaklarını bilemediklerini falan anlattı.

        Bunu söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan olsa inanırım.

        En azından İlker Başbuğ’un tutuklanmasına ciddi ciddi dertlendiğini biliyorum. Bunu o zaman da saklamamış, söylemişti.

        Fakat Arınç’ın bu konudaki inandırıcılığı yüz üzerinden sıfır. Hatta sıfırın bile altı.

        O günlerde, “İyi ki bu orduyla savaşa girmemişiz” diyen... O günlerde bu komplo operasyonlarla ilgili “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” diyen...

        Sanki bir başkasıydı.

        Kameraya baka baka, hadi kameraların hafızası yok, aklı yok ama karşısındaki gazetecilerin gözünün içine baka baka bunu nasıl söyledi, kendine olan saygısını ne zaman bu kadar örseledi anlamak mümkün değil.

        ***********

        ‘POSTMORTEM’İN CILKINI ÇIKARMAK

        SAKIN yanlış anlamasın hiç kimse, bu yazacaklarım Hakk’ın rahmetine kavuşmuş birine yönelik değil.

        Tam aksine rahmetli Erdoğan Demirören’le gençlik dönemlerimden bu yana süren bir muhabbetimiz vardı.

        Belki de o yüzden kendisine “Erdoğan Amca” derdim.

        Hatta birkaç yıl önce yine, henüz daha medya patronu olmamışken kendisine “Erdoğan Amca” dediğimde kızmış, “Ulan saçın sakalın ağardı. Bana amca deyip durma. Abi falan de. Senin yüzünden beni de çok yaşlı zannedecekler” diye gülerek bozuk atmıştı.

        Nur içinde yatsın. Söyleyeceklerim ona değil.

        Erdoğan Demirören’in ölümünün ardından sahibi olduğu medya grubunda “postmortem” gazeteler yapıldı.

        Ve tabii Ahmet Hakan ile Ertuğrul Özkök gibi bazı yazarlar da “dokunaklı” postmortemler yazdılar.

        Ben bunlardan Ertuğrul Özkök’ün yazdığına takıldım.

        Sevgili Özkök yazısında, vefat eden yeni patronunu överken, eski patronunu da ihmal etmemiş ve bayağı bir “yıkama yağlama” yapmış.

        Elini tutacak, “Yapma” diyecek halim yok, ama abartıya kaçınca bir “ayar” gerekiyor.

        Özkök’ün Hürriyet’in patronlarıyla ilgili söylediği iki şeye takıldım.

        1. Özkök diyor ki: “Aydın Bey ve Erdoğan Bey, çocuklarını iyi okuttular...” Eee, ne var bunda. Dar gelirli memur mu ki bunlar yokluk içinde çocuklarını okutmaları bir büyük başarı olsun. Türkiye’nin zengin, varlıklı insanları. Tabii ki okutacaklar. “Saygılı, vatansever, başarılı, bilim insanı, babalarından daha önemli işler becermiş çocuklar yetiştirdiler” dese anlarım da “Okuttular” ne demek!

        Millet çoluk çocuğunu hamallık yaparak, madende çalışarak, evlere temizliğe giderek okutuyor, milyarderin çocuk okutmasının nesi başarı? Bu biiiir!

        2. Özkök’ün buradaki abartısı daha da fena. Aydın Doğan ve Demirören için “Türk ekonomisinin kurucu babaları” diyor. Bu aynı kendinden önce Türkiye’de hiçbir şey yokmuş gibi davranan siyasetçi tavrı. Hatta beteri. Özkök’e sorarım, Aydın Bey ekonominin kurucu babası olarak ne yapmış? Dev dev sanayi tesisleri mi kurmuş, Türkiye’de olmayan bir şeyi mi sıfırdan yapmış, milyarlık ihracatlar mı gerçekleştirmiş, muazzam bir teknolojik atılım mı yaptırmış Türk ekonomisine? Ne yapmış da kurucu baba olmuş? Aydın Bey’e böyle bir unvan takmak, gerçek kurucu babalara ayıp değil mi!

        Anlıyorum, postmortemler elbette biraz abartılı olur, elbette övücü olur.

        Ama bu kadarı da olmaz.

        Ki Aydın Bey zaten hayatta ve Allah uzun ömür versin!

        ***********

        BASKETBOLDA DEMOKRASİ KAZANDI

        GOLDEN State Warriors, Cleveland Cavaliers’i 4-0’la eledi.

        NBA’in son efsanesi Lebron James’in takımı finallere veda etti.

        Maçları izledim.

        Lebron için üzüldüm.

        16 yıl önce üniversiteye gitmeden draft edilmişti Lebron. Liseden NBA’e geçmişti.

        O gün bugündür 15 yılı aşkın süredir NBA’i domine eden en önemli oyuncu oldu.

        Ama 16 yılın yorgunluğu son finallerde üzerinden akıyordu.

        Bıkmıştı, bırakmıştı.

        İlk maçı kaybedince rakibe teslim olmuş bir hava içindeydi ve zaten takımında da kendisi dışında büyük oyuncu sayılabilecek kimse yoktu.

        Karşısında ise “demokratik” bir takım vardı.

        Hiçbiri Lebron ayarında bir efsane olmasa da, Kevin Durant gibi çok önemli bir oyuncu ve Curry gibi bir büyük yetenek ve diğerleri.

        Ancak ilginç olan takımın koçu Steve Kerr’dü.

        Steve Kerr, sert, çok bilmiş koçlardan biri değildi.

        Tam aksine oldukça yumuşak, oyunculara fazlasıyla saygılı bir koç olarak öne çıkıyordu.

        Bench’te oyuncularla konuşuyor, hiç çekinmeden oyunculara dönüp, “Eee, şimdi hangi taktikle oynayalım, oyunu nasıl görüyorsunuz, şimdi ne yapsak daha iyi olur?” diye tüm takımı oyunun taktik tarafına da dahil ediyor, maçı kazanacak hamleleri hep birlikte planlıyorlardı.

        Golden State’in Cleveland’ı elemesi aslında belki de “demokrasinin zaferi”ydi.

        ***********

        KARA İNCİ

        TOM Perkins’in Türkiye’de yapılan Perini Navi yelkenlisi Maltese Falcon’u herhalde hatırlıyorsunuzdur.

        88 metrelik yelkenli, yaklaşık 13 yıldır dünya denizlerinde kendine has “Clipper” tarzı yelkenleriyle benzeri ve rakibi olmadan yelken açtı.

        Gerçi Tom Perkins, kaptanına ve tayfasına sinirlenip bu öfkesini yat dergilerine verdiği bir ilanla da duyurarak Maltese Falcon’u İngiltere’de mukim bir Yunanlı işkadınına sattı ama teknenin benzersizliği sürdü.

        Ancak artık Maltese Falcon’un eşsizliğini gölgede bırakan bir rakibi var: Black Pearl.

        Dünyanın bu tarzdaki en büyük yelkenli yatı olarak suya indirildi.

        Adını, Karayip Korsanları filmlerinde de geçen efsanevi “Kara İnci”den alan tekne Oceanco yapımı.

        Tam 106 metre 70 santim boyunda. Ve sadece yelkenleriyle 30 knot sürate ulaşabilen 4 güverteli bir tekne.

        Gerçi Rus milyarder Melnichenko’nun dış tasarımı Philip Starck tarafından yapılan 142 metrelik A’sı kadar heybetli değil ama sizce de Kara İnci daha güzel değil mi?

        ***********

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Mutluluğun şan, şöhret, başarı ve parada olmadığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar