Diş fırçalamak üzerine
SEÇİM döneminin en çok konuşulan konularından biri, AK Partili “amca”nın röportaj ya da kendi deyişiyle “kürtaj” yaparken kendisine “dalan” bir hanımefendiyle yaptığı tartışmaydı.
Özellikle de “amca”ya “Sen önce bir dişlerini fırçala” denilmesi epey bir gürültü kopardı.
Ben de bu gürültü üzerine Türkiye’nin diş fırçalama alışkanlıklarına bir bakayım dedim.
İlginçtir, bu konuda yapılmış birkaç farklı döneme ait pek çok araştırma var.
Sonuçlar ise pek iç açıcı değil.
Diş fırçalama konusu “amca” ile sınırlı kalacak gibi görünmüyor.
Türkiye’de toplam nüfus içinde diş fırçalayanların oranı yüzde 37.
Yanlış okumadınız, televizyonlarda sabah-akşam gördüğünüz diş macunu reklamlarına karşın nüfusun sadece yüzde 37’si diş fırçalıyor.
Üstelik dişini fırçaladığını söyleyenlerin sadece yüzde 30’u günde en az bir veya daha fazla dişini fırçalama zahmetine giriyor.
Geri kalan yüzde 70, yani dişini fırçalayanların yüzde 70’i “Zaman zaman fırçalarım” diyor.
Kimi 2 günde bir, kimi haftada bir, kimi ayda bir. Orası net değil.
Zaten tüketim rakamlarına baktığınız zaman da bu durum netleşiyor.
Türkiye’de yılda kişi başına tüketilen diş fırçası miktarı 1.
Yanlış okumadınız 1.
Diş macunu tüketimi ise kişi başına yılda 89 ml.
Ve oran yükselmiyor, düşüyor.
2015 yılında bu 91 ml imiş.
Almanlar yılda 457 ml, Amerikalılar 400 ml, Avrupa’nın en az diş macunu tüketeni olan İspanyollar bile 264 ml diş macunu tüketiyor.
Yani röportaja “Kürtaj” diyen “amca”ya “Dişlerini fırçala” demek anlamsız.
Amcanın dişini fırçalayıp fırçalamadığın bilmiyorum ama millet olarak bu diş fırçalamayla işimiz pek yok.
Biz daha çok birbirimizi fırçalamayı seviyoruz.
***********
HABERİ BİLE YOK
NAGEHAN Alçı’nın köşesinde okuyunca heyecanlandım doğrusu.
Mektebi Sultani’den sevgili kardeşim Daron Acemoğlu için “Kurulacak kabinede ekonominin başına getirilebilir” diye yazıyordu.
Sonra biraz araştırdım, gerçekten böyle bir şey var mı diye!
Ne yazık ki heyecanım boşa çıktı.
Daron Acemoğlu’nun böyle bir şeyden haberi bile yok.
Kendisiyle hiçbir temas kurulmamış, kendisine böyle bir teklif veya teklif geleceği yolunda bir bilgi dahi iletilmemiş.
Dahası böyle bir teklif gelse dahi Daron Acemoğlu’nun bu teklifi kabul etmesi şu an için pek olası görünmüyor.
Akademik çalışmaları, ders verdiği MIT ile olan ilişkisi ve sürdürmekte olduğu bazı danışmanlık görevleri nedeniyle Acemoğlu fazlasıyla yoğun ve akademiye ara vermek gibi bir niyeti yok gibi görünüyor.
Tabii yine de belli olmaz.
Bir vatansever olduğunu bildiğimiz Acemoğlu, bakarsınız gelir.
Ama söyleyeyim, ihtimal çok çok düşük.
***********
BİR BÜYÜK ADAM DAHA GİTTİ
TÜRKİYE, ender yetiştirdiği ve yetiştirdiği zaman dahi kıymetini bilemediği büyük bilim ve ilim adamlarından birini daha yitirdi. Profesör Fuat Sezgin’i. Türkiye’nin âdetidir. Bilim insanlarımıza, yaratıcı zihinlerimize eziyet etmeyi, kıymetini bilmemeyi, bu topraklardan çıkarmayı iyi beceririz.
Fuat Hoca da onlardan biriydi.
Ama bu eziyet onun hem kederi hem de şansı oldu belki de!
Bugün ölümünün ardından Fuat Hoca’yı yazacaktım ama birden “Fatih, haddi bil” dedim.
Ben kim, Fuat Hoca’ya postmortem yazmak kim...
Ve kendisini yakından tanıyan Celal Şengör’ü aradım. Ondan rica ettim.
Sağ olsun, kırmadı.
İşte bir büyük bilim adamının, bir başka bilim ulu çınarının ardından yazdıkları:
“Rahmetli Sezgin büyük bir bilim adamıydı.
İstanbul Üniversitesi’nde büyük Alman oryantalisti Helmut Ritter’in öğrencisiydi. Ritter’e verdiği ‘Ben Broeckelmann’dan daha iyisini yaparım’ sözü üzerine Arap literatür tarihini yazan bu Alman’ın meşhur eserinden çok daha kapsamlı ve bence çok daha kaliteli bir yazın tarihi üretmiştir Arap-İslam kültür âlemi için.
Fuat Bey’in hadis hakkındaki eseri daha sonra eleştirilmiş, kendisinin Buhari’nin yazılı kaynaklara dayanarak yazdığını iddia ettiği meşhur hadis koleksiyonunda pek çok sözlü kaynağın da kullanıldığı gösterilmiştir. Hoca 147’lik olduktan sonra Almanya’ya gittiğinde din tarihinden vazgeçip kendini özellikle doğa bilimlerinin İslam kültür dünyası içindeki gelişmesinin tarihine adamış ve eşsiz bir eser oluşturmuştur. Ancak Fuat Bey’in en büyük katkısı bence İslam coğrafya tarihinde olmuş, 3 kalın cilt ve bir atlastan oluşan bu muazzam eser coğrafya tarihinde deyim yerindeyse bir devrim yaratmıştır. (Ben bu eseri Nature’da çıkan bir makalemde tanıttım; Nature’un bunu basması bile eserin öneminin altını çiziyor.)
Kökeni Fuat Bey’e kadar karanlık olan Portolan haritalarının Müslüman haritalarına dayandığını ispat etmiş, kayıp Ma’mun haritasının bir kopyasını Fadlallah al Umari’nin meşhur ansiklopedisinin Topkapı Sarayı kütüphanesindeki nüshasında bularak Müslümanların Ptolemaios atlasına yaptıkları düzeltmeleri belgelemiştir.
Rahmetli hoca Arap Yazını Tarihi adını verdiği ve 17 ciltten oluşan dev eserinin felsefe tarihiyle ilgili 18. cildini bitiremeden ne yazık ki vefat etti.
Hocanın dev eseri sırf Arap değil, tüm Müslüman yazını tarihini kapsıyordu ve İslam’ın ortaya çıkışından İslam’ın 5’inci yüzyılına kadar olan dönemi içeriyordu. Fuat Bey önce Frankfurt’ta kendisinin kurduğu muhteşem Arap-İslam Bilimleri Enstitüsü’nde Müslümanların ürettiği teknolojinin ürünlerinin eldeki yazmalara dayanarak kopyalarını yaptırmış, sonra da bu müzenin bir benzerini Gülhane Parkı’nda kurmak için kolları sıvayarak Türkiye’ye güzel bir hazine kazandırmıştır.
Frankfurt’taki enstitü, Fuat Hoca ‘Faysal Ödülü’ olarak yüklüce bir para ödülü kazandığı zaman, bu parayı üniversiteye şartlı olarak bağışlaması sonunda kurulmuştur.
Fuat Sezgin milletine tutkuyla bağlı bir insandı. Etnik milliyetçilerden hoşlanmaz, vatanperver olunmasını isterdi.
Kendisini haksız yere kovan memleketine duyduğu büyük sevgisi gerçekten inanılmaz bir şeydi. Müslüman dünyasının da ancak bilimle kalkınacağına inanıyordu. ‘Eserlerimin en önemli amaçlarından biri de Müslümanları Batı karşısında duydukları aşağılık kompleksinden kurtarabilmek’ derdi.
Fuat Hoca’nın aptallara tahammülü pek azdı. Çok sabırlı bir insan da değildi. Sert mizacının arkasında 5 yaşında bir çocuğunki kadar temiz bir kalbi vardı. Fuat Bey’in şahsında Türkiye pek de kıymetini bilemediği büyük bir vatandaşını, dünya büyük bir bilim insanını kaybetti.”
***********
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Nerede yazdığımızın değil ne yazdığımızın önemli olduğunu unutmadığımız zaman.