Büyük sevinç, küçük küçük sorular
ÇOK şükür rehinelerimiz "serbest''.
3 ay 9 gün sonra "kurtuldular''.
49 kişinin eve dönmesini kutlamak, bunu sağlayanlara da teşekkür etmek lazım.
Aslında halimiz tam da eşeğini kaybedip bulan adam durumu.
Uyarılara kulak verilse, konsolosluğumuz 10 Haziran'da boşaltılsa, 3 ay haybeye böyle bir stres yaşamayacaktık.
O gün basiretsiz davrandığı için suçladığımız dönemin Dışişleri Bakanı'nı bugün rehineleri kurtaran Başbakan olarak kutluyoruz.
İlginç bir durum.
Rehinelerimizin memlekete dönmüş olmasından duyduğumuz memnuniyet, aklımızın soru sormasını engelleyemiyor haliyle.
Mesela, "Niye şimdi?'' sorusunu.
GEREKSİZKEN TUTTULAR
IŞİD, Türk konsolosluk görevlilerini rehin aldığı zaman bu rehinelerin IŞİD'e bir faydası yoktu. Hatta zararı vardı. Dost sayabileceği, giriş çıkış yaptığı bir ülkeyi karşısına alıyordu durduk yerde. O dönem rehineler, IŞİD için gereksiz yüktü.
Ama niyeyse bu rehineleri tuttu.
Şimdi ise tam tersi bir durum vardı.
IŞİD'e karşı bir uluslararası operasyon yapılacak ve bölgedeki en önemli askeri güç Türkiye, IŞİD'in elinde Türk rehineler olduğu için bu operasyona destek vermekten kaçınıyordu. Rehineler, Türkiye'nin elini kolunu bağlıyordu.
GEREKLİYKEN VERDİLER
Yani rehineler asıl şimdi gerekliydi IŞİD'e.
Ama o da ne, en gerekli olduğu anda IŞİD rehineleri serbest bıraktı.
Niye?
Yoksa rehineler IŞİD'in değil de başka birinin elinde miydi ve o birisi, "Hadi bakalım artık rehine bahaneniz de yok'' mu diyordu?
Veya daha da acayip ve zayıf bir komplo olasılığı olarak, Türkiye rehineleri çoktan IŞİD'in elinden almış ve bölgede güvenli bir yerlere mi bırakmıştı "koz'' olarak kullanabilmek için. Bölgede bir operasyonun parçası olmamak için!
Ancak ABD bastırınca, IŞİD karşısındaki cephede yer almamanın Batı'dan tam olarak kopmak ve ABD ile ilişkileri tam olarak berbat etmek anlamına geleceği için bu kozdan vaz mı geçilmişti?
Kimbilir belki de IŞİD, kendisine karşı yapılacak bir operasyonda Türkiye'nin de yer almasını ve bir cephe de Türkiye içinde mi açmak istiyordu?
ABD Mİ VERDİ?
Ya da bölgedeki ABD komandoları, rehineleri bir operasyonla kurtarmış ve Türkiye'ye teslim ederek operasyona Türkiye'nin de katılmasını sağlamak mı istemişti? Hükümete bir samimiyet testi mi yapıyorlardı?
Tüm bu sorular kafamı kurcalayıp duruyor.
Belki de her şeyin çok basit bir açıklaması vardır.
Biliyoruz ki IŞİD, paralı maceraperestlerden oluşan bir tür lejyon.
Belki de gerçekten oradan bazıları MİT ile pazarlık edip rehineleri teslim etmiştir.
Emin olun bilmiyorum.
Ne yazık ki, resmi hiçbir açıklamaya da güvenmiyorum...
Üç kriz, üç olay
TÜRKİYE, AK Parti iktidarı döneminde Batı Bloku ile 3 kez sıkı bir biçimde restleşti.
Bunlardan ilki İran konusundaydı. Türkiye'nin İran'ı kollayan tavrı, özellikle İsrail ve ABD'de rahatsızlık yaratıyordu.
Almanya ve Fransa, İran'la her türlü işi gizli kapaklı yaparken duyulmayan rahatsızlık, Türkiye aynı ilişkiyi açıktan kurunca ABD ve İsrail'i kızdırıyordu.
Bu kızgınlık Toronto'da ABD Başkanı Obama tarafından çok sert ve hatta kırıcı bir biçimde dile getirilmişti ve ben de yazmıştım.
Türkiye ya Batı ile hareket edecekti, ya Batı'dan kopacaktı.
Hükümet hemen geri adım attı ve "Beraber yürüyeceğiz biz bu yollarda'' mesajı, Kürecik'e radar kurulmasına izin verilerek iletildi.
İkinci restleşme Libya üzerinden yaşandı.
Fransa'nın yoğun talebi ve ABD'nin de buna teşne olmasıyla, Libya'ya yönelik bir uluslararası operasyon gündeme gelmişti. Buna da NATO şemsiyesi uydurulmak isteniyordu.
Dönemin Başbakanı Tayyip Erdoğan, "Bunun NATO ile ne alakası var. Biz böyle bir şeye sonuna kadar karşı çıkarız'' diyerek "dik durdu''.
Batı ile ipler kopma noktasına geldi.
Ne mesajlar iletildi bilmiyorum ama Başbakan'ın, "Biz buna karşıyız'' sözü gök kubbede yankılanmaya devam ederken Deniz Kuvvetleri'mize ait gemiler Sirte Körfezi'ne varmış, Libya karasularına girmişti bile.
Son olarak da IŞİD meselesiyle ipler gerildi.
Anti IŞİD koalisyonunda yer almayacağımızı "rehinelere'' dayanarak açıkladık.
Haftasına kalmadan rehineleri ya kurtardık, ya rehineler bize verildi.
Hangisiyse artık önemi yok.
Bir kez daha "Batı"dan kopmadık.
Türkler sahipsiz
DÜN epey bir mesaj.
Kimden geldiğini tahmin edersiniz.
"Utanmadın mı, hükümet sınırı açtı işte'' diyen.
Utandım.
Doğru yaptılar.
Ona aç, buna açma olmazdı.
Bölgedeki tepkiyi görünce açmış olsalar da açmaları olumlu.
Keşke Türkmenlere de açsalardı vakti zamanında, gerekli olduğu zaman.
Ama ne yapalım.
Türklerde tepki olmayınca Türkmenlere kucak açmanın gereği de olmuyor herhalde.
Tecavüzcülere
PARİS'ten üç beş satır yazınca, "Batı âşığı. Madem çok seviyorsun, git orda yaşa'' dedi bazıları.
Aptallar, ben Batı âşığı falan değilim, ben bu memlekete âşığım.
İstiyorum ki, Batı'da veya Doğu'da ne güzellik varsa burada da olsun.
Oranın insanları hangi ortamlarda yaşıyorsa, burada da o ortamlarda yaşayalım.
Hayattan keyif alsın bu ülkenin insanları.
Kavga edeceklerine sanat yapsınlar, küfür edeceklerine müze gezsinler.
Dünyayı etkilesinler, dünyayı iyi yönde değiştirsinler.
Paris'i o yüzden yazdım.
Sanatı o yüzden yazdım.
İspanyol Picasso'yu ressam olmak için Paris'in o günkü özgür ortamına götüren, İtalyan Modigliani'yi Matisse ve Chagall'la buluşturan havayı yazdım.
Ama sizin oradan anladığınız bu oldu işte.
Çünkü aklınız o kadarına basıyor.
Ama ben size "Gidin'' falan demem.
Ben bu ülkeyi sizlerin de içinde olduğu haliyle seviyorum.
Ben bu ülkeye âşığım ulan aptallar.
O yüzden tecavüze uğramaması için uğraşıyorum.
Yoksa çevirir kafamı giderim.
Emin olun daha kolay.
Ama o aşk yok mu o aşk...
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Gitmenin kolay, kalmanın zor olduğunu anladığımız zaman.