Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        DÜN TBMM’de “tezkere” tartışmalarını izlerken birdenbire 2003 yılının şubat sonu, mart başına gitti aklım.

        Hatırlarsınız, o günlerde de “tezkere” meselesi vardı.

        ABD, Irak’a girecekti.

        Hem Güney’den hem Kuzey’den girip iki cephe açmak istiyordu ve Kuzey’den de girebilmek için Türkiye’nin iznine ihtiyacı vardı.

        İktidarda Gül hükümeti vardı.

        Hükümet, tezkerenin Meclis’ten geçeceğine kesin gözüyle bakıyordu.

        ABD’li subaylar çoktan Türkiye’ye gelmiş, tezkerenin geçmesinden sonra gelecek on binlerce ABD askerinin yerleştirileceği yerleri belirliyor, araziler kiralıyor, kiraladıkları arazilerde hafriyat yapıyorlardı.

        Güney limanlarımızda ABD gemilerinin yanaşması ve depolamaları için alanlar ayrılmış, her şey hazırlanmıştı.

        Başbakan Abdullah Gül “tezkerenin geçmesi gerektiğini” söylüyor, AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, “tezkerenin geçmesinin Türkiye açısından çok önemli olduğunu” belirtiyordu.

        O dönemde Meclis’teki tek muhalefet partisi olan CHP ise kıyameti koparıyor, Türkiye’ye yerleşecek on binlerce ABD askerinin Türkiye açısından risk oluşturacağını bağırıyor, tezkerenin geçmemesi gerektiğini söylüyor, Trabzon’dan Mersin’e kadar uzanan geniş bir bant üzerindeki Amerikan varlığının Türkiye için tehdit olduğunu söylüyordu.

        Hükümet ve AK Parti ise tezkerenin geçmesinden yanaydı.

        1 Mart 2003 günü tezkere TBMM’ye geldi.

        Aynı dün görüşülen tezkere gibi o tezkerede de “Yabancı askerlerin Türkiye’de konuşlanmasına izin veriliyordu”.

        O gün Ankara’da konuşulan ilginç bir dedikodu vardı.

        “Cemaatler tezkereye karşı çıktı. ‘Müslüman bir ülkeye karşı gâvurlarla birlikte hareket etmek caiz değildir’ diyen ‘ulema’ devreye girdi” dedikodusu.

        “Ulemanın” TBMM’ye müdahalesine o günlerde henüz alışkın değildik.

        Sonuçta 1 Mart 2003 günü tezkere Meclis’te görüşüldü.

        Hükümet tezkerenin geçmesini istedi, muhalefet geçmemesini.

        Ve AK Parti o gün ciddi biçimde fire verdi. Ulemanın etkisi olarak görüldü bu durum.

        Fakat fireye rağmen tezkere Meclis’te çoğunluğun oyunu almayı başardı. Hükümet sevindi, muhalefet üzüldü.

        Ancak kısa süre sonra tezkerenin, TBMM İç Tüzüğü gereği alması gereken oya ulaşmadığı dönemin Meclis Başkanı tarafından açıklandı ve TBMM’den geçen tezkere geçmemiş sayıldı.

        Aradan yıllar geçti, AK Parti “geçsin” diye uğraştığı buw tezkerenin geçmemiş olmasını “kendine” bağladı.

        “Tezkere geçseydi Irak bataklığına gömülecektik. İleri görüşlü olduğumuz için bu tezkereyi geçirmedik” diyen AK Parti oldu.

        Hatta iş öyle bir hal aldı ki, toplumun büyük bölümü, 1 Mart Tezkeresi’ni geçirmek isteyenin CHP, geçirmeyenin ise AK Parti olduğunu zannetmeye başladı.

        Ben bu satırları yazarken “tezkere” henüz oylanmamıştı.

        Ben de biraz hafızalarınızı tazelemek istedim.

        Son tezkereye gelince.

        AK Parti artık her şeyi “torba” mantığıyla yapıyor.

        Bu tezkere de “torba tezkere” olarak tarihe geçecek.

        Bu torbada gördüğüm ise şu: IŞİD bahanesiyle “her türlü” operasyon mubahtır.

        Fikrim hiç değişmedi

        BEN hâlâ 1 Mart 2003 günü TBMM’ye gelen o tezkerenin geçmemiş olmasının Türkiye’nin aleyhine olduğunu düşünüyorum.

        O günlerde pek az yazar bu tezkereyi savunuyordu.

        Onlardan biri de bendim.

        O gün yazdığım yazılarda aynen şöyle diyordum:

        “Eğer bu tezkere geçmezse, ABD Irak’ın kuzeyinde Kürt yönetimiyle işbirliği yapar. Bunun kaçınılmaz sonucu Irak’ın bölünmesidir ve Türkiye’nin kırmızı çizgilerinden biri olan Kürt devletinin kurulmasıdır.

        Böyle bir durumda Türkiye’nin PKK ile mücadelesi zafiyete uğrar.

        Kendini tüm Kürtlerin lideri olarak görmeye başlayacak olan ve Büyük Kürdistan hayalini asla gizlemeyen Barzani, PKK’yı koruması altına alır.

        Bu nedenle bu tezkere geçmelidir.

        Bu tezkere geçerse bölgedeki hem Kürt hem Türk soydaşlarımızı korumanın yolunu da açmış oluruz.”

        O gün o fikirdeydim.

        Bugün de aynı fikirdeyim.

        Taraftarlık

        GALATASARAY ve Trabzonspor taraftarları, Cem Yılmaz’ın filmini protesto edeceklermiş.

        Gerekçe, Cem Yılmaz’ın Fenerbahçe için düzenlenen “Adalete fener yak” kampanyasına destek vermiş olması

        Söylenecek cümle şu: “Yuh artık!”

        Aslında daha iyisi de var ama köşede yazmak mümkün değil.

        Bu kadar mı ilkelleştik.

        Hepimizin bir takım tutma, taraftar olma hakkı var.

        Bunu en iyi bir takıma taraftar olanlar bilmeli, anlamalı.

        Şimdi Cem Yılmaz veya bir başkası, bir takımın taraftarı diye onu protesto etmek neyin nesi.

        Hırsızlık yapar, yolsuzluk yapar, ahlaki veya yasal bir suç işler o halde protestoyu anlarım da “taraftar” olduğu için protestonun anlamı ne!

        İki teşekkür

        BANA göre olması gereken, Ünal Aysal’ın “sağlıklı bir seçim tarihine” kadar başkanlığı sürdürmesi ve herkesin doğru düzgün hazırlık yapabileceği kadar bir süre sağlamasıydı.

        Ama Aysal bunu yapmadı.

        Tam aksine kaçtı.

        Bir de utanmadan, “Benim adayım Cemal Özgörkey” diyerek Cemal’i zor durumda bırakıp görevden kaçıyormuş izlenimi yaratarak.

        Oysa ben, Cemal Özgörkey’in Başkan Ünal Aysal hakkındaki fikirlerini gayet iyi biliyorum.

        Ünal Aysal kim, Cemal Özgörkey’i desteklemek kim.

        Cemal Özgörkey, Ünal Aysal’dan 100 kat daha Galatasaraylıdır.

        Neyse, sonuçta Aysal kaçtı.

        Şimdi de “utanıp sıkılmadan” diyor ki, “Belki bir daha mayısta yeniden aday olurum”.

        Bilmiyor ki, Galatasaraylılar ona “kal” demediler. “Sağlıklı bir seçime kadar kal” dediler. Ama o kalmadı.

        Şimdi iki adayımız var.

        Sevgili Alp Yalman ve Sevgili Duygun Yarsuvat.

        Yalman’la 1990’ların başında “kafatasçı” Galatasaray anlayışına karşı birlikte bayrak açmıştık.

        Hayatını Galatasaray’a vermiş bir isimdir. Dostumdur, abimdir.

        Duygun Yarsuvat ise Galatasaraylılar Cemiyeti’nde, Kulüp Divan Kurulu’nda, üniversitede, kısaca Galatasaray’ın tüm kurumlarında emeği olan bir ağabeyimdir.

        Her ikisine de Galatasaray’ı hem sahipsiz bırakmadıkları, hem de demokratik bir seçim ortamı oluşturdukları için teşekkür ediyorum.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Cambaza bak demediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar