Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Birkaç yıl önce Mustafa Denizli’nin Can Çobanoğlu ile birlikte yaptığı bir spor programına konuk olmuştum.

        Bir soru üzerine, “Yüz milyonlarca dolar değerinde bir futbol takımı, sadece teknik direktöre emanet edilmeyecek kadar büyük bir değerdir.Bir takımda yönetimin etkisi yüzde 30, takımın etkisi yüzde 50, teknik direktörün etkisi yüzde 20’dir” demiştim.

        Mustafa Hoca da bu sözlerime biraz bozulmuştu haliyle.

        Ama gerçekten de böyledir.

        Yönetimdir önemli olan.

        Mali yapıyı düzgün kurmak, bu mali yapıyla en önemli şey olan iyi bir takım oluşturmak ve bunların başına iyi bir teknik direktör getirmek, yönetimin ilk işi olmakla beraber asla son işi değildir.

        Teknik direktör getirildiği an yönetimin takımla işi bitmez.

        Teknik direktörü yönlendirmek, beklentileri aktarmak, gerekirse kulübün yatırım, mal varlığı sayılan oyuncuların değerlendirilmesini ve değer kazandırılmasını sağlayacak adımların atılmasını istemek, sorun görülen yerde anlık müdahalelerle teknik direktöre yol göstermek yönetimlerin işidir.

        Bu sözlerim asla “soyunma odasına girip takım kurmak gibi” algılanmasın, ama takımın kuruluşunda bile yönetimin mutlaka etkisi vardır, olmalıdır.

        Aksi takdirde koskoca bir kulübün, takımın bütün geleceği ve hatta varlığı, yarın öbür gün kulübü bırakıp gidebilecek veya daha iyi bir teklif aldığında kesinlikle gidecek birine bırakılmış olur.

        Böyle bir şey, hiçbir modern işletmede kabul görmez.

        Galatasaray’da yönetim, Rijkaard’ı bu anlamda yalnız bırakmış, önünü açmamış, yol göstermemiştir.

        Bu yönetimin temel hatasıdır.

        Rijkaard’ın hatalarına gelince.

        Dünyanın hiçbir yerinde “sabit bir iskeleti” olmayan bir yapının ayakta durduğu ya da yükseldiği görülmemiştir.

        Bakınız efsane olmuş tüm takımların sabit bir kadrosu vardır. Bu kadroyla gerekli gereksiz oynanmamıştır.Herkesin bir yeri, her yerin bilinen bir yedeği vardır.

        Bunu Rijkaard’ın Galatasaray’ı için söylemek mümkün mü?

        Sabit kadro çok yetenekli oyunculardan oluşmasa bile bir alışkanlıkla, herkesin ne yapacağının ve ne yapabileceğinin belli olmasıyla bir istikrar tutturur ve gücü oranında başarılı olur.

        Sabit olmayan kadrolar ise savrulur gider.

        İskeleti olmayan bir binanın veya bir adamın ayakta durması mümkün olmadığı gibi bir takım da ayakta duramaz.

        Şu veya bu nedenle futbolcular ile teknik direktör arasında sorunlar olur.Futbolcular bunu sahaya yansıtırlar.Galatasaray yönetimi, bu sorunların ortadan kalkmasında da aktif rol üstlenmemiş, genç adamlar ile farklı bir kültürün adamı olan Rijkaard’ı baş başa bırakmıştır.

        Galatasaray’ın başarısızlığının temelinde bunlar vardır.

        Şimdi herkes, “Bu hafta oynanacak derbi ne olacak?” diye soruyor.

        Bilemem.

        Yeneriz de yenilebiliriz de.

        Ama yensek ne değişir.

        Adnan Polat ve saz arkadaşları tarafından yönetildiği sürece, yönetime bir miktar yoğurt da eklesen bu kulüpten “cacık” olmaz.

        Not: Sakın ola ki, bir olağanüstü kongre istediğim zannedilmesin. Galatasaray’a bu yakışmaz. Bir olağanüstü kongre sonrası yönetime gelen ve takımı şampiyon yapan bir ekibin parçası olmama rağmen olağanüstü kongrelerin Galatasaray geleneğine yakışmadığını düşünüyorum.

        Yargıç baskıya boyun eğmez

        HSYK seçimleri, bazılarını hayal kırıklığına uğrattı.

        Ben ise sonucu çok normal buluyorum.

        Bunca eleştirilen yargı, bugün niye eleştirilerin dışında bir şey yapsın ki!

        "Yargı artık yürütmenin uzantısı haline geldi" diyorlar.

        Doğru. Öyle oldu.

        Ama bunu kim yaptı?

        Yargıçların bizzat kendi kararları bu yönde oldu.

        Hani, "Benim oyumla çobanın oyu bir mi?" tartışmaları var ya, o da burada geçerli değil.

        Hâkimler böyle istedi.

        Yıllardır, "Bakanlık boyunduruğunda olmak istemiyoruz. Bağımsız olmak istiyoruz" diyen yargıçlar, "ilk bağımsız seçimlerinde" bakanlık bürokrasisine oy verdilerse bize diyecek ne kalıyor ki!

        Demek ki, yıllardır talep ettikleri yalanmış.

        Kimse bana kalkıp da "Ama hâkimlere baskı vardı" falan demesin.

        Hâkim baskıya boyun eğer mi?

        İnsanların malları, canları, ırzları hakkında "vicdanı" ile karar vermek durumunda olan hâkim baskıya boyun eğer mi?

        "Vallahi üzerimde baskı var" deyip insanları hapse atmak ve tam tersini yapmak, bir hâkime yakışır mı?

        İstifa eder, görevi bırakır ama bunu yapmaz. Evrensel anlamda yargıç budur, tanımı budur.

        Ha bunu yapamıyorsa, zaten o yargıç falan değildir.

        Bir yargıç kendi geleceğiyle ve buna bağlı olarak halkın geleceğiyle ilgili karar verecek bir grubu seçerken baskıya boyun eğer mi?

        Eğmez, eğmemeli.

        Eğer eğmeden bunu seçtiyse diyecek bir şeyimiz olamaz.

        Eğer baskıya boyun eğerek seçtiyse yine diyecek bir şeyimiz olamaz, bunların zaten yargıç olmadığını düşünmekten başka.

        Bakın ben size bir şey söyleyeyim.

        Kimse gürültü patırtı yapmasın.

        Yargıçlar böyle istedi. Böyle oldu.

        Herkes kendine layık yönetimi seçer, onunla yönetilir.

        Kimbilir belki de doğrusunu seçmişlerdir.

        Bilemem.

        Zaman gösterir.

        Not: Bütün bu olacakları haftalar öncesinden ilk söyleyen biri olarak bu yazıyı yazmaya hakkım olduğunu düşündüm.

        Ne zaman adam oluruz?

        Demokrasi tarihinin, baskıya direnme tarihi olduğunu anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar