Dört dörtlük suikasttı
İSTANBUL'un istihbarattan sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Ali Fuat Yılmazer, dün Habertürk'e gelmişti. Daha doğrusu Yiğit Bulut'un programında konuşulanlarla ilgili bilgiler vermeye gelmişti.
Yemekte karşılaşınca oturup biraz sohbet ettik. Biraz dediğim bayağı.
Çeşitli operasyonlar hakkında bilgi verdi.
Bazıları ilginçti.
Mesela, Ergenekon ve Balyoz operasyonları için "En büyük desteği Genelkurmay'ın kendisinden aldık. Pek çok bilgiyi, belgeyi hiç çekinmeden bizimle paylaştılar. Geçmişte yapılanlardan veya yapılmak istenenlerden rahatsız olan pek çok üst rütbeli subay, bize talep ettiğimiz her türlü
belgeyi, bilgiyi sağladı. O destek olmasaydı, biz bu soruşturmalarda bu kadar ileri gidemezdik" dedi.
Ergenekon ve Balyoz operasyonlarında soruşturmalara başlarken bütün resmi görmediklerini ama içine girdikçe, ipuçlarını değerlendirdikçe karşılarına bu büyük tablonun çıktığını söyledi.
"Bu operasyonları organize etmekle itham edilen gruplar var ya, onların içinde bile bu operasyonlara karşı çıkan çok sayıda kişi vardı" diye anlattı.
Söylediği bir şey çok ilginçti:
"Geçmişte polise yönelik o kadar çok eleştiri yapıldı, polisin o kadar çok açığının üzerine gidildi ki, polis anladı ki bir tarafı açıkta ve kimsenin bunu kapatmaya niyeti yok. Ne yaptı, kendine çekidüzen verdi. Yasalarla sınırladı kendini. Yöntemlerini değiştirdi. Belki bu operasyonlar sonucunda Türkiye'de herkes ve her kurum yasalarla sınırlı olduğunu hatırlayacak veya öğrenecektir."
Ve Yılmazer ilgimi çeken bir şey daha anlattı:
"Atabeyler operasyonu var ya, o olay Başbakan'a yönelik dört dörtlük bir suikast girişimidir. Öyle basit bir ordudan dışarıya silah çıkarma, bunları gizleme, saklama işi falan değildir.
Ele geçirdiğimiz mühimmat ve planlar, Başbakan'a nerede nasıl saldırılacağını, suikastçıların nasıl
yerleşeceğini, hangi silahların nerede nasıl kullanılacağını gösteriyordu. Çok netti. Bununla ilgili bir sarı zarf hikâyesi ortaya atılarak bu iş sulandırılmak istendi. Bunun üzerine ben, Emniyet Genel Müdürü'nden ağza alınmayacak laflar işittim. Ama dosyayı tamamlayıp önüne koydum. Ağzı açık kaldı. Hiçbir şey diyemedi. Kem küm etti. Öylece kaldı. Bunun dört dörtlük bir suikast girişimi olduğunu Başbakan'a dahi anlatamadılar korkudan. Başbakan hâlâ bilmiyor olabilir o işin ne olduğunu. Bir suikasttı. Sonra sarı zarf hikâyesiyle sulandırılmak istendi. Onu da tespit ettim. Hava Kuvvetleri'nden bir subay, o zarfı muhabire vermiş. Onun kamera görüntülerine bile ulaştık. Ama bir şey olmadı, yapılmadı. Cesaret edemediler."
İstanbul Emniyeti'nin çok tartışılan istihbarattan sorumlu en yetkili ağzından duydum bunları.
Tartışmaları bilmem.
Ancak Yılmazer'in kendini ortaya koyuş biçimini beğendiğimi söylemeliyim.
Ben konuşurum Adnan Efendi
ADNAN Polat dün Lig TV'ye çıkmış ve "zırvalarını" sıralamaya devam etmiş.
"Bu kulübü biz bu hale getirdik, biz çıkaracağız" demiş.
En azından bir terakki var.
Kulübü bu hale kendilerinin getirdiğini kabul ediyor. Çıkarma meselesine gelince. "Madem çıkarmayı biliyordun da niye batırdın?" diye sorarlar ama gerek yok. Bundan sonra yapacağı "daha fazla batırmaktan" ibaret olacaktır.
Ha bir de demiş ki, "Zor günlerde taşını elin altına koymayanlar şimdi konuşuyor". Bak Adnan Efendi. Orada adama "Hoop" derler.
Ben en zor günde oradaydım.
Türkiye 2001 krizinin pençesinde kıvranıyor. Ortalıkta banka kalmamış, şirket kalmamış.
Memleket toz duman. Galatasaray bu ortamda olağanüstü kongreye gidiyor. Mehmet Cansun emretti. Geldim 2. başkanlık yaptım.
Sen o sırada rüzgâr müzgâr işleri kovalıyordun. Polat Holding'i batırıyordun.
Geldik 12 milyon dolarlık bölümü hariç banka borçlarını ödedik.
Futbolcu alacaklarını düzene soktuk. Kendi dönemimizde tahakkuk etmiş tüm alacakları ödedik. Borçların bir kısmını ödedik. Vergi uzlaşmasını hazırladık.
14 milyon dolar bütçeyle de takımı şampiyon yaptık.
Sonra da "Bu işi daha iyi yapar" diye düşündüğüm rahmetli Özhan Canaydın'a kulübü bırakıp gittik. Belki de tek hatam o olmuştur.
İnanmıyor musun?
Yanında oturan Yiğit Şardan'a sor. O da vardı yanımızda. Bizimle.
O yüzden başkasını bilmem ama ben konuşurum. En zor günde orada olmaktan kaçmadığım için konuşurum. Bak şimdi anlatayım. Anlamazsın ama anlatayım.
Sen bu kulübü batırdın.
Bizim takımı şampiyon yaptığımız bütçeyle sen sadece Elano'yu aldın. 12.5 milyon dolar verdin. Şimdi 2.5 milyon dolara satmışsın.
Lincoln'ü, Misimoviç'i ve sayende adlarını dahi hatırlayamayacağım kadar çok gelip gideni saymıyorum.
Yarım milyar dolara yakın para harcamışsın.
Ayıptır be, ayıp! Babanın şirketinde sana bu parayı böyle sorumsuzca harcatıyorlar mı?
Şimdi de kulübü "Adnan Sezgin-Hagi" ikilisine teslim etmişsin. "Başarılı olamazlarsa bedelini öderler" demişsin.
Bak, Galatasaray başkanlık koltuğunu işgal altında tutan zat! O bedeli senin ödemen lazım, onların değil. Çünkü onları da getiren sensin. Her türlü eleştirinin hedefi olan, kulübü bu hale düşürmende başyardımcın olarak hareket eden Adnan Sezgin'i hâlâ orada tutuyor olman gerçekten "şüphe uyandırıyor".
Söyle de bilelim.
Şu Adnan Sezgin'in b.kunda boncuk mu var?
Beraber karıştırırken mi buldun?
Not: Sevgili Galatasaraylılar! Galatasaray'da alıştığımız terbiyenin ve üslubun biraz dışında yazıyorum. Biliyorum. Ama Galatasaray'ı ele geçiren zihniyetin başka bir üsluptan anlaması mümkün değil. O yüzden kusuruma bakmayın.
Ne zaman adam oluruz?
En azından adam olmaya çalışanların yapması gereken işleri asla adam olamayacaklara yaptırmadığımız zaman.