Göğsüme saplanan kurşun gibi bir cümle
DÜN gazete baskıya gitmeden önce hazırlığı tamamlanıp baskıya hazır hale getirilmiş sayfaları gözden geçiriyordum.
HT Pazar ilavemize bakarken tanıdık bir yüzle karşılaştım.
Hande'yle, yani eşimle.
Yeni çıkan kitabı "Kahperengi" ile ilgili olarak Elif Key, Hande ile bir röportaj yapmış.
Zaten okuyacaktım ama röportajdaki insanın eşi olunca daha bir merakla okuyor, başladım okumaya.
Tam röportajın sonuna yaklaşıyordum ki, "kurşun" gibi bir cümle, daha doğrusu bir soru, daha da doğrusu soru içindeki bir kelime "göğsüme saplandı".
Elif Key, Hande'ye şöyle sormuştu:
"Bu kadar sevilmeyen bir adamı sen nasıl sevdin?"
Hayatımda beni bundan daha fazla yaralayan bir cümle herhalde duymamışımdır.
"Çoğunluğun sevmediği bir adamı sen sevdin?"i kabullenebilirdim.
"Tanıdığım kimsenin sevmediği bir adamı sen nasıl sevdin?"i kabullenebilirdim.
"Bana göre sevilecek hiçbir tarafı olmayan bir adamı sen nasıl sevdin?"i kabullenebilirdim.
"Bu kadar gıcık bir adamı sen nasıl sevdin?"i kabullenebilirdim.
"Bu kadar lanet bir adamı sen nasıl sevdin?"i kabullenebilirdim.
"Bu kadar sevimsiz bir adamı sen nasıl sevdin?"i kabullenebilirdim.
"Bu kadar çirkin bir adamı sen nasıl sevdin?"i kabullenebilirdim.
"Bu kadar tatsız bir adamı sen nasıl sevdin?"i kabullenebilirdim.
"Bu kadar antipatik bir adamı nasıl sevdin?"i kabullenebilirdim.
Kabullenmek ne kelime, bunların hepsini bağrıma basabilirdim.
Ama "Bu kadar sevilmeyen bir adam" tanımlaması gerçekten kurşun gibi saplandı.
Sadece Elif Key'in görüşünü yansıtmıyordu.
Müthiş geniş kapsamlı bir genellemeydi.
Toplumsal kabul görmüş bir durumun hayatımdaki en önemli kişiye ve Elif Key'e göre beni seven tek kişiye jurnallenmesiydi.
"Bu kadar sevilmeyen bir kişi..."
Bu tanımlamanın kendiniz için yapıldığını düşünsenize bir.
Ama Elif Key bunu söylediğine göre bir bildiği olmalıydı.
Düşündüm.
"Nerede hata yaptım ben de bu kadar sevilmeyen bir kişi oldum?" diye.
Hayatımda bir kişiye bile bilerek kötülük yapmadım.
Hiç dostumu satmadım.
Kimseye kötü davranmadım. Davranmamaya çalıştım.
Kimseyi ezmedim.
Paraya pula önem vermedim.
Sınıf farkı gözetmedim.
Herkesi hep eşit gördüm.
Evet lafımı sakınmadım. Ama bunu kötülük olsun diye yapmadım.
Sert göründüm ama aslında olamadım.
İyi insan olmak istedim.
Kendimce oldum.
Ama belli ki, olamamışım.
Ola ola "Sevilmeyen bir insan" olmuşum.
Yapacak bir şeyim yok bu saatten sonra.
Değişecek halim de yok.
Demek ki, geri kalan ömrümüzü bunu bilerek, bunu hazmetmeye çalışarak yaşayacağım.
Tüm bunlar bir anda aklımdan geçiverdi o "kurşun" gibi soru göğsüme saplanınca.
Hani ölmek üzere olan bir insanın hayatı gözlerinin önünden film şeridi gibi akarmış ya, aynen öyle.
Sonra Hande'nin verdiği yanıtı okudum.
Göğsümde açılan yaranın üzerine bastım o cevabı. Akan kanı durdursun diye.
Gülümsedim.
Hiçbir şeyin önemi kalmadı bir anda.
"Beni gerçekten tanıyan tek bir kişi bile beni sevsin yeter" dedim.
Gerisi için elimden bir şey gelmez bundan sonra.
Kusura bakma Elif.
Herkese söyle.
Benden bu kadar...
Filmler mi daha ahlaksız gerçekler mi?
BEN yazmaktan sıkıldım ve yoruldum bu konuyu, toplum beni haklı çıkarmaktan yorulmadı.
Ne zaman bir kişi veya bir kurum, genelde de RTÜK veya muhafazakâr bir politikacı "Türk toplumunun ahlaki değerlerinden" söz ederek bir şeyleri eleştirecek olsa "Hoooop" diyorum.
Dizilerde, kitaplarda, filmlerde, dergilerde, gazetelerde "ahlaksızlık" olarak nitelendirilebilecek haberler, konular, senaryolar, hikâyeler yayınlanmıyor mu?
Yayınlanıyor elbette.
Ama bunların hiçbiri toplumun kendi içinde zaman zaman görülen ahlaksızlıklardan, çarpıklıklardan daha beter, daha sarsıcı olmuyor.
Tam aksine bunlar genelde toplumun içindeki gerçek ahlaksızlıklardan daha yumuşatılmış, daha törpülenmiş, daha kabul edilebilir hale getirilmiş oluyor.
Zaten toplumun içinde bunlar olmasa, senaristin, yazarın aklına bile gelmez.
Onu hikâyeye sokan toplumun ta kendisi.
İşte bugünkü manşetimiz.
Bülent Arınç'ın dizileri ensestle suçlamasının mürekkebi kurumadan gelen habere bakın.
Bir amca, amca derken lafın gelişi yaşından başından ötürü amca dediğimiz biri değil, özbeöz amca, babanın erkek kardeşi olan amca, yeğeniyle yani ağabeyinin kızıyla evleniyor.
Öyle kaçak göçek bir iş değil.
Nikâhı basıyor.
Yeğenini karısı yapıyor.
Aile durumu öğrenince de kaçıp sırra kadem basıyorlar.
Bir de oraya çıkıyor ki, yasalar bunu belirleyip nikâhı engellemeye uygun değilmiş.
Hadi bakalım söyleyin şimdi bana, bu kadarı hangi dizide var!
Hangi senarist bu kadar uçmuş!
Ne diyecek şimdi muhafazakârlarımız bu işe?
Aslına bakarsanız bunları herkes biliyor, herkes duyuyor.
Muhafazakâr geçinenlerin asıl kızdığı bunlar değil, kızılan bunların duyulması.
Gizli saklı ne olursa olsun ama bu toplumsal gerçekler bilinmesin!
Kol kırılsın yen içinde, ensest kalsın aile içinde.
Kimbilir belki de bizim bastığımız kocası tarafından bıçaklanmış kadın fotoğrafı da bu kadar büyük tepki görmüştü.
Herkesin bildiği ama sakladığı bir gerçeği gözlere soktuğu için.
Ama bakın Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Sempozyumu'nda konuşan Doç. Dr. Barış Bulunmaz, Habertürk'ün yayınladığı bu fotoğrafın Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesi Yasası'yla ilgili süreci hızlandırdığını açık açık söyledi.
Bazı şeyleri görmezden gelmemiz, onların olmadığı anlamına gelmiyor.
Sadece vicdanımızın rahatsız olmasını engelliyor.
O nasıl bir vicdansa!
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
İnsanın içinde gerçekten insan bulunduğu zaman.