Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        BU yazıyı ve bu başlığı Türkiye Futbol Federasyonu Disiplin Kurulu’nun aldığı “kararlardan” sonra yazmıyorum.

        O kararlar olsa da olmasa da, alınsa da alınmasa da futbol öldü Türkiye’de.

        Trabzon’da yaşananları gördünüz.

        Bu futbol mu?

        Avni Aker benzetme falan değil olmuş tam bir cehennem.

        Değil futbol oynamak, sahaya çıkmak akıl işi değil.

        Trabzon taraftarı futbol taraftarı olmaktan çıkmış, başka bir yerde.

        Tribünler sahaya indi inecek.

        Şenol Güneş sahanın içinde taraftarı yatıştırmaya çalışıyor.

        Sanki 4 gün önce o demeçleri verip, zaten berbat olan ortamı iyice geren başkasıymış gibi.

        Sahada oynanan futbol futbol değil.

        Zokora hakarete uğramış, aşağılanmış, ırkçılığa maruz kalmış.

        Tamam anladık da, o tekme neyin nesi?

        Emre‘ninki ırkçılık da, Zokora‘nınki insanlık mı?

        Ya Colman‘ın vurdukları.

        Zokora‘ya o tekmeden ötürü iki, Colman‘a da bir kırmızı kart vermek gerek eğer oynanan futbolsa.

        Ama hakem de biliyor artık ortada futbol mutbol olmadığını.

        Sarı kartla geçiştiriyor.

        Kimse de bir şey diyemiyor.

        Trabzon yönetimi de bir acayip.

        Fenerbahçe maçlarını ne zaman bu kadar gerseler hep kaybetmişler.

        Ama yine geriyorlar.

        Biliyorum yarın yine gerecekler.

        Haklılar mı, haksızlar mı o ayrı tartışma.

        Fenerbahçe Stadı’nda ve hatta bütün statlarda böyle olaylar olmuyor mu, o da ayrı tartışma.

        “Fenerbahçe’nın sahasında Terim‘in kaşı yarılmadı mı, Hasan Şaş‘ın kaşı yarılmadı mı?” sorusu da ayrı tartışma.

        Mesele o suçlu, bu suçlu, kim suçlu, kim suçsuz meselesi değil zaten.

        “Kim suçsuzsa ilk taşı o atsın” demişler ya, burada herkes taşı atıyor zaten.

        Taşı, tokmağı, meşaleyi, çakmağı, bıçağı, ayakkabıyı. Neyi bulursa.

        Ama ortada olan şey futbol değil, spor değil.

        Yazık, Trabzonsporlu futbolculara da yazık, Fenerbahçeli futbolculara da yazık.

        Oynanan futbol olmaktan çıkınca, Galatasaraylı futbolculara da yazık, Beşiktaşlılara da yazık.

        Hepsine yazık

        Bunu futbol diye, spor diye izleyen bizlere de yazık.

        Biz pazar gününün rezaletini hazmetmeye çalışırken sabaha karşı 02.30’da Futbol Federasyonu’ndan açıklama geliyor.

        Spor programları bitmiş, gazeteler baskıya girmişken.

        Cezalar açıklanıyor.

        Niyeyse gece yarısını 3 saat geçe.

        Sabaha birkaç saat kala.

        Onlar da ölmüş futbolu gömüyorlar. Hem de derine.

        “Şikeci çok şike yok” diyerek.

        “İbrahim Akın’ın yaptığı şike skora etki etti” diyerek.

        “Bunların hepsi şike yaptı” diyerek.

        Ama “Şike yok” diyerek.

        Böyle yönetimlere, böyle taraftarlara, böyle spor yazarlarına, böyle bize, böyle size, böyle hepimize, böyle federasyon.

        Çok bile.

        Türkiye’de futbol öldü.

        Federasyon da tabuta son çiviyi çaktı.

        “Merhumu nasıl bilirdiniz?” diye sormayın.

        Son zamanlarda hiç iyi bilmezdik zaten.

        Yine de Allah rahmet eylesin.

        Referanduma giderse başkanlık gelir

        YENİ Anayasa meselesi gündeme geldiğinden ve komisyon çalışmaları başladığı günden beri merak ediyordum "Ne zaman AK Parti başkanlık sistemini tartışmaya açacak?" diye.

        Çünkü bana göre kaçınılmaz bir durumdu.

        AK Parti'nin yeni Anayasa'dan en büyük beklentisi ve belki de tek muradı "başkanlık sistemi" olmalıydı.

        Buna en ufak bir kuşkum yoktu, çünkü daha önce de Türkiye'de başkanlık sistemi tartışmaları 2004 yılında benim yazdığım bir yazıyla başlamıştı.

        Yerel seçimler öncesi Başbakan Erdoğan'la Diyarbakır'a seçim gezisine gidiyorduk.

        Özal'dan kalma, Başbakanlık Gulfstream'i vardı o zamanlar ve uçaktaki tek gazeteci bendim.

        Uçakta Başbakan Erdoğan'la sohbet ederken "Başkanlık sistemi nasıl olur?" diye sormuştu ve ben de bunu yazınca haftalarca Türkiye'nin gündemini işgal etmişti konu.

        Sonra da fikir olarak hep konuşuldu ama AK Parti'nin gönlünde yatan aslanın bu olduğunu hepimiz biliyoruz.

        Ve ben eminim ki, uzlaşma olsun veya olmasın AK Parti Anayasa'ya bunu koyacak.

        Bırakın başkanlık sistemi meselesini, zaten diğer konularda da uzlaşma olmayacağı için, AK Parti kendi Anayasa taslağını Meclis'e getirecek.

        Hakkı yok mu buna?

        Var elbet.

        Yüzde 50 almış bir parti, Anayasa taslağını, eğer Meclis'te de bir uzlaşma sağlayamıyorsa genel kurula getirir.

        Yandan bir destek bulursa onu da en azından referanduma götürür.

        Ve eğer referanduma giderse, başkanlık sistemi yüzde yüz kabul görür.

        Bence bundan sonraki meselemiz başkanlık sistemini içeren bir Anayasa'nın veya ilgili maddenin referandum için gerekli 330 oyu bulup bulamayacağı.

        Buldu mu bilin ki, bir başkanımız olacak.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Güneşin doğduğunu fark etmeyenler horozu erken ötmekle suçlamadığı zaman.

        Diğer Yazılar