Aziz Yıldırım'ın stratejik dehası
DAYANAMADIM.
Ben de yazacağım.
Hatta yazıyorum.
Alın okuyun.
Ciddi bir mesele var ortada.
Fenerbahçe'yi cemaat mi yaktı; cemaat Fenerbahçe'yi ele geçirmek istedi ama Aziz Yıldırım'dan ötürü geçiremeyince Fenerbahçe'yi bitirme operasyonu mu başlattı?
Peşin peşin söyleyeyim.
Bu soruların hiçbirininyanıtını bilmiyorum.
Ne Fenerbahçe'ye yakınım, ne cemaate ya da yeni tanımıyla "hizmet"e.
Her ikisinde de sevenim var, sevmeyenim var.
Sevdiğim var, sevmediğim var.
Her ikisinin de bildiğim, tanıdığım kadarıyla beğendiğim yanları var, beğenmediğim yanları var.
Ama ikisinin de yapısını bilmiyorum.
"İddialı olacak" kadar bilmiyorum en azından.
Ama bildiğim bir şey var.
"AZİZ YILDIRIM ÇOK BÜYÜK ADAM, ÇOK BÜYÜK BİR STRATEJİST."
Biliyorsunuz, şike operasyonu başlayana kadar ne Aziz Yıldırım'ın, ne de diğer Fenerbahçelilerin "Burayı ele geçirmek istiyorlar" diye bir haykırışı falan yoktu.
Fenerbahçe'nin de şimdilerde pek büyük kıvançla iddia edildiği gibi "Cumhuriyet değerlerini bir tek biz koruyoruz" gibisinden bir iddiası falan da yoktu.
Hatta Aziz Yıldırım'ın yönetim kurulunda Büyükşehir Belediye Başkanı'nın oğlu Hüseyin Topbaş vardı; AK Parti'ye oldukça yakın bir isim olan hatta otomobilinin plakası AK olan Cihan Kamer de yer alıyordu.
Başbakan Erdoğan, Aziz Yıldırım'a, "Şunu da al" dese Aziz Yıldırım onu da alırdı.
Çünkü Yıldırım, o günlerde Başbakan'a yakınlığıyla da övünüyordu.
Hatta bazı meselelerde arabuluculuk yaptığı söylentilerini de yalanlamıyor, tam aksine bundan hoşlanıyordu.
Ne zaman ki, "şike dosyası" açıldı, ortaya bir cemaat iddiası atıldı.
Oysa soruşturmayı kim yaparsa yapsın; savcılar, hâkimler ister cemaate yakın olsunlar ister başka birine, ortada çok basit bir iddia vardı.
"Şike yapıldı mı, yapılmadı mı? Bu işler için çeteleşildi mi, çeteleşilmedi mi?"
Ama Aziz Yıldırım'ın dehası burada hemen devreye girdi.
Bu sorulara yanıt vermektense, farklı bir savunma içine girdi.
Önce herkesi suçladı, sonra "Biz Cumhuriyefin takımıyız, biz Atatürkçüyüz, biz modern Türkiye'yi temsil ediyoruz" diyerek, dedirterek olayı başka bir yöne saptırttı.
Ortam bulandırıldı, kafalar karıştı, Türkiye'nin her yerine egemen olan cepheleşme buraya taşındı.
Oysa soru ve sorun basit:
"Beyefendi, şike yaptınız mı, yapmadınız mı? Bu mafyatik adamlarla niye birliktesiniz? Neden patates hatlı telefon kullanıyorsunuz? '20 bin lira gelirim var' diyorsunuz ama kulübe milyonlarca dolar aktardığınızı söylüyorsunuz. Bu para nereden geliyor?"
Bu sorulara yanıt vermektense "Cemaat Fenerbahçe'yi ele geçirmek istiyor" demek bir yanıt değildir.
Farz edelim ki, bu soruyu cemaat sorduruyor.
Ne fark eder.
Soru mu önemli, soran mı?
Oldum demekle olmuyor
YABANCI bir bankacı dostum var.
Zaman zaman ekonomiyle ilgili görüşlerini de aktarıyorum bu köşede.
Sık sık Türkiye'ye geliyor.
Dün aradı yine.
"Herhalde ekonomiyle ilgili bir bilgi verecek" dedim.
Değilmiş.
Dedi ki: "İstanbul'u finans merkezi yapacaksınız değil mi?"
"Evet öyle bir proje var" dedim.
"Nah yaparsınız" anlamında bir yanıt verdi.
"Ne oldu?" dedim.
Anlattı. Birkaç kişi birlikte.
Haliyle özel uçaklarıyla gelmişler.
"Eskiden Atatürk Havalimanı'na iniyor, oradan kaldığımız Çırağan veya Ritz Otel'e geçiyorduk. Yarım saatte. Son 4 gelişimizde Atatürk bize iniş izni vermedi ve bizi Asya tarafında bir havalimanına yönlendirdiler mecburen. Oradan otelimize ilk seferinde 2.5 saatte geldik. İkincisinde trafik rahattı 1.5 saatte geldik. Dün ise 4 saate yakın yollarda süründük. Bundan sonra gelişimizde otel bizi helikopterle transfer edelim diye uyardı. Yarın finans merkezi olsanız günde en az 200 tane özel uçak gelecek ve siz bunları koyacak yer bulamayacaksınız" dedi.
"Ama finans merkezi karşı tarafta olacak, daha rahat gidersiniz" dedim gülerek.
"Ama güzel otellerinizin hepsi bu tarafta. O zaman otelleri de karşıya taşıyın" dedi.
Anlayacağınız finans merkezi oluyorum demekle olunmuyor.
Öyle bir altyapı gerekiyor ki, hayalinizin ötesine taşıyor.
Uludere'de haklı bir talep
İÇİŞLERİ Bakanı İdris Naim Şahin açıkladı.
"Uludere'de bombalama emrini bir general verdi."
Eeee yani?
Elbette bu emri bir general verecek.
Sonuçta Moskova'ya atom bombası atmıyoruz ki, emri Başbakan versin.
Her ülkede böyledir.
Afganistan'da, Irak'ta Predatorlar pek çok sivili vurdu.
Her birinde emri Başkan Obama mı verdi?
Zaten mesele emri kimin verdiği, yetkinin ve sorumluluğun kim tarafından kime devredildiği değil ki?
Kimse bu işten dolayı hükümetin düşmesini falan da istemiyor.
İstenilen şey son derece basit.
"Doğru düzgün bir soruşturma yapılsın. Bu hata nasıl ve neden yapıldı ortaya çıkarılsın. Kötü niyet var mı, aksaklık nerede, kim kimi yanılttı... Neler eksik, neler fazla yapıldı anlaşılsın. Eğer tüm bu süreçlerde hata yapan biri veya birileri varsa hesabını versin."
Yani her hukuk devletinde olan ve olması gereken isteniyor.
Bunlar yapılsın ki, bunun gerçekten bir yanlışlık olup olmadığı ortaya çıksın, yanlışlıksa bir daha yapılmaması için gereken prosedürler geliştirilsin, kasıt varsa hesabı sorulsun.
Bunu yapmanın çok da zor bir şey olduğunu zannetmiyorum.
Hele hele bu dönemde!
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Hesap vermeyen demokrasi olmayacağını anladığımız zaman.