Uzun bir yolculuk
Cumartesi günü.
Bir gün sonra eşimin doğum günü.
Pazar sabah erkenden Başbakan Erdoğan‘ın Meksika gezisi için yola çıkacağımız için doğum günü kutlamasını cumartesi yapmak için hazırlanmışız.
Saat 3 gibi cep telefonuma bir mesaj.
Başbakanlık Basın Müşaviri Lütfullah Göktaş‘tan. “Program değişti. Yola bu akşam çıkıyoruz.” Hem de Ankara’dan.
Eyvah ki, ne eyvah.
Bütün planlar altüst.
Asistanım Gülay, Ankara uçağı için bilet bulmaya çalışıyor.
Ben de uçağa yetişmeye.
Neyse sonunda Ankara’ya gitmek üzere uçağa biniyorum ve Ankara’dan da Başbakanlığın Ana uçağı ile Meksika için havalanıyoruz.
Yolculuk hayli uzun.
Airbus 319’un menzili yetmediği için önce 6.5 saat İzlanda’ya uçuyoruz.. Oradan da 6 saat uçarak Chicago’ya.
Chicago’da Rockford diye küçük bir havaalanına iniyoruz ikmal için.
Uçaktan inip bekleme salonuna geçiyoruz.
Telefonum çalıyor. Kızım Babalar Günü’mü kutlamak için aramış. Bir yandan da annesinin doğum gününde ne kadar eğlendiklerini anlatıp benimle dalga geçiyor.
Başbakan Erdoğan da hepimizin Babalar Günü’nü kutluyor.
Biz de onunkini.
Ama o bizden şanslı. En azından çocuklarından biri, Sümeyye Erdoğan yanında.
KENDİNİ YAKAN YAYIN YÖNETMENİ
Bu arada Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak tırım tırım sigara içebileceği bir köşe aranıyor.
Havaalanının müdürü Amerikalı Şafak‘ı piste çıkarıyor “Burada içebilirsiniz” diyor.
Birkaç dakika sonra Şafak geri geliyor.
Oldukça neşeli olan ve herkese takılan Başbakan, Şafak‘ın sigaradan döndüğünü fark edince takılıyor.
Ve Erdal Şafak orada kendi kendinin kurbanı oluyor.
Başbakan’ın sigara bıraktırma kampanyasının ne kadar başarılı olduğunu anlatıyor sanki kendi içmiyormuş gibi ve son bir adım öneriyor.
“Paketlerin üzerine ‘Ayıplı mal’ yazalım” diyor.
Öneri Başbakan’ın hoşuna gidiyor.
“Hemen başlayalım” diyor ve Şafak‘ın paketini alıp kendi eliyle üzerine “Ayıplı mal” yazıyor.
Sonra da “Sigrayı bıraktım. 17.06.2012” yazıp Erdal Şafak‘a imzalatıyor.
Herkes gülerken Maliye Bakanı Mehmet Şimşek “Yine vergiden olduk” diyor ama Erdoğan‘ın kendisine fırlattığı bakışı görünce “Eh, artık başka bir yerden çıkarırız” demek zorunda kalıyor.
Chicago’dan sonra yaklaşık 5 saat daha uçarak Meksika’nın Los Cabos bölgesine geliyoruz.
Tam 23 saat sürmüş oluyor toplam yolculuk.
Los Cabos dediğin yer bir tatil beldesi.
California’nın alt uzantısı. Baja denilen sahilde.
Bizim Antalya’nın az gelişmişi.
Hafiften Sharm el Şeyh’i andırıyor.
Yan yana oteller.
Okyanus kıyısına dizilmişler.
İnanılmaz bir güvenlik önlemi alınmış G-20 toplantısı için.
Başbakan’ın konvoyu otele gelirken üzerinden 3 helikopter koruma amaçlı uçuyor.
Yollarda arkası Robocop polislerle dolu polis kamyonetleri ve kamuflajlı giysileriyle asker taşıyan Humvee’ler devriye geziyor.
Otele gelip yerleşiyoruz.
Başbakan akşam katılacağı yemeği iptal ediyor. Çünkü liderlerin büyük bölümü henüz gelmemiş.
Düşük katılımlı yemeğe gitmek istemiyor ve dinlenmeyi tercih ediyor.
İyi de yapıyor, çünkü hepimiz bitkiniz.
YABAN ELLERDE BOĞULUYORDUM
Ben mayoyu giyip plaja iniyorum.
Bir görevli “Daha yaz tam olarak gelmedi. Havalar ısınmadı” derken termometre 37 dereceyi gösteriyor.
Enis Berberoğlu ve Ekrem Dumanlı kendilerini gym’e atıyor, ben ise düzenli dalgaların kıyıya vurduğu Pasifik’e atıyorum kendimi.
Biraz yüzüp kıyıya dönmek istiyorum.
Ne mümkün. Kıyıya yüzüyorum, tam vardım dediğim anda dalgalar beni yeniden uzağa çekiyor.
15 dakika kadar kıyıya varmak için debeleniyorum.
Kıyıda kimse yok. Cankurtaran bile.
“Los Cabos’ta boğulan Türk gazeteci” haberleri gözümün önünden geçiyor.
Gülüyorum kendi kendime.
Sonunda bir formül geliştiriyorum aklımca.
Kendimi dalgalara bırakıyorum.
10 dakika sonra dalgalar beni kumsala atıyor.
Haber olmaktan kurtuldum.
Havuz başındaki görevliye gidiyorum “Niye cankurtaran yok?” diye bozuk atmaya.
“Kırmızı bayrak varken cankurtaran olmaz çünkü aklı olan kimse okyanusa girmez o zaman” diyor.
Bakıyorum gerçekten kumsalda minik bir kırmızı bayrak var. Güzelce saklamışlar ki görmeyelim.
“Asıl o zaman cankurtaran lazım” diyorum.
Otel, devlet ve hükümet başkanlarıyla dolu.
Her yanda korumalar.
Güney Kore Devlet Başkanı en yoğun korunan başkan gibi görünüyor.
Otelin tatil atmosferi ile eli silahlı, takım elbiseli korumalar ve devriye gezen askerler ciddi bir tezat yaratıyor.
Burada yapacak fazla bir şey yok. Siz bu satırları okurken ben yine Meksika güneşi altında uzanmış olacağım. Başbakan Erdoğan ve heyeti ise bu sıcakta koyu renk takımlarıyla önce Putin sonra Obama ile görüşüyor olacaklar.
İki gün buradayız. Sonra 12 saatlik bir yolculukla Rio de Janeiro’ya geçeceğiz.
Bu gazetecilik de zor iş doğrusu.
Türkiye değişti sendika değişmedi
GEÇEN hafta THY'den atılan 305 kişiyle ilgili yazdım. Ama baktım ki, bir şeyi unutmuşum.
Onca insanın işsiz kalmasına neden olan sendikayı. Hava İş'i.
Eylemi yaptıran Hava İş Sendikası onca insan işinden olduktan sonra sessiz.
Başkanları Atılay Ayçin araziye uydu.
Düşündüm de, bu Atılay Ayçin benim çocukluğumdan beri Hava İş Başkanı.
Tam 23 yıldır o görevde.
O zamandan beri Türkiye'de Özal başbakan olmuş. Yıldırım Akbulut başbakan olmuş. Mesut Yılmaz başbakan olmuş. Demirel başbakan olmuş. Çiller başbakan olmuş. Erbakan başbakan olmuş. Ecevit başbakan olmuş. Abdullah Gül başbakan olmuş. Üç dönem de Erdoğan başbakan olmuş.
Her şey değişmiş, Atılay Ayçin değişmemiş.
Ne başarılı adam, ne istikrarlı sendika...
12 Eylül öncesi
THY yazımdan sonra halktan gelen tepkiler ilginçti.
Pek çok kişi "Çalışanlar haksız. Halkı perişan eden eylem mi olur" dedi.
Hele hele bazıları "12 Eylül öncesine mi dönelim. 12 Eylül öncesi her yerde grev vardı. İşler yürümüyordu. O günleri mi özlüyorsunuz?" dediler.
Bir yandan 12 Eylül'le hesaplaşıyoruz, diğer yandan "12 Eylül öncesine mi dönelim" diyorlar.
Komik.
Hani demokrasi arıyorduk biz!
Yalan mıydı?
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Demokrasiyi işimize geldiği gibi aramadığımız zaman.