Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        GÜNEYDOĞU ve terör meselesini bilmeyenler, izlemeyenler, bölgeyi hayatında bir kez bile görmemiş, gitmemiş olanlar ahkâm kesiyorlar.

        "Güneydoğu Anadolu 1990'lara döndü."

        Bu cümle ya cehaletten kaynaklanıyor olabilir ya da kötü niyetten.

        Güneydoğu'da 1990'ların ilk yarısına dönüş falan yok.

        PKK'nın bölgedeki hâkimiyeti 1990'ların ilk yarısıyla kıyas kabul etmeyecek kadar geride.

        Diyeceksiniz ki: "İyi de sizin muhabirinizin bile yolu kesilmiş."

        Evet kesildi ama bu bir şey ifade etmiyor. Bırakın Doğu'yu, Güneydoğu'yu, dağın başını, İstanbul'da bile bir yolu birkaç dakikalığına keser, durdurduğunuz kişilere bir şeyler anlatır veya öldürür, sonra da kaçabilirsiniz.

        Bu durum İstanbul'da devlet hâkimiyetinin ortadan kalktığını göstermez.

        1990'ların ilk yarısında Güneydoğu Anadolu ve Doğu Anadolu'daki manzara çok farklıydı.

        PKK bırakın kırsalı, kentlerde, ilçelerde hâkimiyet kurmuştu.

        Her yerde cirit atıyor, asker ve özel harekât polisleri kendi bulundukları yer dışında terör örgütüne bir üstünlük kuramıyorlardı.

        PKK kendi düzenini kurmuş, kendi yasalarını uygular hale gelmişti.

        Ortalık yerde halk mahkemeleri kuruyor, yargılamalar, infazlar yapıyordu.

        Devlet belirli noktalara hâkimdi ve bu noktaların dışında kesin bir PKK hâkimiyeti vardı.

        Bugün çok şükür böyle bir durum yok.

        Terör elbette var, çatışma elbette var.

        Ama o günlerle karşılaştırılacak bir durum yok. Mücadelede bir zafiyet gösterilirse yine o günlere dönülebilir ama bir zafiyet emaresi de görünmüyor.

        PKK'nın daha aktif hale gelmesi, mücadeledeki zafiyetten değil, PKK'ya dış desteğin yeniden artmış olmasından kaynaklanıyor. Başka bir şeyden değil.

        Kaçırıldı mı, toplantıya mı gitti?

        HÜSEYİN Aygün'ün kaçırılıp serbest bırakılmasından sonra bende oluşan hissiyat şu:

        Aygün kaçırıldı mı, yoksa gönüllü olarak mı gitti?

        Aygün rehin mi alındı, yoksa PKK'lılarla toplantı mı yaptı?

        Bu sorularımın yanıtlarını samimi olarak veremiyorum.

        Bantları sızdıran terörü hortlattı

        "TERÖRÜN yeniden hortlamasından, yeniden azmasından kim sorumludur?" sorusu soruluyor sürekli.

        Suriye deniyor, İran deniyor, İsrail deniyor.

        Hepsi ve daha fazlası da vardır ama asıl sorumlu kimdir biliyor musunuz?

        Oslo görüşmelerinin bantlarını basına kim sızdırdıysa, PKK'nın yeniden hortlamasının "asıl sorumlusu" odur.

        Bunu kim yaptı bilmiyorum.

        İngiltere mi, Amerika mı, İsveç mi, başkası mı bilemem. Ama o bantlar "bilinçli" olarak sızdırıldı.

        Oslo görüşmeleri, terör sorununun çözümü yolunda önemli bir süreçti.

        Süreç devam ederken birileri, "Türkiye bu sorunu çözmesin. En azından şimdilik çözmesin" kararı verdi ve bantları ortaya döktü.

        Niye mi?

        Türkiye'nin tavrının ne olacağını biliyorlardı da ondan.

        Görüşmeler ortaya çıkınca Türk hükümeti "beklenen" tepkiyi gösterecek ve görüşmeler kesilecekti.

        Nitekim tam da öyle oldu.

        Görüşmeler kesildi.

        Bu arada PKK'ya da eylemleri artırması talimatı verildi.

        Eylemler de artınca çözüm arayışı bir anda askeri güce yüklendi ve sorunda yeniden başa dönüldü.

        O bantları sızdıran kimse, kararını vermişti.

        Türkiye ile yola devam etmek istemiyorlardı.

        Bölgede Türkiye'nin etkin güç olmasına izin vermeyeceklerdi.

        Çünkü Türkiye'yi güvenilir, yeterince bağlı ve sadık görmemeye başlamışlardı.

        Tam aksine Türkiye'nin izlemesi muhtemel politikalarını "öngörülemez" bulmaya başlamışlardı.

        Bu yüzden şimdi güneyimizde "Geniş Kürdistan" konuşulmaya başlandı.

        Bunun kararı, bantlar sızdırılmadan önce alınmıştı.

        Eğer o bantlar sızdırıldığında Türkiye'de hükümet, "Evet görüşüyoruz ve görüşmeye de devam edeceğiz" diyebilseydi konu buralara gelmezdi.

        Ve görüşmelere yönelik toplumsal ve siyasi tepki de beklendiği kadar yüksek olmamış, tam aksine destek verenler çoğunlukta olmuştu.

        Biraz cesaret, biraz kararlılıkla tezgâh bozulabilirdi.

        Garanti Bankası bu işi yapar

        TEKE Tek'te Olimpiyat Şampiyonumuz Aslı ve eşi İhsan Alptekin'i konuk ettim.

        Pırlanta gibi iki genç.

        Başarıya beraber koşmuşlar.

        Harika bir elektrikleri var.

        Bilgili, akıllı, hırslı bir ikili.

        Özellikle Aslı çok etkileyici.

        Kendisini sevimsiz hale getirmeyen bir hırsı var.

        Zaten o hırs olmasa olimpiyat şampiyonu olmak imkânsız.

        Antrenman programları akıl dışı.

        Antrenmanlarda her hafta toplam 180 kilometre koşuyormuş Aslı.

        Yarış dönemleri hariç bu tempo sürekli. Yılda en az 350 gün bu şekilde antrenman yapıyor.

        Ve Kütahya'da eşiyle birlikte geleceğin olimpiyat şampiyonu olmaya aday onlarca genci de eğitiyorlar.

        Tek eksikleri var, Kütahya'da bir tartan piste sahip olmamaları.

        Toprak bir pist var ama tartan yok.

        Aslı'nın sponsoru Garanti Bankası'nın Genel Müdürü Sevgili Ergun Özen'den bir talebim var.

        Kütahya'daki bu pisti tartana çevirme işini Garanti Bankası yapsın.

        1 milyar TL'nin üzerinde 6 aylık kârları var. Buradan bir tartan pist çıkar.

        Oradan da yeni olimpiyat şampiyonları. Ve belki de Aslı'nın hedeflediği 3.50'lik dünya rekoru.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Spora ve sporcuya destek lafta kalmadığı zaman.

        Diğer Yazılar