Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ABDULLAH Gül, Meclis'in açılışında öyle bir konuşma yaptı ki, bir çuval inciri berbat etti.

        Aslında Gül'den böyle bir çıkış beklememek saflık olurdu.

        Çünkü pazar günkü AK Parti Kongresi, partinin gelecek planları içinde Gül'ün pek de yer almadığını ve Gül'ü güzel bir emekli Cumhurbaşkanlığı döneminin beklediğini gösterir nitelikteydi.

        Üstelik AK Partililer Gül'e Cumhurbaşkanlığı'nın "verilişini" öyle çok tekrarlamışlardı ki, iş artık rencide edici boyuta varmıştı.

        Bütün bunlar karşısında Gül'ün suskun kalması beklenemezdi.

        O da çıktı konuştu.

        Gül'ün sözlerinin TBMM'de AK Partililerden çok CHP ve MHP'liler tarafından alkışlanması aslında boşuna değil.

        Çünkü Gül, çok önemli taktiksel bir konuşma yaptı.

        Türkiye'deki "endişelilere" yönelik bir konuşmaydı.

        Sadece endişeli modernlere değil, aynı zamanda endişeli muhafazakârlara, endişeli milliyetçilere ve endişeli Kürtlere yönelik bir konuşmaydı.

        Sadece AK Parti muhaliflerini değil, AK Parti'ye oy vermiş, veren, verecek olan ama birtakım kaygılar da taşıyanlara yönelik bir konuşmaydı.

        AK Parti'ye destek veren ama zaman zaman bu desteğini sorgulama ihtiyacı hisseden, desteğini çekebilecek olan ve çekenlere yönelik bir konuşmaydı.

        İlk döneminde AK Parti etrafında toplanan, bu destekle AK Parti'ye en azından uluslararası alanda ve düşünce camiasında "zaman ve prestij kazandıran", ama zamanla "Yanlış mı yaptık?" diyenlere yönelik bir konuşma yaptı Cumhurbaşkanı.

        "Ben farklıyım ve bugün yapılan her şeyi onaylamıyorum" dedi Cumhurbaşkanı.

        Gül bu kez mesajını vermek için Ahmet Sever'i değil, doğrudan doğruya TBMM kürsüsünü kullandı.

        Dün Ahmet Sever'e kızanlar acaba şimdi TBMM kürsüsüne mi, yoksa oradaki mikrofona mı kızacaklar merak ediyorum.

        1982'yi hatırlamıyor musunuz, hiç mi bilmiyorsunuz!

        AK Parti Kongresi'nde beni en çok şaşırtan olay neydi biliyor musunuz?

        Katılımcı kitlenin siyasi tarih bilgisinden bu denli yoksun olması.

        Yok yok, Barzani'nin alkışlanmasından falan söz etmeyeceğim.

        Barzani alkışlanır, alkışlanmaz, karışmam. Hatta alkışlanmasını da normal karşılarım.

        Çünkü bugün arada Barzani'nin Kürdistan'ı olmasa, Irak'la kapışma olasılığımızın yüksekliği nedeniyle Barzani'nin arada tampon olmasından mutluyum.

        Sırf bu yüzden bile alkışlanabilir Barzani.

        Benim anlamadığım başka bir alkış.

        "Emin Cemayel alkışlanmaz" demiyorum. Onu da alkışlayanlar olabilir, ama önce Halid Meşal'i çılgınca alkışlayıp ardından Emin Cemayel'i alkışlamak nasıl bir "hissiyat" ya da nasıl bir "bilgisizliktir".

        Bilmem hatırlar mısınız, 1982'de hem de 1982'nin Eylül'ünde, yani tam 30 yıl önce bugünlerde Filistinliler, tarihlerindeki en büyük katliama maruz kaldılar.

        Sayıları tam bilinmemekle birlikte 3500'e yakın Filistinli erkek, kadın ve çocuk, Beyrut'taki iki mülteci kampında, Sabra ve Şatilla'da öldürüldüler.

        Bu büyük katliamı gerçekleştirenler İsrailliler değildi.

        3500 Filistinliyi öldürenler, Beşir Cemayel'in Falanjistleriydi ve o öldürülen Beşir Cemayel'in yerine Falanjistlerin başına 1 ay sonra geçen kişi de Emin Cemayel'di.

        Cemayel'in Falanjist arasından çıkan "Kataib Grubu", İsrail tarafından enterne edilen iki mülteci kampına İsraillilerin kontrolü ve desteğiyle girdiler ve 3500 kişiyi öldürdüler.

        Olayın görgü tanıklarından biri, kampa yaptığım ziyaret sırasında o günü anlatırken, "Efsane gerçek olmuştu. Şurada gördüğünüz iki cadde kan nehri gibi akıyordu" demişti.

        Bu yüzden merak edilorum, "ezilmiş Filistin halkının" lideri diye Meşal'i alkışlayanlar, 1982'yi hiç mi hatırlamazlar ki Cemayel'i de alkışlarlar.

        Ya da 1982'yi hatırlamayanlar, 1960'ı nasıl bu kadar net hatırlarlar?

        Akreditasyon meselesi

        BAZI gazetelerin AK Parti Büyük Kongresi'ne akredite edilmeyişleri için Hüseyin Çelik bir açıklama yaptı.

        Dedi ki: "Onlar bizim genel merkezimizde yaptığımız toplantıları hep protesto ettiler. Biz de onları kongremize davet etmedik. Evimize gelmeyeni düğünümüze niye davet edelim."

        İlk bakışta haklı ve yerinde bir "mantık" gibi duruyor.

        Hiçbir itirazım yok.

        Ammmaaa...

        Yıllarca başka kurumların yaptığı benzer akreditasyon uygulamalarını eleştirip bu akreditasyonlardan dolayı mağdur olan "İslamcı medyanın" haklı tepkilerine destek veren bir partinin nedeni ne olursa olsun böyle bir uygulama yapmaması gerekirdi.

        Hele hele o kongrede en fazla kullanılan cümle "ileri demokrasi" ise.

        Alex meselesi

        YILLAR önce benim "Fenerbahçe'ye gelmez" dediğim ve yanıldığım Alex, Fenerbahçe'ye geldi. 9 yıl boyunca en üst düzeyde hizmet etti ve şimdi de gitti.

        Gitti ama büyük hasar yaparak.

        Oysa bu iş çok rahat bir şekilde doğru düzgün bitebilirdi.

        Aykut Kocaman sezon başında yönetime, "Bu yıl Alex'i oynatmayacağım" diyebilirdi.

        Yönetim de Aykut'un bu tavrını onaylarsa sezon içinde takım karışmasın diyerek Alex'le oturup konuşur ve sezon başlamadan Alex doğru düzgün bir şekilde takımdan ayrılır ve giderdi. Hatta giderken de heykeli dikilir, onore edilmiş bir şekilde ayrılırdı.

        Fenerbahçe de sezonun ortasına yaklaşırken durduk yerde karışmazdı.

        Ama böyle yapmadılar.

        Alex'i takımda tuttular.

        Heykelini diktiler.

        Heykelini diktikten 2 hafta sonra da arkasına teneke bağladılar.

        Tam bizim memlekete yakışır bir durum.

        Bunu yaparken de Alex'i itibarsızlaştırarak geçmiş 9 yılı da berbat etmek için ellerinden geleni yaptılar.

        Fenerbahçe emrindeki kalemlere, "Gollere güldü. Takım yenildi, o sevindi. Başkan konuşurken oturdu" gibi abuk sabuk haberler yaptırarak Fenerbahçe'ye gelmiş en iyi futbolculardan birini ve tüm futbolseverlerin saygısını kazanmış bir adamı "rezil etmeye" çalıştılar.

        Alex'in gönderilişi başından sonuna kadar bir "utançtır".

        Galatasaray'ın Lucescu'ya yaptığından bile daha büyük ayıptır.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Doğum günü pastalarındaki her bir mum boşuna yanmadığı zaman. B.G.

        Diğer Yazılar