Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        TÜRKİYE'de en zor zanaat samimi olmaktır.

        Emin olun böyle.

        En kolayı yüzünüze bir maske takacaksınız. En azından "kamusal alanda".

        Plastip Şov bebekleri gibi dolanacaksınız ortada.

        Kendinize bir hedef kitle seçeceksiniz.

        O kitlenin en hoşuna gidecek maskeyi bulacaksınız ve hep o maskeyle dolaşacaksınız.

        Ne gerçek duygularınızı söyleyeceksiniz, ne gerçek fikirlerinizi.

        Hedef kitlenizin beklentileri neyse inanmasanız da, o gün için size doğru gelmese de o lafları Söyleyecek, o duyguları taşıdığınızı ifade edeceksiniz.

        Dün, Bitlis-Batman arasında bir yerlerde öldürülen kadın teröristincebinden düşen not defterini okurken ağladığımı yazdım.

        Hak verenler, duygumu paylaşanlar da oldu elbet ama yediğim küfrün haddi hesabı yok.

        Dedim ya samimi olmayacaksınız bir.

        Kandan yana olacaksınız iki.

        "Şehitler için ağlamazsın değil mi it" demiş biri.

        Onlar için de ağlarım.

        Onlar için daha çokağlarım.

        Terörist için bir kez ağladım ama şehitler için her seferinde ağlarım.

        Ama biri için üzülmem, öbürü için de üzülmemi engellemez.

        Düşünsenize Türkiye'de ne çok ana, ne çok baba var bir evladı askerde, diğer evladı dağda olan.

        O baba, hangi evladı ölse üzülür.

        Terörist evlat kendi seçiminden dolayı öldüğü, asker ise mecburen öldüğü için farklıdır elbet ama baba için çok fark edeceğini zannetmem.

        Bakın yıllarca terörle mücadele etmiş bir "askerin" yazdığı mektuba, ne diyor:

        "Sayın Fatih Altaylı,

        Ben de 1990'lı yılların 2. yarısında bölgede askerlik yaptım, bir tim komutanı olarak. Ben de günlük tuttum. Çoğu zaman günlüklerim yaşlarla dolardı. Gözümü yaşartan, bir köye girdiğimizde küçük

        çocukların bize korku ve endişe dolu ile bakışlarını defterime yazdığım anlardı. Her zaman kendime şunu sorardım: 'Ben de o çocukların yerinde olabilirdim' ve 'Olsa idim ne olurdu acaba?'. Çünkü çok iyi biliyorduk ki biz gittikten sonra PKK'lılar gelecekti köye. 'Askere ne söylediniz?' diye.

        Dolayısıyla iki taraf arasında kalan bir çocuğun seçimi ve sonrasında da ölüm oluyorsa evet biz bundan sorumluyuz. O zaman hissetmiştim bu duyguyu, ki vicdani olan da bu.

        Bölgede çalışan herkes bu duyguyu hisseder, çünkü gerçek gerçektir ve gerçek olan bir şey vardır ki, o bölgede olan ister asker olsun ister PKK'lı bir zamanlar çocuktu ve bu seçim onların seçimi değil."

        İşte duygu budur.

        Ama Türkiye'de samimi duyguları paylaşmak hatadır.

        Doğru olan, hedef kitlenizin sizden beklediğini yazmaktır, söylemektir.

        Yanlış olduğunu, alçakça olduğunu, vicdansızca olduğunu bilseniz de.

        Asla samimi olmamaktır doğru olan.

        18 yaş üst sınır olsun

        YENİ bir tartışmamız var biliyorsunuz.

        Seçilme yaşı da 18'e insin mi?

        Pek çok kişi, "18 yaşında milletvekili olur mu canım?" diyor.

        Haksız değiller.

        Bizde askerliğini yapmayana kız bile vermezler.

        Adam milletvekili olacak, kız istemeye gitse alamayacak. Vekil olmuş ama daha askerliğini bile yapmamış.

        Fakat mevcut duruma bakınca, "18 yaşında da rahat rahat milletvekili, hatta bakan bile olunur" diye düşünüyorum.

        Bana bunu söyletenler ise şu an parlamento çatısı altında bulunan beyefendiler.

        Öyle laflar ediyorlar, öyle cümleler kuruyorlar ki, değil 18, "10 yaşında çocuk bile milletvekili olur" diye düşünüyor insan.

        Evdeki 11 yaşındaki kızımın bile "Savaş çıkacak" haberlerinden ödü patlıyor, savaşın rezaletinin farkında. Korkusunu yatıştırmak için "Merak etme, bizim buralarda bir şey olmaz" diyorum. "Ama herkes burada değil ki, oralarda insanlar ölecek. Onlara yazık. Çocukların olduğu yerlere bile bombalar atılacak. Büyüklere yazık ama çocuklara daha yazık" diyor.

        18 yaşından çok daha büyük milletvekilleri, hatta bakanlar "24 saatte Şam'a varırız" diyorlar.

        Varmasına belki varırsın da, yolda olanlar ne olacak?

        Var mısın en önde gitmeye!

        Hadi gittin.

        Sonra ne olacak bir fikrin var mı?

        Ne yapacaksın Şam'da?

        Tatlı mı alacaksın?

        Hadi onu da aldın.

        Nasıl döneceksin geriye?

        Suriye'yi komple işgal mi edeceksin!

        Hadi ettin.

        Suriye dediğin yerin yarısı Esadcı, yarısı muhalif.

        Türkiye'deki "gayri nizami harbi" kazandın da, bir de Suriye'yi mi halledeceksin?

        Hadi diyelim ki hallettin.

        Kim alacak senden Suriye'nin yönetimini?

        Var mı orada bir uzlaşma.

        Yoksa ardında bugünkünden beter bir iç savaş bırakıp mı geri döneceksin?

        Dedim ya 18 yaşında milletvekili olmak fena fikir diye.

        Emin olun 18 yaşındakiler bu kadar saçmalamaz.

        Hatta acaba "üst limiti" 18 yaş mı yapsak diye de düşünmüyor değilim.

        En azından o yaşlarda vicdanlar hâlâ yerindedir.

        Anladığınız dilden anlatalım

        "SAVAŞ savaş" diye bir tarafını yırtarcasına bağıranlara, onların anladığı dilden anlatalım.

        Bakın arkadaşlar, Türkiye'nin Suriye'ye karşı açacağı savaşın günlük maliyeti 1 milyar dolar civarında olurmuş.

        Uzmanlar öyle diyor.

        Yani 10 gün savaş, 10 milyar dolar. 100 gün savaş, 100 milyar dolar.

        Biliyorsunuz, Türkiye'nin bütçesi 11 milyar dolar açık verince benzine ve her türlü vergilere zam geldi.

        10 gün dahi savaşsak bir o kadar daha zam gelecek.

        Yani otomobil alma hayaliniz zorlaşacak, ev alma hayaliniz zorlaşacak, kredi kartlarınızı ödemeniz zorlaşacak, bedava sağlık hizmeti almanız zorlaşacak.

        İstiyor musunuz savaş!

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Bir bilim adamımız Nobel aldığı zaman.

        Diğer Yazılar