Silivri komedisi
ERGENEKON davası dün de büyük bir rezaletle devam etti.
Dava öyle bir hale geldi ki, Türkiye'deki bir imkânsızı başardı.
Anı potada erimesi mümkün olmayan insanları aynı potada eritti.
Ortaya çok garip bir durum çıkardı.
Sanıklar arasındaki bazı kişileri savunmaya kalksan, aynı sanık sandalyesinde oturan ve aslında 15 yıl önce içeri tıkılmış olması gereken birtakım "karanlık" adamları da savunacaksın.
Bu karanlık adamların içeride olmalarından memnuniyet duysan, orada böyle bir işe asla bulaşması mümkün olmayan adamları da karalamış olacaksın.
Tam bir rezalet.
Mesela Veli Küçük ile Mustafa Balbay aynı potada erir mi, olacak iş mi?
Hepsini aynı potaya koydun mu, olan hukuka oluyor.
Hukukun ayarı düşüyor.
Ya CHP'ye ne demeli!
Dün CHP'li milletvekilleri davayı izlemeye gittiler.
Gayet normal.
Milletvekili arkadaşları da sanık. Ama yukarıda söylediğim iklime onlar da düşüyor haliyle.
Balbay'ı, Haberal'ı savunurken, Veli Küçük'ü de, Kemal Kerinçsiz'i de savunur gibi görünüyorlar.
Hadi onu geçelim.
Dava belki de sırf bu yüzden böyle "tek pota" davası yapıldı.
Ama ya mahkeme salonunda yaptıklarına ne demeli!
Salonda paketlerden pide çıkarıp yemek de neyin nesi?
Ne mesaj vermek istiyorlar anlamadım.
"Biz bu mahkemeye saygı duymuyoruz" mesajı mı?
Yoksa mesaj falan yok da, bildiğin "aymazlık" mı?
Ya son anda bir başka davanın bu davayla birleştirilmesine ne demeli?
Savcının esas hakkındaki mütalaasını vereceği ve mahkemenin son viraja gireceği gün, bir başka dosya bu davayla birleştirildi.
Durduk yerde yeni bir gecikme.
Mütalaa başka bir celseye kaldı.
Davanın bitmesi de en az birkaç ay daha uzadı.
Zaten tartışmalı bir yargılama, daha da tartışmalı hale getirilir mi?
İş mi bu!
Serbest kıyafet güvenlik zafiyeti mi?
OKULLARDAKİ "serbest kıyafet uygulaması" ile ilgili olarak herkes bir şeyler yazıp çizdi.
Kimi doğru buldu, benim gibi kimileri ise yanlış.
Genelde olaya "özgürlükler" açısından yaklaşanlar da vardı...
Benim gibi, "sosyal adaletsizliği" okullarda öğrencilerin gözüne sokacağından endişe duyanlar da. Bizim Rahşan Gülşan ise "Okulda hangi çocuğun zengin, hangi çocuğun fakir olduğu ayakkabısından, çantasından bile anlaşılır. Kıyafet serbestliği bu durumu daha kötüye götürmez" dedi.
Bana mail yollayan bir öğretmen ise konuya bambaşka bir boyut getirmiş.
Güvenlik boyutu.
Bakın ne diyor:
"Sayın Altaylı,
Okullardaki kıyafet serbestliği konusunda dikkatlerden kaçan bir durumu bilginize sunmak istiyorum. İstanbul'da varoş olarak tabir ettiğimiz bir bölgede öğretmen olarak görev yapmaktayım. Geçen gün karşılaştığım bir durum oldukça düşündürücüydü. Rutin olarak yoklama aldığımda sınıfta olması gereken mevcuttan 4 kişi fazla çıkmıştı.
Bizler eksik çıkmasına alışkınız da fazla çıkınca garip oluyor. Sınıflar zaten çok kalabalık olduğu için, hele sene başında öğrencileri teker teker tanıma ihtimalimiz de düşük oluyor.
Benim sınıfta 4 kişi fazlalık çıkınca ne yapacağımı bilemedim. Sonunda sınıfta olmaması gereken kişileri tespit ettik.
Sonra okul yönetimine bunun nasıl olabileceğini sorduğumda, yöneticiler '3000 kişilik okula sivil kıyafetle kimin girip kimin çıktığı nasıl tespit edilebilir?' yanıtını aldım.
Gerçekten de, bu öğrencilerin aynı saatte okula gelmesi nedeniyle kontrollü bir biçimde içeri alınmaları da zor ve kaçaklar olması kaçınılmaz.
Özellikle bizim gibi varoş tabir edilen semtlerdeki okulların emniyeti ciddi tehlike altında. Elini kolunu sallayanın öğrenciymiş gibi okula girmesini engellemek neredeyse imkânsız. Elbette eskiden de sıkıntı vardı ama üniforma önemli oranda engelleyici oluyor, içeriye herkesin girmesini engelliyordu.
Şimdi pek çok okul yolgeçen hanı olmaya aday."
Doğrusu bu durum pek çoğumuzun aklına gelmemişti.
Acaba Milli Eğitim'in bütçesinde tüm okullara kartlı giriş sistemi yapacak kadar para var mıdır!
Adalet rezil olmasın
PINAR Selek davası da yine bitemedi.
Bu konudaki ilk yazımı yazdığım zaman Hürriyet'teydim.
Devletin bilmediğim bir nedenle Pınar Selek'i hasım gördüğünü ve hukuka uysa da, uymasa da mahkûm etmek istediğini, bunun da adaletle uzaktan yakından alakası olmadığını yazmıştım.
Ben Hürriyet'ten ayrıldım, Sabah'a geçtim. Sabah'a el konuldu, Habertürk'ü kurdum. Habertürk 4 yaşına geldi, dava hâlâ devam ediyor. Sayısız bilirkişi raporu verildi.
Önce Selek'i aklayan, sonra karalayan, sonra yine aklayan, sonra yine karalayan.
Evrensel hukuk kuralıdır: "Şüpheden sanık yararlanır."
Ama Pınar Selek davasında böyle olmuyor.
Birileri Pınar Selek'i ille de mahkûm etmek, ille de içeri atmak istiyor.
Yapacaksanız yapın, karışamayız.
Ama en azından hukuku buna alet etmeyin.
Alın atın içeri.
"Biz böyle istiyoruz" deyin. Siz rezil olun. Adalet olmasın!
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Dünü bilmeyenin geleceği yazamayacağını anladığımız zaman.