Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Bir süre önce bir misafirim vardı.

        Türkiye'nin en önemli istihbarat kuruluşunda yıllarca çalışmış, ABD'yi ve CIA'yı çok iyi tanıyan, şimdilerde emekli ama istihbarat dünyasından hâlâ uzak olmayan, çok bildik bir isim.

        Genel olarak Türkiye'nin çevresinde olan bitenleri konuşurken, konu bir ara Suriye meselesine geldi.

        Ben başta ABD olmak üzere Batı'nın Türkiye'yi, Suriye konusunda aniden çok yalnız bırakmasından yakındım.

        "Evet yalnız bıraktılar" dedi ve "Peki niye Türkiye'yi yalnız bıraktılar biliyor musun?" diye sordu.

        "Türkiye'nin başını belaya sokmaktan hoşlandıkları için" dedim.

        "O da var ama Türkiye de kendi başını belaya sokmaktan hoşlanmıyor değil" dedi ve anlattı:

        "Suriyeli muhalif gruplarla ilgili Batı'nın çok ciddi istihbaratları var. Doğru yanlış ben bilmiyorum. Ancak söyledikleri şu: Suriyeli muhalif gruplar içinde El Kaide etkinliği giderek artıyor. Muhalif kamplarda El Kaideli militanların sayısı giderek artıyor ve buralarda El Kaide tarafından eğitimler veriliyor. Batı'yı ve hatta Rusya'yı en çok rahatsız eden ise buralarda El Kaide eğitiminden geçirilen militanlar, Afganistan'a ve Orta Asya'ya dağılıyorlar. Bu Orta Asya'daki cumhuriyetlerde ve Rusya'da ciddi rahatsızlık yaratıyor. Türkiye'nin buna engel olması gerek ama iş kontrolden çıkmış gibi görünüyor. Batı'nın desteğinin kesilmesindeki temel neden bu."

        Misafirimin bunları söylemesinden bir hafta sonra dünya ajanslarına ilginç bir haber düştü:

        "Batılı ülkeler, Ürdün'de Suriyeli laik muhalifleri eğitmeye başladılar."

        Misafirimin başta abartılı bulduğum istihbarata dayalı yorumunu, bu haber üzerine sizlerle paylaşma gereği hissettim.

        Manşete değil, 1 gün sonra yapılan yoruma açıklama

        NURETTİN Kurt'un 11 Mart günü Hürriyet'e manşet olan haberine dayanarak bir yazı yazdım dün.

        Savcı ağabey, okumak isteyen kız kardeşini odaya hapsetmiş ve dövmüştü.

        Ben de bu haberi överek, Türkiye'de kadına bakışla ilgili bir eleştiri yaptım.

        Kadına şiddetin sona ermeyeceğini, çünkü bununla mücadele etmekle görevli polislerin, savcıların, hâkimlerin ve hatta yasa yapıcıların bile kadına şiddeti normal karşılayan ve bizzat uygulayan bir yapıda olduğunu yazdım.

        O de ne?

        Öğleden sonra Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'ndan bir açıklama geldi.

        Açıklama şöyle:

        "Bazı basın yayın organlarında, 'Savcı abinin şiddeti', 'B.G.'yi savcı ağabeyinden polis kurtardı', 'Kadına şiddetle bunlar mı mücadele edecek' şeklinde çıkan haberlere ilişkin olarak, kamuoyunu doğru bilgilendirmek amacıyla aşağıdaki açıklamanın yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur.

        Yukarıda başlıkları verilen gazete haberlerinden, Bodrum'da yaşayan B.G.'nin üniversite sınavlarına girmek istediği ancak savcı stajyeri olan ağabeyi S.G.'nin, B.G.'nin sınava girmesini engellemek amacıyla eve kapattığı ve B.G.'ye şiddet uyguladığı yazılmıştır.

        Ankara 5. Aile Mahkemesi'nin konuya ilişkin dosyası, hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile hâkim-savcı adaylarının kadro defterleri incelendiğinde, bahse konu haberlerde geçen S.G. isimli herhangi bir hâkim, savcı ya da hâkim-savcı adayının bulunmadığı anlaşılmıştır.

        Küçük bir araştırmayla haberin gerçeği öğrenilebilecekken, büyük bir özveri ile görevlerini yapan meslek mensuplarını zan altında bırakacak şekilde ve alaycı bir üslupla haber yapılmasının gazetecilik meslek etiği ile bağdaşmadığı açıktır.

        Kamuoyuna saygı ile duyurulur."

        HSYK çok ilginç.

        Haber 11 Mart'ta Hürriyet'te yayınlanıyor.

        HSYK bir açıklama yapmıyor.

        Bir gün sonra ben bununla ilgili bir yazı kaleme alıyorum.

        HSYK sanki haber Hürriyet'te ve benim köşemde aynı günde yayınlanmış gibi bir açıklama yapıyor.

        Halbuki HSYK bu açıklamayı haber yayınlandığı gün, yani 11 Mart günü yapsa, ben de bu yazıyı yazmayacağım.

        Acaba HSYK'yı bu konuyu araştırmaya yönelten Hürriyet'in 1. sayfasındaki manşet haberi değil de, benim köşemdeki küçücük yazı mı oldu!

        Bu kadar renk fazla

        BİRKAÇ gün önce İstanbul'un Anadolu yakasındaki bir yemekten dönüyoruz.

        Fransız bir arkadaşımız da bizim otomobilde.

        Fatih Sultan Mehmet Köprüsü'nden geçerken, rengârenk ışıklar bize eşlik ediyor. Mordan pembeye, pembeden maviye, maviden yeşile dönen güçlü ledler gözümüzü alıyor.

        Fransız arkadaşımız, "Türkiye'de led üretimi çok fazla olmalı. Her yeri rengârenk ledlerle donatmışsınız" dedi.

        Tonundaki istihza çok açıktı.

        "Ne oldu, beğenmedin mi?" diye sordum.

        "Bu kadar çok olunca beğenmek mümkün değil. Beyaz olsa yine anlarım. Tek renk olsa yine anlamaya çalışırım. Ama bu ne böyle rengârenk. Her iki köprü de böyle. Sadece köprüler değil. Her yere ışık ve lamba, hepsi de renkli."

        "Biz renkli bir ülkeyiz" dedim gülerek.

        "Vallahi bu kadar rengârenk aydınlatmayı sadece bir yerde daha gördüm, ama söylersem kızarsın" dedi.

        "Niye kızayım. Ben de bu kadar fazla renkten memnun değilim" dedim.

        Bunun üzerine söyledi.

        Ama kusura bakmayın yazamayacağım.

        Umarım birileri bu kadar fazla rengin, şık değil basit göründüğünün farkına varır da en azından köprülere bir çekidüzen verir.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Moderniz diye estetiği öldürmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar