Ortak manşet, ortak kaygı, ortak mesaj
SİZİN dün okuduğunuz gazeteyi yapıyorduk önceki gün.
Başbakan, Tunus’ta kendisiyle aynı uçakta seyahat eden gazetecilerle bir sohbet yapmıştı.
Manşeti Başbakan’ın bu toplantıda söylediklerine ayırdık, ancak o sırada sohbetin tam metni elimize ulaşmamıştı.
Benim de gazete dışında bir toplantım vardı.
Manşetin başlığını atmadan çıktım.
Akşama doğru gazeteye döndüğüm zaman yazı işlerimizin attığı başlığı gösterdi arkadaşlar.
“Bu cümle öne çıkıyordu, bunu manşet yaptık” dediler. Başbakan’ı izleyen Erdal Şen’in de önerisiyle.
“İyidir” dedim.
En azından “tansiyonu düşürecek” bir ifade idi.
Sabah gazetelere bakarken şaşırdım.
Geziyi Başbakan’la izleyen gazetelerin hepsi aynı başlığı kullanmıştı.
Milliyet’in 1. sayfasındaki manşet farklıydı ama iç sayfasındaki 8 sütunluk manşet de aynı kelimelerden oluşuyordu.
7 değil, 8 gazete Başbakan’ın aynı cümlesini seçmişti manşet olarak.
Ben bu “ortak manşette” aslında bir de “ortak kaygı” seziyorum.
Başbakan’ın bu mülakatı verdiği gazetelerin hepsi “Aman ortam daha fazla gerilmesin” diye düşünüp, Başbakan’ın sözlerinden “teskin edici” olanı öne çıkarmayı, gerilimi düşürecek bir başlık atmayı tercih etmişti.
Hangi görüşten olursa olsun, gazetelerin ortak arzusu ve kaygısı “yangını söndürmek”ti.
Bu “ortak başlık” aslında çok şey anlatıyor. Bu bir anlamda “ortak talep” olarak da görülmeli.
8 gazete, Başbakan’a “ortak bir mesaj” vermek istemiş gibi geldi bana.
Uzadıkça kirlenecek
BAZEN yanlış terminolojiler kullanıyoruz ister istemez.
Taksim’de olan biteni yorumlamaya çalışırken “Marjinal gruplar” diyoruz bazen.
Kastımızı aşarak.
Marjinalliği “lanetlediğimiz” gibi bir algı yaratıyoruz.
Oysa marjinal olmak ne suç, ne ayıp.
Sadece bir tercih.
Yasadışı olmak, illegal olmak başka şey, marjinal olmak başka şey.
Marjinal olmak haktır.
Dönemseldir.
Büyük ihtimalle Kopernik de yaşadığı dönem için marjinaldi.
Dünyayı değiştirmek için marjinallere ihtiyaç vardır.
Onlar marjlarda dolaşırlar ki sıradanlar da uçlarda olan biteni keşfedebilsin.
Bu zaruri açıklamadan sonra Gezi Parkı’na girmek istiyorum.
Medyaya, bana olan tepkilerden dolayı, ne yazık ki Gezi Parkı’na gidemiyorum.
Ama burnumuzun dibinde olduğu için de gayet yakından izliyorum.
Eylem henüz yaygınlaşmadan, daha ilk gününde Sırrı Süreyya Önder’i Teke Tek’te konuk aldığım için “fikrini” de gayet iyi biliyorum.
12. gününe giren eylem için söylemek istediğim tek bir şey var:
“Kitlelerin ruhu vardır ama ortak aklı yoktur.”
Gezi Parkı eylemini bekleyen en önemli tehlike ve risk de budur.
Mesajlarını büyük başarıyla veren bu kitleyi bekleyen en büyük sorun, giderek kendi içinde bir çürüme yaşaması, kendi içinde tartışmalara girmesi, kendi içinde kavga etmesidir.
Eylem uzadıkça bu risk artacak, eylemin başlangıçta vermek istediği “Bizi de duyun, bizi de unutmayın, biz de bu ülkede varız” mesajı geride kalacak, eylemci kitlenin kendi içinde başlayacak sıkıntılar başarıyla verilmiş mesajın önüne geçecektir.
Uzayacak eylemi bekleyen en önemli tehlike budur.
“Ne demek istiyorsun?” diye soracak olanlara peşinen yanıt vereyim.
Üzülmemek istiyorum.
Bu başka bir kültür
GEZİ Parkı’nda olan biteni “Başbakan Erdoğan’ı devirmek istiyorlar” diye yorumlayanlar var.
Sayıları az da değil.
Elbette Gezi Parkı’nda eylem yapanlara katılan gruplar arasında Başbakan’ı devirmek isteyenler de vardır.
Bunlar her zaman vardır, her yerde vardır.
Bir siyasetçiyi, bir lideri koltuğundan indirmek isteyenler her zaman olacaktır.
Siyasetin olmazsa olmazıdır.
Bu niyettekiler eylemin asıl sahipleri değil, yan unsurlarıdır olsa olsa.
Ancak Gezi Parkı’ndaki gençlerin derdi Başbakan’ı devirmek değil.
Hatta pek çok orta yaşlı ve yaşlının da derdi Başbakan’ı devirmek değil.
Başbakan’ı devirmek için demokrasi dışı yollar arayan, yasa dışına çıkan varsa bu zaten suç, zaten yargılanır.
Ama Gezi’cilerin tek derdi “Biz de buradayız” demek.
Onlar Başbakan’ın kim olduğuyla çok ilgilenmiyorlar gibi geliyor bana.
Yeter ki, onları duyan, onları dinleyen, onlara karışmayan biri olsun.
Bu gençler kendilerini dinlemeyen analarına, babalarına karşı da eylem yapıyorlardır mutlaka. Zaten muhafazakârların da anlamadığı bu.
Not: Gezi Parkı eylemlerine destek verdiği için Halit Ergenç’e yönelik olarak kaldırılan ve burada yazmaya utanç duyduğum pankartı taşıyanların bu pankarttan dolayı büyük utanç duyması gerekir. Bu pankartı taşıyan, kendini muhafazakâr biri olarak tanımlayamaz. Olsa olsa terbiyesiz olarak tanımlar.
Çünkü bu başka bir kültür.
Bir kez de sükûnet zamanında izleyin
BAŞBAKAN Erdoğan, dün Küresel Sorunlar Karşısında Türkiye ve AB İçin Ortak Gelecek Konferansı’nın açılış konuşmasını yaptı.
Tabii gündeminde AB’den çok Türkiye’de yaşananlar vardı.
Başbakan Erdoğan, konferansta yaptığı konuşmada Gezi Parkı eylemleriyle ilgili olarak konuşurken, pazar günü Teke Tek’te benim sorularıma verdiği yanıtları yineledi.
“İstanbul’u en fazla yeşillendiren benim, benden daha çevreci yok”la başlayıp “Gezi Parkı’na AVM değil, şehir müzesi ve otel yapacağız” diye devam etti.
Pazar günü söylediklerini neredeyse aynı kelimelerle tekrar etti.
Ancak ilginçtir, pazar günü “olumsuz” algılanan konuşması, 5 gün sonra cuma günü neredeyse aynen tekrarlanmasına rağmen bu kez piyasalar tarafından “teskin edici” bulundu.
Dolar düştü, Borsa İstanbul yükselmeye başladı.
Demek ki, her şey “dönemle” ve “o günkü ortamla” alakalı.
Bu programdan ötürü bana kızanlardan bir ricam var.
İnşallah Türkiye biraz sakinleşince, ortam biraz olsun, Türkiye standartlarında normale dönünce, öfkeler biraz yatışınca Başbakan’ı konuk ettiğim son Teke Tek’i bir kez daha izleyin.
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Bekâra karı boşamak kolay olmadığı zaman.