Bir çekişme üzerine çeşitlemeler
ÖNCEKİ gün Fethullah Gülen Cemaati adına Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı tarafından yapılan açıklama dünün önemli gündemiydi.
Bense konuya girmemeyi tercih ettim.
Bilerek ve isteyerek.
Muhafazakâr camiaların içinde uzun süreden beri devam eden bir tartışmanın veya çekişmenin, ilk kez açıkça uç vermesiydi ve bana göre hiçbir sürpriz barındırmıyordu içinde.
Kendilerine hükümet sözcüsü görevi biçen yazarlar, zaten uzun süredir bu tartışmayı yürütüyorlardı.
Yeni olan tek şey, Gülen tarafının ilk kez ‘’resmi’’ olarak tanımlanabilecek bir açıklama yapmasıydı.
Ben bu olan biteni son derece normal, son derece sıradan bulduğumu söylemeliyim.
Adına ister Gülen Cemaati deyin, ister sadece Cemaat deyin, isterseniz Hizmet deyin, ne isterseniz onu deyin, yıllardır aynı tavır içinde hareket ediyor.
Hiçbir zaman siyasete doğrudan girmiyor.
Tipik bir sivil toplum baskı grubu gibi bazı siyasi tasarruflarda bulunup, kendine yakın gördüğü aday veya partileri destekliyor, ama bunu genelde muhafazakâr kanat içinde yapıyor.
Kitlesi ve kitlesinin ekonomik gücü sayesinde iktidarlarla belirli bir denge içinde iktidarı az veya çok paylaşıyordu.
Cemaat’in iktidarlarla kurduğu ilişkilerle iktidarı ucundan kıyısından paylaşması, o sıralarda iktidar olmayan İslamcı siyaseti rahatsız etmek bir yana memnun ediyordu.
Çünkü eninde sonunda ortak değerlere sahip olduklarını düşündükleri bir Müslüman camia, Türkiye’de etkili oluyordu.
Gerçi Refah Partisi döneminde de bazı sorunlar çıkmıştı ama ortak değerler daha fazlaydı ve İslami kimliği ön planda olan bir sivil baskı grubu, İslamcı siyaseti bozmuyordu.
AK Parti’nin kurulması ve güçlü bir alternatif haline gelmesiyle birlikte, Cemaat de pek çok ortak yönünün bulunduğu bu partiyi desteklemeye başladı.
Hiçbir sorun yok gibiydi.
İyi anlaşıyorlardı.
Ancak bana göre Mavi Marmara olayı bu uyuma büyük darbe indirdi.
Fethullah Gülen’in eleştirel çıkışı hükümette alarm zillerini çaldırdı.
Ahmet Davutoğlu’nun dizayn ettiği dış politika hükümet için önemliydi ve belli ki, bu politikanın keskin dönemeçlerinde Cemaat’ten beklenen destek gelmeyecekti.
Üstelik de Cemaat’in yıllar içinde kurduğu entelektüel düzeyi yüksek bağlantılar ve Türkiye’de hükümete destek vererek iktidarın uluslararası üst düzey destek görmesini sağlayan Cemaat’e yakın liberaller de Cemaat’in etkisiyle tavır değiştirebileceklerini göstermişlerdi.
Ancak yine de işbirliği sürdü.
Cemaat referandumda hükümeti açıkça destekledi.
Ardından Yargıtay’a yeni atanacak üyelerle ilgili olarak Cemaat ile hükümet arasında bir gerilim olduğu dedikoduları yayıldı.
Ardından iktidar partisi hamlesini yaptı.
Merkez sağda yer alan Demokrat Parti’yi bünyesine kattı, güçlenmeye başlayan Saadet’i önce böldü, sonra da etkili olması muhtemel Has Parti’nin genel başkanı Numan Kurtulmuş’u alarak Has Parti’yi ortadan kaldırdı.
Böylelikle kitlesine ‘’CHP’yi adres göstermesi düşünülmeyecek’’ Cemaat’e “alternatif’’ bırakılmamış oldu.
Son olarak da Danıştay Başkanlığı seçimleriyle ilgili olarak taraflar karşı karşıya geldiler.
Ancak hükümet tarafı burada incelikli bir planla konuyu istediği biçimde çözdü.
Sonuç olarak burada sıraladığım veya sıralamadığım her şey detaydır.
Cemaat hep aynı cemaattir.
Hükümet ise ‘’tek başına iktidar’’ olduğunu ve iktidar gücünü kimseyle paylaşmayacağını göstermeye çalışmaktadır.
“Tüm bunlardan ne sonuç çıkar?” derseniz, açıkçası bilmiyorum.
Ama çok büyük sonuçlar çıkmayacağından eminim...
O 1 yıl kim Başbakan olur?
DÜNKÜ yazıma bir not eklemiş ve Başbakan Erdoğan’ın Çankaya Köşkü’ne çıkması halinde Başbakanlık konusunda kimin şanslı olabileceğini yazacağımı belirtmiştim.
Bana sorarsanız bugün AK Parti’de pek çok kişinin kafasını meşgul eden soru da bu.
Burada yazacaklarım, bir bilgiye dayalı olmaktan çok bir tahmin, bir olasılık hesabıdır.
Cumhurbaşkanlığı seçimi ile genel seçimler arasındaki 1 yıllık sürede Başbakanlık koltuğuna oturması en muhtemel isim, bana göre Mehmet Ali Şahin.
Anayasa’nın değişmemesi durumunda Cumhurbaşkanlığı ile Başbakanlık arasında ortaya çıkması muhtemel denge sorunlarını en rahat aşacak, yumuşak, beyefendi, anlayışlı ve herkese saygılı tarzıyla son 10 yılda koşmaktan yorulmuş Türkiye’yi de rahatlatacak bir siyasetçi.
İkinci güçlü aday ise bana göre Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binali Yıldırım.
O da Köşk’e çıkmış eski genel başkanıyla fazla uyum sorunu yaşamaz gibi duruyor.
Bakanlık yaptığı 11 yıl boyunca siyasi polemiklerden hep uzak duran ve bir siyasetçi gibi değil, bir teknokrat bakan gibi davranmayı tercih eden Binali Yıldırım da Türkiye’yi rahatlatacak bir isim. Ama siyasetçi gibi davranmıyor olması hem avantajı hem dezavantajı.
Başbakanlık koltuğuna yakışacak bir diğer AK Partili ise hiç kuşkusuz Ali Babacan.
Duruşu, tarzı, genç yaşta elde ettiği deneyimi, başarılı siyasi kariyeri ve “modern muhafazakâr”ın simgesi sayılabilecek tarzıyla koltuğa yakışacak bir kişilik. AK Parti’nin 3 dönem kuralına takılacak olmasından rahatsızlık duyduğum kişilerin başında gelen ve bunu da Başbakan’a her fırsatta söylediğim bir bakan.
Tabii bunlar benim fikir ve öngörülerim.
AK Parti’de kendini ‘’o koltuğa’’ yakın gören en az 300 kişi vardır.
Hepsi de ‘’kendince’’ haklıdır...
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Siyasetçiler için her şeyin bir kullanma süresi olduğunu unutmadığımız zaman.