Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye'de bütün kötülüklerin anası olarak görülen gruba verilen isim bu.

        Hatta buna "İstanbul dükalığı" diyenler bile var.

        Bu sermayenin Anadolu sermayesine karşı olduğu ve Anadolu sermayesinin yükselmesine izin vermediği söyleniyor.

        Son bölümü doğrudur elbet ama konunun İstanbul'la alakası yoktur.

        Sermayeler birbirine rakiptir ve bir sermayedar, bir başka sermayedarın yükselmesini istemez.

        Bana göre sermayeler birlikte yükselirse daha iyidir, ama yine de her nedense istemezler.

        İster Anadolu'dan olsun ister Trakya'dan, eski sermaye, yeni yükselen sermayeyi her zaman engellemeye çalışmıştır. Bu durum da bize özgü değildir.

        Bunu söyledikten sonra asıl söylemek istediğime gelirsek, bugün "İstanbul sermayesi" veya "İstanbul dükalığı" diye adlandırılan grubun aslında İstanbul'la hiç alakası yoktur.

        Bunlar da aslında "Anadolu sermayesidir".

        Sadece yıllar önce Türkiye henüz gelişmemiş, pazar ve üretim olanakları yaygınlaşmamış, iletişim ve lojistik bugünkü kadar kolaylaşmamışken kimi üretim, kimi ise yönetim için İstanbul'u merkez seçmiştir.

        Ama aslında bunların tümü "Anadolu sermayesi"dir.

        Bugün Türkiye'nin en büyüğü, dünyanın da önemli büyüklüklerinden biri olan Koç Grubu, Anadolu'nun kalbinden, Ankara'dan çıkmıştır.

        İkinci sıradaki Sabancı Grubu, Adana kökenlidir ve aslında hâlâ Adanalıdır.

        Doğuş Grubu'nun kurucusu Ayhan Şahenk, Niğde'den çıkmıştır.

        Doğan Grubu, Gümüşhaneli, patronun daha da sevdiği şekliyle Kelkitlidir.

        Kocabıyıklar, Afyon'dan gelmiştir.

        Büyük müteahhitlerin hemen hemen tamamı Artvin kökenlidir.

        İstanbul'da İstanbullu bir sermaye grubu yoktur.

        Arşimidis, Burla gibi geçmişin pek çok büyük sermaye grubu, 1950'lerde yerlerini Anadolu'dan gelen bu sermaye gruplarına bırakmış, 1970'lerde ve Özal dönemlerinde Anadolu'dan gelen bu sermaye grupları, İstanbul'un eski sermayesini yok edip onların yerini almıştır.

        Bugün varsa varsa "eski Anadolu sermayesi" ile "yeni Anadolu sermayesi" arasında bir "rekabet" vardır.

        Ticaret de zaten rekabetten ibarettir.

        İKSV o binayı satmamalı

        İSTANBUL Kültür ve Sanat Vakfı ya da bilinen kısaltmasıyla İKSV epey bir yıl önce İstanbul Tepebaşı'nda çok güzel bir yerde, eski, yıkık dökük bir bina aldı.

        Beyoğlu'nun yeniden moda olmadığı günlerdi, bina hayli haraptı, bu nedenle de fiyat oldukça ucuzdu.

        Kim aldıysa eline aklına sağlık.

        Daha sonra bu güzel bina restore edildi, renöve edildi, pırıl pırıl hale getirildi; Beyoğlu'nun, Tepebaşı'nın en şık, en güzel binalarından biri oldu.

        Binaya İKSV'ye büyük hizmetleri geçen eski başkanı Nejat Eczacıbaşı'nın adı verildi, altına bir küçük konser salonu yapıldı, üst katları İKSV'nin bürolarına ayrıldı, en tepesine de güzel bir lokanta açıldı.

        Gerçekten çok şık, çok güzel bir bina oldu.

        İstanbul'un en güzel binalarından biri, İKSV'ye yakışır bir merkez haline geldi.

        Şimdi duyuyorum ki, İKSV bu güzelim binayı satacakmış.

        Taşınalı henüz birkaç yıl olmasına karşın, bina elden çıkarılacak ve İKSV'nin merkezi başka bir yerlere taşınacakmış.

        Binanın satılma gerekçesi ise İKSV'nin bir miktar borcu olması. Satıştan elde edilecek gelirle bu borçlar kapatılacakmış.

        Artan kısmı ise İKSV'ye sermaye olacakmış.

        Doğrusunu isterseniz ben bu işten bir şey anlamadım.

        İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı'na ait bir şeyi satmak bu kadar kolay mıdır?

        Bu önemli ve ciddi vakfın yönetiminde ve mütevelli heyetinde başta Eczacıbaşı Ailesi olmak üzere Türkiye'nin en zengin ve sanata meraklı ailelerinin fertleri var.

        Binanın satışı için belirlenen fiyat 25 milyon dolar olduğuna ve bu parayla borçlar kapatılıp üzerine bir miktar para kalacağına göre demek ki, vakfın borcu bu kadar bile değil.

        Peki o zaman sorarım, bu vakfın yönetimindeki, mütevelli heyetindeki işadamları necidir!

        Bu vakfın başında ve yönetiminde olmalarının en temel nedeni "varlıklı olmaları" ve "sanata kaynak aktarma" güçleridir.

        Vakfın var olduğu söylenen borcu gerçekten vakfı sıkıntıya sokacak kadarsa, bu işadamları bu parayı kendi aralarında toparlayıp ödeyemezler mi?

        Ya da bu borcun ödenmesine kaynak olacak bir fon kuramazlar mı?

        Yok eğer bunu yapmayacaklarsa, böylesine önemli ve değerli bir vakfın yönetiminde hangi sıfatla oturmaktadırlar.

        İstanbul'a mal olmuş bir vakfın mal varlığını satmak, oradaki üç hanımefendinin veya beyefendinin iki dudağı arasına bırakılır mı?

        Türkiye'de zenginlerin kurduğu vakıflar, ille devletten bir şeyler isteyerek mi ayakta dururlar!

        Tüm bunlardan sonra son cümle olarak şunu söyleyeyim:

        Ben İKSV binasının satışını yakından izliyorum.

        En büyük temennim satılmamasıdır, ama eğer satılırsa vakıfla uzaktan yakından bağlantısı olan birileri bu satışın herhangi bir tarafında yer almamalıdır.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Kirlenmenin açmak veya kapamakla alakası olmadığını anladığımız zaman.

        Diğer Yazılar