Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        HABERTÜRK bugün yeni bir formatla elinizde.

        Gazetenizin yayın hayatına başladığı günden bu yana gazetenin ayrı bir parçası olarak elinize ulaşan HT Spor Gazetesi, artık ek olarak değil, bugünden itibaren gazeteniz Habertürk’ün son bölümünde yer alacak.

        Son 1 yıl içinde sadece bizi değil, tüm gazeteleri zorlayan ekonomik koşullar ve tamamı döviz cinsinden olan gider kalemlerimizdeki artışlar nedeniyle bu kararı almak zorundaydık.

        Gazetenin içinde veya dışında, HT Spor, Türkiye’nin en güvenilir, en seviyeli spor ekibi tarafından üretildiği sürece Türk sporunun nabzını tutmaya devam edecek.

        Millet ve devlet

        “TAMAM vali ayıp etmiş ama ona da küfretmişler” dedi bir dostum.

        “Eeee!” dedim, “Haklı mı yani”?

        “Haklı değil ama yüzde yüz haksız da diyemeyiz” yanıtını alınca dayanamadım.

        “Bu olay bundan 12 yıl önce olsaydı yine böyle mi konuşurdun! Hani milleti ezen devlet olamazdı, hani devlet millet içindi! Ne değişti?” dedim.

        “Haklısın” dedi.

        Haklıyım tabii.

        Haklıyız.

        Vali ise “haksız”, sapına kadar haksız.

        Valiler devleti temsil eder. Devlet vakurdur, devlet ağırbaşlıdır. Devlet küfretmez. Küfretmemelidir.

        Maaşını ödeyen millete hiç küfretmemelidir.

        Dostuma birkaç gün önce yaşadığım bir olayı anlattım.

        İsveç’te.

        Bir yerlerde PKK’lılar, Başbakan Erdoğan’ı protesto gösterisi yapmak için toplanmışlar.

        Biz de oraya yakın bir yerlerde dolanıyoruz.

        Gösteriye katılmak üzere gelen bir grup PKK’lı ile karşılaştık.

        Beni tanıdılar.

        Başladılar hakarete.

        Yanımda diğer gazete yayın yönetmenleri. En bildik yüz ben olduğum için sataşmalar daha çok bana yönelik.

        Grubun en ateşlisi olan 40 yaşlarındaki kadına dönüp “İyi günler, kolay gelsin” dedim.

        Geçip gittim.

        Konu kapandı gitti.

        Ekrem Dumanlı, “Vallahi iyi sinir varmış sende. Ben dalacaksın zannettim” dedi.

        “Dalamayız Ekrem. Burada Fatih Altaylı değilim. Bir olay çıksa yarın ‘Türk gazetecilerle Kürtler kavga etti’ diye haber olacaktı. Biz burada kendimiz değiliz. Türk medyasıyız” dedim.

        Ben ki, adım “deli”ye çıkmış, “sinirli”ye çıkmış, “kavgacı”ya çıkmış...

        Yuttum.

        Vali de yutacak gerekirse.

        Hele hele inip otomobilden vatandaşa “gavat” demeyecek.

        Soyadı “Coş” olsa da coşmayacak.

        Orada Türk devletini ve hatta sıklıkla vurgulandığı gibi hükümeti temsil ettiğini unutmayacak!

        Üstelik de bu hükümeti oluşturan fikri altyapının yıllardır “millet” diye diye iktidar olduğunu, “devlete karşı milleti korumak” dediği için millet tarafından iktidara getirildiğini bilecek, unutmayacak.

        Bakalım “milletin iktidarı”, “millete” gavat diyen valiye ne yapacak?

        Önder’in dönmesi iyiye işaret

        SIRRI Süreyya Önder yeniden İmralı heyetine katıldı.

        Önder’in heyete yeniden dönüş hikâyesini üç aşağı beş yukarı biliyorum.

        Gezi’den sonra “cezalandırılmıştı” ama “affa” uğradı.

        İyi de oldu.

        Çünkü Sırrı Süreyya Önder’i, İmralı’ya giden heyetin diğer üyelerinden ayrıştıran çok önemli bir özelliği var.

        Heyetin diğer isimleri Öcalan’a “aşırı bağımlı”.

        Öcalan ne derse zabıt kâtibi gibi aynen kâğıda aktarıyor ve ardından hem BDP’ye, hem PKK’ya, hem de KCK’ya aktarıyorlar.

        Yani aslında İmralı’ya gitmelerine gerek yok.

        Öcalan teybe okusa, bunlar da o bandı görevlilerden alsa değişen bir şey olmaz.

        Sırrı Süreyya Önder ise Öcalan’a saygı duymakla beraber onunla konuşuyor, tartışıyor, yeni öneriler getiriyor, aklının yatmadığı konularda ona itiraz ediyor, ya Öcalan onu ikna ediyor ya o Öcalan’ı.

        Sırrı Süreyya Önder’in o heyette olması Öcalan’ın da işine geliyor.

        O da tartışma ve farklı fikirleri dinleme imkânı buluyor. Bu yüzden Önder’in İmralı heyetine yeniden dahil olması önemli ve faydalı.

        Ruhunu teslim etmiş bir Galatasaray

        BİR Galatasaraylı olarak Ersun Yanal’a teşekkür ediyorum.

        Pazar akşamı oynanan maçta Galatasaray’ın ikinci bir 6-0 olayı yaşamasına izin vermediği için. Herkes maçla ilgili kırk türlü yorum yapmış.

        Çoğunu okudum, dinledim.

        Benim yorumum ise bambaşka.

        Fenerbahçe eğer biraz daha az gergin, biraz daha rahat oynasaydı, biraz daha kendine güvenseydi, Galatasaray’ı paramparça ederdi.

        Sarı lacivertliler bizim takımın üzerine gelmediler.

        İlk golden sonra oyunu iyice yavaşlattılar ve 2-0’da tamamen skoru korumaya yöneldiler.

        Galatasaray ise buna rağmen hiçbir varlık gösteremedi.

        Ne bir tehlike yarattı, ne de bir korner attı maç boyunca.

        “Ruhu alınmış” bir takım gibiydi.

        Zaten son maçların pek büyük bölümünde ruhsuz bir Galatasaray görüyoruz sahada.

        Ruhsuz bir başkan, ruhsuz bir yönetim, ruhsuz bir teknik direktör sonunda ruhsuz bir takım doğuruyor.

        Başkan Ünal Aysal herhalde Ali Dürüst’ün, Abdurrahim Albayrak’ın Galatasaray’da ne işe yaradığını görmüştür.

        Galatasaray, Fenerbahçe’ye her zaman yenilebilir.

        Önemli değil.

        Ama bu ruhsuzluk önemli.

        Maçın en güzel yönü centilmence geçmesiydi.

        Futbol adına keyifliydi, spor adına olumluydu.

        Ama acaba bu kadar centilmence geçmesinin bir nedeni de Galatasaray’ın ruhsuzluğu olabilir mi?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Hiç değilse televizyon kanallarında kalitesizlik geçer akçe olmadığı zaman.

        Diğer Yazılar